Başta ülkemiz olmak üzere tüm dünya ülkelerinin sağlık sistemleri 3 yıldır teste tabi tutuluyor. Birçok sağlık çalışanı diğer ülkelerdeki sağlık çalışanlarının sosyoekonomik şartlarını takip ediyor ve gidebilecekleri ülke alternatiflerini arıyorlar. Aralarında sağlık sektörünü bırakıp başka bir sektörde veya ticarette başarılı olabilir miyim diye düşünen sağlık çalışanı sayısı hiç de az değil. Zira görev yaptıkları sektörde ileride iş yüklerinin azalacağına, yaşam standartlarının artacağına dair bir umutları yok.
Sağlık kuruluşlarına sürekli daha çok başvuruya yönlendiren çok sayıda tüketim etkeni, mevzuat düzenlemeleri varken sektörün insan gücünün bu talebe yetişebilmesinin imkansız olduğunu ilk fark edenler doğal olarak sistemin içindeki çalışanlardır.
Tüm dünyada hükümetler, pandemi ve savaşın getirdiği öngörülemeyen sorunlarla boğuşuyor. Sağlık kısmında başlıca sorunlar sağlık iş yükünün artması, ilaç, sarf ve tıbbi cihazda tedarik zinciri sorunları, hastane kapasiteleri ve alt yapılarının yetersizliği, sağlıkta yetişmiş insan gücü kaybı ve eksikliği olarak sıralanabilir.
Ülkelerin sağlık sistemleri pandemi ve sonrasına eklenen Rusya-Ukrayna savaşının etkileri neticesinde 3 yıllık süreçte pro-aktiflik, sağlık tesislerinin kapasitesi, alt yapısı, verimliliği, doğru ve esnek kullanımı, yetişmiş insan gücü dayanıklılığı açısından sınırları zorlayan bir teste tabi tutuluyor.
Bunlar içerisinde en zayıf halka şüphesiz yetişmiş insan gücüdür. Zayıflığın sebebi kısa vadede hekim bulabilmenin imkansızlığıdır.
Bir yan dal uzmanını 18-20 yılda, bir uzman hekimi 13-15 yılda yetiştirebiliyoruz. Üstelik pratisyenlikte ayrı, uzman hekimlikte ayrı yan dalda uzmanlığında ayrı olmak üzere 3 defa (yaklaşık 6 yıl) zorunlu hizmete tabi tutuyoruz.
Tabii ki TUS sınavını kazanırsa mecburi hizmeti bitirmeyi beklemeden eğitimine başlayabiliyor. Ama TUS sınavı da genellikle hemen girilip kazanılan bir sınav değil. Gideceği zorunlu hizmet bölgesinde TUS’a çalışabilecek mi? Ev var mı, lojman var mı, aile birliğini sağlayabilecek mi, ailesini getirirse bir daha memleketine, yaşamayı veya yerleşmeyi arzu ettiği ile kaç yıl sonra hizmet puanı yetecek vs vs sayısı sorunla belirsizliğe giden bir yol var.
Neticede ülkemizin tıp fakültelerini seçen %1'lik beyin takımı her aşamayı geçtiğinde karşısına bambaşka ortam, koşullar, iş, ve mevzuat kurallarının çıktığı bir girdabın içinde hayatlarını tamamlıyor. Kimisi TUS’ta dereceler yaparak bir branştan diğer branşa savruluyor, kimisi gittiği zorunlu hizmet bölgesinde 10-15 yılını doldurmuş ve yaşamak, çocuğunun büyümesini istediği coğrafyaya gidebilmekten umudunu kesmiş, kimisi zorunlu hizmeti biter bitmez hizmet puanına göre istediği yere gidemeyeceğini görüp istifa edip özel sektörde mutsuzda olsa mesleğini icra ediyor. Ülkemiz bu beyin takımını daha verimli kullanamaz mı diye sormadan edemiyor insan.
Bir paragrafı da Sağlık Bilimleri Üniversitesine (SBÜ) ayırmadan geçemeyeceğim. Artık doçent olmak zor değil.
Sağlık Bakanlığının kanuni düzenlemeleriyle birkaç defa zorunlu hizmete giden ve bir türlü istediği yere atanamayan hekimler doçent olup iyi bir referans da bulabilirler ise nokta atış istediği ilde maddi açıdan yan poliklinikte çalışan doktordan daha avantajlı şekilde, teknolojik açıdan hiçbir özel veya üniversite hastanesinde olmayan imkanları bulunan şehir eğitim araştırma hastanelerine afiliasyon sayesinde gidebilmekte. Üstelik geçici göreve gönderilmek, doğuya resen gönderilmek gibi risklerden de uzak.
Buralara sadece kamuda çalışan doktorlar gönderiliyorlar bildiğiniz üzere. SBÜ hocalarla imzaladığı sözleşme doğrultusunda kendisine ait kurumlar arasında dilerse görevlendirme yapabiliyor.
Tabi bu görevlendirmeler üniversite içerisinde olan her biri büyük illerde hastanelere ve hocanın isteği doğrultusunda yapılan keyfe keder görevlendirmeler.
Son zamanlarda SBÜ kadrolarında büyük illerde aşırı yoğunlaşma oldu. Normalde eğitim kliniği yeterliliği alabilecek kadar kadrolar her bir hastane ve klinikte yetebilecekken bazı illerin bazı kliniklerinde çift haneli rakamlara ulaşabilen SBÜ kadrolu doktor bolluğu yaşanmaya başladı.
Zaten afiliye (aslında misafir) oldukları hastanelerin bazı kliniklerinde SBÜ kadrolu hekim bolluğu yüzünden kadrosu bakanlıkta bulunan hekimlere, doçentlere verilecek poliklinik, ameliyat odası bulunamadığını da karar vericilere göstermek gerekiyor.
SBÜ kadrolarının zaten eğitim kliniği olabilmiş, fiziksel açıdan açabileceği poliklinik ve ameliyathane odası kalmamış kliniklere ve hastanelere artık verilmemesi gerekiyor. Sağlık çalışanları arasında “off” diye tabir edilen yani “boş gün” tanımını hastanelerde çalışmış herkes bilir. Bakanlığımız bürokratları içerisinde hastanede çalışmamış ve “off gün” ne demek bilmeyen yöneticilerimizin olduğunu da sahadaki bu zafiyetten anlayabiliyoruz.
Kliniklerde aylık çalışma takvimlerinde kadro şişkinliği sebebiyle (SBÜ kadrolu + Başasistan kadrolu + YÖK protokollü + Bakanlık kadrolu (PDC) + PDC dışı sağlık ve eş durumu mazeretleri (standart kadro)) görev verilemeyen ve evde “off” oturan veya kim bilir belki özel bir hastanede gayri resmi işler yapan hekimler olmamasını istiyorsanız buna bir dur demeniz gerekmektedir.
Afiliasyon misafirliği artık ev sahipliğine dönmekte ve asıl ev sahipleri başka eve çıkmaktadır desek herhalde bu yazıyı okuyan karar vericilerimize yeterince düşünecek açık kapı bırakırız. Hem doktor yok denilip hem de afiliye eğitim hastanelerinde evde “off” oturan doktorlar oluşturulmaya başlandı. Bu girdaptan çıkmanın yolu Sağlık Bilimleri Üniversitelerine ayrı hastaneler, kampüsler yapılması olabilir. Bu sayede afiliasyon denilen ve kimseyi memnun etmeyen protokollerden kurtulabilinir.
Gelelim bu yazıyı yazmama sebebiyet veren olaya. Madrid’te bulunan büyük bir hastanenin acil servis müdür yardımcısı acil servislerine salı günü 79 hastanın geldiğini, 5 doktorla acilde bu hastaları karşıladıklarını ve bu hastaların 46’sının yatışı gereken hastalar olduğunu ve yatak bulamadıkları için 3 gündür koridorlarda yatış bekleyen hastaların olduğunu söylemiş.
Grev ve hasta yoğunluğu peş peşe geldi: İspanya'da sağlık hizmetleri felce uğradı
Bizde değil acil servis, acil serviste bir doktorun baktığı hasta sayısı bazen 79’un kat be kat üstünde olabiliyor. Diğer taraftan gelen hastaların sadece ve sadece % 2-3’ü yatış endikasyonu bulunan hastalar. Sektöre daha fazla hasta, daha çok ilaç reçeteleme, daha fazla tıbbi cihaz/sarf gereksinimi gerekiyor. Ancak hükümetler, sektörün bu durumuna bilimsel verileri ve ülke imkanları doğrultusunda sınırlar çizmek zorundadır.
Sağlık, yetişmiş ve sınırlı insan kaynağı ile yürütülmek zorunda olunan ve popülizmin asla girmemesi gereken bir alandır. Son yıllarla beraber dünyada hiçbir ülke yoktur ki benim hekim sayım yeterlidir diyebilsin. Ülkeler zengin ise ilaç, tıbbi cihaz, sarf her ne olursa olsun sınırsız ve kuralsız şekilde popülizmin dibine vura vura kaynaklarını kullanabilir. Ama bu denizin biteceği gerçeğini de göreceklerdir. Peki yetişmiş sağlık insan gücü ile popülizm yapabilir misiniz? Elde ne kadar varsa kıymetini bilmek zorundasınız.
İngiltere’de 8-16 saate uzayan ambulans bekleme süreleri haberlerini okuyoruz, 16 saat ambulans gelmediği için eşini kaybeden adamın haberi hepimizi şoka uğrattı. Bizde de arandıktan 3 dakika sonra Ankara/Mamak/Akkapı’ya giden ambulans personelinin darbedilirken hastaya bakma çabasını okuyoruz.
İngiltere bu skandalı konuşuyor: 16 saat ambulans bekleyen hasta hayatını kaybetti
Ne oldu da buralara geldik? Neyi yanlış yaptık acaba? Bizde hastaneler önünde bekleyen ambulanslar yok, hastaneye kabul edilmediği için ölen hasta yok, parası olmadığı için bakılmayan hasta yok, yatak bulamadığı için evinde öl denilen hasta yok. Ama sağlık çalışanlarının memnuniyetsizliği ve sağlıkta şiddet had safhada.
Sağlıkta memnuniyetin sınırı yoktur. Peki sağlıkta memnuniyet aranmalı mıdır? Otelcilik hizmetlerinde, kalite hizmetlerinde memnuniyet aranabilir elbette. Peki hekimin, hemşirenin, ebenin sunduğu hizmetten memnuniyet aramak ne derece doğrudur? Hekim/hemşire/ebe “bana gülmedi” “baştan savma baktı” “dinlemedi bile” “zaman ayırmadı” “bana kızdı” sözlerini yakınlarından duymayan kaldı mı?
Hekimlere daha çok hasta bakarsan daha çok puan ve karşılığında para veririm diyen bir sistem, topluma da sağlık hizmeti almak için her yere, her hekime, her zaman gidebilirsin denilen bir sistem…
Hekimler, bilimin güncel verileri ışığında evrensel gelişmeleri takip ederek özgür iradeleri ile hastalarını tedavi ederler. Hekimlerin yazacağı ilaçlardan, kullanacağı tıbbi malzemelerden kazancı olur ise özgür irade ile hasta tedavi edebilmeleri imkansızlaşır. Hekimler yapacağı tedaviye, girişimsel işleme göre performans değerlendirmesine tabi tutulur ve gelirini buna göre kazanır ise yine özgür iradeleri ister istemez ipotek altına alınır.
Sektörün istediği de tam bu aslında. Daha çok hastane, daha çok hasta, daha çok tetkik, daha çok ameliyat, daha çok reçete, daha çok tıbbi cihaz, daha çok hekim…
Daha çok hekimde durmak zorundayız. Zira artık daha çok hekim bulma ihtimali yok. Hiçbir ülkenin yok.
Artık sistem kendini tüketme noktasına gelmiştir. Yapay zeka ile evde/hastanede muayene, ameliyat belki yıllar sonra yapılacak ama toplumumuzu memnun etmeyecek. Bizim insanımız hastaneye geldiğinde robot doktor değil beyaz önlüklü kanlı canlı hekim görmek istiyor. Yoksa ikna olmuyor, doktor doktor dolaşıyor her basamağa uğruyor. Muayene yasağı, sevk yasağı koyarsan da seçimde hesabını sorarlar kaygısıyla sağlık siyasete de alet ediliyor.
İvedilikle hastanelere gerekli gereksiz herkesin gelmesinin çözümlerine yönelmemiz gerekiyor. Acil servislerin suistimal edilmemesi için politikalar geliştirmemiz gerekiyor. Politika yapıcıların, karar alıcıların popülist veya siyasi kaygılarla değil sağlıkta sadece ve sadece bilimsel gerçekler vardır düsturuyla hareket etmesi gerekiyor. Yoksa her geçen gün artan hastanelerin hasta yükünü kaldırabilecek ne hekimimiz var ne de ilaç-tıbbi cihazımız var. İlacı tıbbi cihazı üretirsin ama hekim ömrünü uzatamaz isek, hekimleri koruyup yaşatamaz isek, genç hekimlerin bazı branşlardan kaçmasını önleyemez isek işimiz zor.
Her geçen gün hekimlerin üzerindeki baskı artıyor ve bu şiddete sebebiyet veriyor. Maaşların arttırılması ile hekimleri tutabilirim diye düşünüyorsanız eğer bu defa da ağır çalışma koşullarından yakınarak istifa ediyorlar, günde 5-20 hasta bakılan ülkemizle aynı nüfusa sahip ama daha az sağlık iş yükü olan ülkelere gidebilmenin yollarını arıyorlar.
Acilen sağlık sistemimizin aşırı iş yükünü tersine çevirecek politikalara ihtiyacımız var. Bu sisteme hekim yetiştirebilmek imkansız. Çözüm daha çok hekim, daha çok ilaç, daha çok tıbbi cihaz değildir. Bu gidişin sonu yoktur. Sektöre, sisteme, bana daha çok hasta, ilaç, tıbbi cihaz, tıbbi sarf bulun diyenlere dur diyebilmek gerekir. Toplumun sağlık alışkanlıklarını değiştirmek, hastaneleri gereksiz hasta yükünden kurtarıp niteliğe ağırlık verebilecekleri bir sağlık sistemini kurgulamak gerekmektedir. Hekimlerin performans puanı karşılığı alacağı ücrete göre tedaviye karar vermesinin önüne geçmemiz gerekmektedir. İlaç ve tıbbi cihaz sektörünün hekimlerle diyalogu kalıcı şekilde kesilmelidir.
Hekimlik evrensel bir meslektir. Tüm hastalar, başvurdukları hekimlerinin kendilerine güncel bilimsel gelişmeler doğrultusunda yaklaşmasını beklemektedir.
Özetle sağlık politikalarımızın son yıllarda yaşanan olağanüstü gelişmeler doğrultusunda yeniden ele alınarak yapılandırılmasında fayda bulunmaktadır. Her şeyi bulabiliriz ama yetişmiş insan kaynağını bulmak on yıllar alıyor. Elimizdekileri en verimli, en makul ve en bilimsel şekilde kullanabilmenin yollarını aramaktan başka seçeneğimiz yok. Vakit kaybetmeden…
Bir Okuyucunuz