İngilizce dilinde yapılan bu kongrede konuşmacı olarak Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Deri ve Zührevi Hastalıkları Ana Bilim Dalı Başkanı ve Dermatokozmetoloji Derneği Düzenleme Kurulu Başkanı Prof. Dr. Emel Bülbül Başkan ve Manchester Üniversitesi Tıp ve ınsan Bilimleri Fakültesi Dermatoloji Bölümünden Prof. Dr. Christopher Griffiths de yer aldı. Ayrıca, JANSSEN firmasının sponsorluğunda, Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Deri ve Zührevi Hastalıklar Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Serhat İnalöz başkanlığında, Prof. Dr. Christopher Griffiths’in konuşmacı olduğu “Ustekinumab Experience in Psoriasis” başlıklı bir uydu sempozyumu da gerçekleştirildi. Kongrenin ardından, Prof. Dr. Emel Bülbül Başkan ve Prof. Dr. Christopher Griffiths ile Medimagazin olarak bir röportaj gerçekleştirdik.
Psöriyazise (sedef hastalığı) tedavisi açısından baktığınızda, bu hastalığın beş yıl önceki ve bugünkü tedavi yöntemleri arasında nasıl farklar görüyorsunuz?
E. Başkan: Psöriyazisin patogenezinde meydana gelen yeni gelişmeler, yeni hedef hücrelerin ve moleküllerin belirlenmesiyle birlikte hastalığın çok yeni tedavi metotlarıyla iyileştirilebilmesi ve bu metotlarda organ toksisitesinin olmaması, kullanılan klasik tedavilerden daha avantajlı sonuçlar sunması açısından baktığımızda, bu hastalığın tedavisinin hızla büyüyen, ilerleyen, gelişen bir dönem içerisinde olduğunu söyleyebiliriz. Dolayısıyla öyle görülüyor ki özellikle şiddetli psöriyazis hastalarının büyük bir oranı şu anda mevcut moleküllerle tedavi edilebilmekte. Eşlik eden özellikleri nedeni ile eski tedaviyi kullanamayan hastalarda dahi bu yeni moleküllere yönelik tedavilerin yararlı olduğunu görüyoruz. Tabii ki tedavi maliyetinin artmakta olduğunu söyleyebiliriz. Ama hastaların yaşam kalitesi, iş gücü ve okul kaybı yanında, artrit nedeni ile fonksiyonelliğindeki kayıpların getirdiği ekonomik ölçütleri de hesaba katarsak aslında bunun çok da büyük bir maliyet olmadığını söyleyebiliriz.
Güncel tedaviler hastalara nasıl bir yarar sağlıyor?
E. Başkan: Güncel tedaviler daha önceden karaciğer bozukluğu, böbrek hastalıkları gibi ya da kolesterol, lipid değişiklikleri gibi sorunlar nedeni ile klasik konvansiyonel ilaçlara yanıt veremeyen ya da kullanamayan hastalara yeni bir tedavi seçeneği sunuyor. Veya bu tedavilere dirençli olup eklem bozuklukları, klinik deri belirtileri gelişmeyen hastaların da tedavi edilebildiğini görüyoruz. Ayrıca, bu tedavilerle birlikte hastaların yaşam kalitelerinin de -ki bunu anketlerle ölçebiliyoruz- dramatik ölçüde değiştiğini görüyoruz. Çünkü şiddetli psöriyazis hastaları; sabah, öğlen, akşam sürekli krem sürmek veya devamlı olarak bir ilacı içmek zorunda kalmak veya haftanın belli günlerinde bir merkeze gidip fototerapi almak yerine, kendi kendilerine uygulayabilecekleri haftada bir, 15 günde, hatta şimdi üç ayda bir uygulanan tedavilerle birlikte neredeyse yılda dört iğneyle psöriyazis belirtilerinden kurtulmuş oluyorlar. Bu da hastaların yaşamlarına büyük bir konfor katmış durumda. Onun dışında, eklemler üzerindeki etkisinden dolayı da tedavi edilmediği zaman eklem tutulumuna bağlı parmaklarında, ellerinde, eklemlerinde artrit sonucu bozukluklar gelişen hastaların da bu süreci durdurulduğu için artık bu tür sıkıntılara, fonksiyonellik kaybına rastlamayacağımızı düşünüyorum.
Türkiye’deki psöriyazis hastalarının durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
E. Başkan: Bu tedavilerle birlikte hastalara daha genel bir bakış açısı kazanıldı. Hastayı sadece derisine bakıp tedavi etmiyoruz. Yani artık hastaların sadece derisiyle ilgilenilmiyor. Hasta, hastalığına ve tedaviye yanıtı etkileyen kardiyovasküler açıdan tutun da psikolojik durumuna kadar çok yönlü -kalp hastalığı, tansiyon, lipid değişiklikleri, obezite, sigara içme gibi- ele alınıyor ve daha iyi değerlendiriliyor. Dermatologlar buldukları özelliklere göre de ilgili branşlardan destek alarak hastalarını multidisipliner açıdan takip ediyorlar. Böyle olunca, hastanın genel sağlığı için sigaranın bırakılmasından obeziteyle mücadeleye kadar birçok alanda tedaviye katkıda bulunan işlemler yapıyoruz. O yüzden yeni tedavilerle birlikte bu anlayışın gelişmesinin hastalara büyük avantaj sağladığını düşünüyorum. Aynı zamanda bir bilinçlenme de sağladı bu hastalar arasında. Yeni tedavilerin ve multidisipliner bakış açısının gelişmesiyle birlikte hasta farkındalığı arttı. Hasta dernekleri çok aktif olarak çalışmaya başladılar. 29 Ekim “Sedef Hastalığı Farkındalığı Haftası”nda hem Psöriyazis Derneği hem hasta dernekleri tarafından toplum bilinçlendirmesi amacıyla, özellikle bu hastalığın bulaşıcı olmadığı ve tedavi edilebilir bir hastalık olması teması üzerinden çok yoğun bilinçlendirme çalışmaları yapılıyor. Artık hastaların toplumda damgalanmak yerine, hastalığıyla nasıl barışık yaşar, sorunları nasıl aşabilir konusunda, diyetinden psikolojik yaklaşıma kadar daha fazla bilinç ve farkındalık eğitimlerine katıldığını da düşünüyorum.
Psöriyazis hastalığı tedavisinde güncel durum nedir? Şu an kullanılan tedavi seçenekleri nelerdir?
C. Griffiths: Şu anda psöriyazis hastalığının yönetimi için çok heyecan verici bir zamanda olduğumuzu söyleyebilirim. Gelişmekte olan birçok yeni tedavi; biyolojik tedaviler ve küçük moleküller var. Çok fazla yeni topikal tedavi bulunmuyor. Ama hastaya ilaç reçete etmeye ek olarak, hastanın nasıl yönetileceği ile ilgili daha çok şey bilmeye başlıyoruz. Yani bu aslında hayat tarzı yönetimi, kilo verme, alkol almayı bırakma, sigarayı bırakma ile ilgili. Tüm bunlar gerçekten psöriyazisin ilaca çok daha iyi yanıt vermesine olanak sağlayacaktır. Peki, hangi tedaviler mevcut? Tüm dünyadaki psöriyazis hastalarının çoğu, vitamin D veya topikal steroidlerle topikal olarak tedavi ediliyor. ıngiltere’de, primer bakım ve genel pratikte bence problem, çok fazla hastanın tedavi edilmiyor oluşu ya da çok fazla hastanın topikal tedaviyle uygunsuz olarak tedavi ediliyor oluşu. Psöriyazis, ilaçları internal olarak almadan düzgün tedavi edebilmek için çok fazla geniş yayılım gösteren bir hastalıktır. Bu nedenle, hastanın çok fazla vaktini alıyor olsa da fototerapi kullanmaktayız, Narrowband UVB fototerapi oldukça etkili. Bugünlerde hastaneye çok az sayıda hasta yatışı yapıyoruz, eskiden daha çok hasta yatışı gerçekleştiriyorduk. En sık kullanılan sistemik tedavi metotreksat. Bugünlerde oral tablet almamaya doğru bir eğilim var ve çoğu hasta ilacı subkütan olarak, haftada bir enjeksiyonla kullanıyor. Siklosporin hâlâ kısa dönemde kullanılmakta. Yeni biyolojik tedavilere başlayan hastaların sayısı giderek artıyor. Şu anda beş adet onaylı biyolojik tedavi bulunuyor.
“Data Registry” sistemi ve bu sistemin önemi nedir? Gerçek yaşam verileri neden klinik çalışmalara kıyasla daha önemli veriler sağlıyor?
C. Griffiths: Bu kayıt sistemleri ile ilgili çok güzel bir soru. Psöriyazise yönelik sistemik tedavi alan hastalar için bir kayıt sistemi olması çok önemli, ama özellikle de yeni biyolojik tedaviler için gerekli; çünkü güvenlik ve yan etkiler açısından endişe duyuyoruz. Kayıt sistemlerinin kurulması oldukça zor ve yüksek maliyetli. Çünkü kayıt sistemlerinin önemli kısmı uzun süre takip kısmıdır. Bir hastayı kayıt sistemine dâhil ettiğinizde, onu takip etmek zorundasınız. ıngiltere’de bizim biyolojik kayıt sistemimiz mevcut. ılk üç yıl için hastalardan her altı ayda bir veri topluyoruz. Sonrasında bu yılda bire çıkıyor. Şu anda dokuz yıldır kayıt sisteminde bulunan hastalarımız var. Dolayısıyla uzun süre takip önemlidir. Psöriyazis hastalığına özgü kayıt sistemine ihtiyaç duyulmasının sebebi şudur ki; artriti olan ve biyolojik tedavi alan hastalar psöriyazisi olan hastalardan farklı davranabilir. Biliyoruz ki, psöriyazis hastaları artriti olan hastalardan daha fazladır. Bu hastalar güneş ışığına maruziyetten daha fazla etkilenir ve cilt kanserleri açısından daha fazla risk altındadırlar. Ayrıca biliyoruz ki, metotreksat kaynaklı karaciğer toksisitesine daha yatkınlardır. Bu hastalar farklıdır, bu nedenle onlar üzerinde çalışırken sadece psöriyazis hastalarından aldığımız bilgilerle yetinmemeliyiz. Klinik çalışmaları değil de kayıt sistemlerini gerçek yaşam verileri olarak kullanmak zorunda olmamızın sebebi, klinik çalışmalardaki yaş, karaciğer hastalığı ve böbrek hastalığı gibi komorbiditeler, başka ilaçlar kullanıyor olma gibi seçilme niteliği kriterleridir. Bu kriterler onları randomize bir klinik çalışmaya dâhil edilmekten alıkoyacaktır. Biliyoruz ki kayıt sistemimizdeki hastaların yüzde 30’u klinik çalışmalara dâhil edilmek için uygun değil. Ve muhtemelen bu oran riske atılması gerekecek olan kısım.
Psöriyazis genel olarak hastaların yaşam kalitelerini nasıl etkiliyor?
C. Griffiths: Psöriyazisli hastaların yaşam kalitesi anlamlı olarak azaldı. Aslında, psöriyazis bazı kişiler tarafından hayatı mahveden bir hastalık olarak tanımlanıyor. Bu hastaların hayatları psöriyazis hakkında yorum yapan kişilerden kaçındıkları için sınırlandırılmış durumda. Hastaların beşte biri, cüzam hastaları gibi damgalamadan muzdarip. Çünkü halkın büyük çoğunluğu psöriyazisin bulaşıcı bir hastalık olduğunu, enfeksiyöz olduğunu düşünüyor ki elbette değil! Bu kişilerin bozuk bir yaşam kalitesi var ama diyabet ve kardiyak hastalıkları olan kişilerin yaşam kalitesi düzeylerine baktığımızda, bu da oldukça anlamlı. Biz bugün psöriyazisi olan hastaları sadece klinik şiddetine bakarak değil, yaşam kalitesini de değerlendirerek ele alıyoruz. Çünkü bu iki alanın iyileştirilmesi gerekiyor. Bazen karşılaştığımız hastaların çok minimal düzeyde psöriyazisi varken oldukça anlamlı psikolojik problemleri olabiliyor. Çünkü psöriyazis yüzde ve/veya genital bölgede olabiliyor; bu da yaşam kalitesiyle çatışıyor. Bunun tersine, oldukça yaygın psöriyazisi olup da yaşam kalitesi bozulmuş gibi görünmeyen bir hastayla da karşılaşılabilir. Bu ikisi her zaman doğru orantılı olmayabiliyor.
Bu konuda Avrupa’daki genel durum hakkında neler söyleyebilirsiniz?
C. Griffiths: Bence şu anda Avrupa’da psöriyazisli hastaların psikososyal problemlerinin, bunların farkına varmanın ve bunlar için bir şeyler yapabilmenin önemini daha iyi anlıyoruz. Böylelikle biliyoruz ki hastaların yüzde 20’si tedavi gerektirecek düzeyde üzgün ve endişeli. Bence Avrupa’da, özellikle de ıngiltere’de, biyolojik tedavi için uygun veya elverişli hastaların genellikle belirli bir yaygınlıkta psöriyazisi olmalı. “Dermatology Life Quality Index” puanı en az 10 veya daha fazla olmalı. Yani hastanın hem fiziksel hem de psikolojik problemleri olmalı. Bu, hastalığın yönetimindeki çok önemli bir kısımdır.
Eklemek istediğiniz son bir şey var mı?
C. Griffiths: Burada anahtar nokta, “tüm” hastayı yönetmek gerektiğidir. Mesele sadece reçete yazmak değildir. Mesele aslında, bir hastanın bireysel olarak nelere ihtiyaç duyduğunun anlaşılmasıdır. Bir hasta hayat tarzı yönetimine ihtiyaç duyabilir; kilo vermesi gerekebilir, sigarayı bırakması gerekebilir, alkol almayı bırakması gerekebilir ve daha fazla egzersiz yapması gerekebilir. Tüm bunlar psöriyazisin tedavisine yardımcı olacaktır. Bunlara ek olarak, yazılacak reçete de büyük fark yaratacaktır.
Teşekkürler.
''1st International Dermatology & Cosmetology Congress”in Ardından
Türk Dermatoloji Ailesi olarak 16-20 Mart 2016 tarihleri arasında ilkini gerçekleştirdiğimiz ve büyük beğeni toplayan “International Dermatology & Cosmetology Congress (INDERCOS)” ile ilgili olarak vurgulanması gereken en önemli konu, 450 katılımcının bulunması ve 40 civarında yabancı konuşmacının sunum yapmış olmasıdır.
Çoğu Türkiye’ye ilk kez gelerek sunum yapan yabancı konuşmacılar gerçek anlamda kendi alanlarında dünya çapında bilimsel tecrübeye sahip kişiler olup, bunlar arasında sayılabilecek olanlar; “psöriyazis” alanında Prof. Dr. Christopher Griffiths, “ürtiker”de Prof. Dr. Torsten Zuberbier, “tırnak” konusunda Prof. Dr. Echart Haneke, “deri lenfomaları”nda Prof. Dr. Günter Burg, “vitiligo”da Prof. Dr. Torello Lotti, “akne ve rozasea”da Prof. Dr. Andreas Katsambas, “Behçet hastalığı” ve “hidradenitis”te Prof. Dr. Christos Zouboulis, “IVIg” konusunda Prof. Dr. Paul Strangers, “büllü hastalıklar”da Abdul Rezzaque Ahmed, “saç hastalıkları”nda Prof. Dr. Jerry Shapiro ve “hayat yaşam kalitesi” konusunda Prof. Dr. Andrew Finlay’dır. Ayrıca, kozmetoloji alanında dünyanın çeşitli yerlerinden konularında uzman olan hocalarımız katkıda bulunmuşlardır. Bunlar arasında Uwe Wollina, Paolo Sbano, Gregoris Stavrou, Viktor Shavlak, George Sulamanidze ve Heike Heise bilgi paylaşımında çok büyük katkıda bulunmuşlardır.
Türkiye’de ıngilizce dilinde yapılan ilk dermatoloji kongresi olma özelliğini taşıyan bu kongrede amacımız, dermatoloji ve kozmetoloji alanlarında yetişmekte olan genç dermatolog arkadaşlarımıza gerçek anlamda bilimsel katkıda bulunmak idi. Zira bu konuşmacıların hepsini bir arada dinleyebilmek için yurt dışında birçok kongreye katılmak gerekmektedir.
Bu kongrenin ardından vurgulanabilecek en önemli konu, “Türk Dermatoloji Ailesi” adına önemli bir başarıya imza atılmış ve genç arkadaşlarımızın sürekli eğitimlerine yardımcı olunmuş olmasıdır.
Sizleri gelecek yıl 15-18 Mart 2017 tarihleri arasında yapılacak olan “2nd International Dermatology & Cosmetology Congress (INDERCOS)”e davet ediyor ve katkıda bulunmanızı istiyoruz.
Saygılarımızla,
Kongre eş başkanları
Prof. Dr. Ümit Türsen
Mersin Üniversitesi Sağlık Araştırma ve Uygulama Hastanesi,
Deri ve Zührevi Hastalıklar Ana Bilim Dalı
Prof. Dr. Serhat İnalöz
Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi
Deri ve Zührevi Hastalıklar Ana Bilim Dalı