Medimagazin logo

Türkiye Sağlık Enstitüleri Başkanlığı: Beklentiler ve sorunlar

Prof. Dr. Ahmet GÜL, Hürriyet'e konuk yazar olarak yazdı...
Türkiye Sağlık Enstitüleri Başkanlığı: Beklentiler ve sorunlar
Abone Ol:
Medimagazin google abone ol

Gelişmiş ülkelerin çoğunda sağlık bilimleri alanında üst düzeyde araştırma ve geliştirme (Ar-Ge) faaliyetlerinin yürütüldüğü Ulusal Sağlık Enstitüleri ya da benzer isimlerle anılan merkezler bulunuyor ve ülkemizin de bu kapsamda hizmet veren bir kuruluşunun olması büyük önem taşıyor.


Türkiye Sağlık Enstitüleri Başkanlığı’nın (TÜSEB) kuruluşu ve görevleri ile ilgili kanunun 26 Kasım 2014 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmesi ile merkezi İstanbul’da olan ve bünyesinde 6 enstitüyü barındıran bu yapının kuruluşu tamamlandı.

TÜSEB sağlık bilimleri alanında Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu’nun belirlediği öncelikleri ve kalkınma hedeflerini dikkate alarak, ülkeye ve insanlığa hizmet edecek yeni teknoloji ve ürünlerin geliştirilmesini ve üretimini sağlamayı, kendi bünyesinde ya da kamu ve özel hukuk tüzel kişileri ile işbirliği ile Ar-Ge faaliyetleri yapmayı, ülkemizde sağlık bilimleri alanında yapılan Ar-Ge çalışmalarını koordine etmeyi, desteklemeyi ve bu faaliyetlerin verimli şekilde yürütülebileceği ortamları hazırlamayı amaçlıyor. Bu amaçların tümü oldukça değerli ve yerinde olmakla beraber, kanunla tanımlanan TÜSEB yapılanmasının kurumun bu hedeflere ulaşmasını sağlaması oldukça güç gözüküyor.

Alan belirlemesi için ön çalışma yok

TÜSEB kanunu altı enstitüyü kuruluş aşamasında tanımlayarak Başkanlığın öncelikli hedeflerini belirlemiş bulunuyor:
Türkiye Kanser Enstitüsü, Türkiye Sağlık Hizmetleri Kalite ve Akreditasyon Enstitüsü, Türkiye Biyoteknoloji Enstitüsü, Türkiye Anne, Çocuk ve Ergen Sağlığı Enstitüsü, Türkiye Kronik Hastalıklar Enstitüsü, Türkiye Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp Enstitüsü.

Sağlık bakanlığı’nda yapılan açıklamalarla da, ilk 6 ay içerisinde bu yapılardan Türkiye Kanser Enstitüsü ve Türkiye Sağlık Hizmetleri Kalite ve Akreditasyon Enstitüsü’nün kuruluşuna öncelik verileceği duyuruldu. Ülke kaynaklarının verimli kullanılması adına, böyle bir yapı içerisinde yer alacak ve tercihli olarak desteklenecek kurumların belirlenmesinde ülkenin sağlık alanındaki öncelikleri, Ar-Ge faaliyetlerindeki birikimi, bilim insanı gücü ve alt yapısı ile seçilen alanlarda dünyadaki benzer kurumlarla rekabet gücü dikkate alınmak zorunda. Bununla birlikte, Türkiye’nin sağlık bilimleri alanında öncü rol oynayabileceği alanların belirlenmesi konusunda bir ön çalışma yapıldığına dair herhangi bir veriye ulaşılamadı ve kanunun gerekçesinde böyle bir çalışmaya atıf yapılmadı.

Sonuç olarak, yapılan tercihlerden, kanser hastalığının ülkemizin öncelikli sağlık sorunu olarak görüldüğü ve bu konudaki mevcut imkan ve birikimlerimizin Ar-Ge çalışmaları ile yenilikçi ürünler geliştirmeye en uygun alan olarak düşünüldüğü anlaşılıyor. Tüm dünyada aynı konuda çalışan araştırmacı sayısı ve araştırma desteklerinin büyüklüğü göz önüne alındığında, rekabet yönünden zorlu bir alanda çalışmaya başlandığı ve olumlu sonuçlar almanın zaman alacağı söylenebilir.

Aynı kapsamda, bölgesel olarak bir farklılık oluşturabileceğimiz ve tarihi birikimlerimizin de katkıda bulunabileceği enfeksiyon hastalıkları ve aşılar konusunda neden bir enstitü kurulmadığının ve öncelikli alanlar arasında düşünülmediğinin, özellikle sınırlı kaynaklarımızın verimli kullanılması açısından sorgulanmasında yarar var.

Yönetim bürokrasi ağırlıklı

TÜSEB’in öncelikli görevleri arasında sağlık bilimleri alanındaki Ar-Ge faaliyetlerinin koordinasyonu ve desteklenmesi ilk sıralarda yer alıyor. Ülkemizde sağlık bilimleri alanında yürütülen Ar-Ge faaliyetlerini izleyecek, yönlendirecek ve destekleyecek bir üst yapının bulunmadığı göz önüne alındığında, TÜSEB’in önemli bir görev üstlenmesi bekleniyor.

Bununla birlikte, kanunla tanımlanan Yönetim Kurulu ve Yüksek Danışma Kurulu’nun bürokrasi ağırlıklı ve icraya dönük yapısı dikkate alındığında, bu hedefe varmanın çok güç olduğu söylenebilir. Her şeyden önce, Ar-Ge faaliyetlerini koordine etmeyi ve desteklemeyi amaçlayan bu kuruluşun bir ‘Bilim Kurulu’nun olması gerekiyor.

Yurtdışındaki benzerlerinde, kurumun destekleyeceği araştırmaların türüne göre bağlı oldukları bakanlık ülkemizdeki Sağlık Bakanlığı ya da Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı eşdeğerleri de olsa, öncelikli olarak bilim insanlarından oluşan özerk bir yapılarının olduğu görülüyor. Ülkemizde Ar-Ge faaliyetlerinin yürütülmesi ve desteklenmesi TÜBİTAK başta olmak üzere, öncelikli olarak kamu kaynakları kullanılarak yapılıyor.

Yönetim yapısı bilimsel projelerin değerlendirmesi için uygun değil

TÜSEB kanunu yürürlüğe girdikten sonra sağlık bilimleri alanında Ar-Ge faaliyetlerinin desteklenmesinin nasıl yürütüleceği konusu açık değil. Bu kanun sonrasında sağlık bilimleri alanındaki Ar-Ge faaliyetlerini desteklemek görevi TÜSEB’e devredilecek ise, akademik ve endüstriyel Ar-Ge çalışmalarını ve yenilikleri desteklemekle görevli olan TÜBİTAK’ın Bilim Kurulu ve organizasyon şeması göz önüne alınarak TÜSEB yapılanmasının yenilenmesine ihtiyaç var.

Öngörülen yönetim yapılanması bilimsel projelerin değerlendirilmesi ve destek kararlarının verilmesine uygun değil. Özellikle başkanlık projeleri dahil, kamu kaynağı kullanılarak yapılacak ve tutarı 1 milyon TL’nin üzerindeki TÜSEB’in faaliyet alanı kapsamındaki Ar-Ge projelerine, Sağlık Bakanı’nın başkanlık yaptığı yönetim kurulunun karar verecek olması, kurumun bilimsel özerkliği konusundaki tartışmaların her zaman gündemde kalmasına neden olacak.

TÜSEB, Ar-Ge faaliyetlerinin desteklenmesi konusunda TÜBİTAK’ın görevlerini üstlenmeyecek ise, mevcut desteklerin kullanımı konusunda TÜSEB araştırmacıları ile üniversiteler ya da diğer araştırma merkezlerinden başvuran araştırmacılar arasında kaynakların kullanımındaki farklılıklara bağlı adaletsiz bir durumun ortaya çıkması söz konusu olacaktır.

Ülkemizde Ar-Ge konusunda bir ivme sağlanması arzulanıyorsa, TÜSEB bünyesindeki araştırmacılar için tanımlanmış olan tüm muafiyetlerin, aynı kamu kaynakları tarafından desteklenen tüm Ar-Ge faaliyetlerinde geçerli olmasını sağlayacak, bütün bilimsel araştırmaları ve yenilikçi çalışmaları benzer şekilde teşvik edici yeni yasal düzenlemelerin yapılmasına ihtiyaç var.

Bakanlığa bağlı olması sorun yaratır

Kurulmasına öncelik verilen merkezlerden birisi olan Türkiye Sağlık Hizmetleri Kalite ve Akreditasyon Enstitüsü yapılanma konusundaki sorunlar için güzel bir örnek oluşturuyor. Bu enstitünün öncelikli hedefi sağlık hizmetlerinin ve bu hizmeti veren kurumların akreditasyonunu yapmak olacaksa, hem Türk Akreditasyon Kurumu’na alternatif bir kurum oluşturması, hem de Sağlık Bakanlığı bünyesindeki kuruluşları da denetleyip akredite edecek bir kurumun bağımsız yapıda olmayıp, doğrudan bakanlığa bağlı olması sorunlara neden olacak.

Bu enstitünün mevcut yapılanma ile, Türk Akreditasyon Kurumu’na sağlık alanında akreditasyon konusundaki esasların belirlenmesi konusunda danışmanlık yapması beklenmeli ve akreditasyonu yapacak kamu ya da tüzel kişilerinin bağımsız kurumlar olarak kalmaları sağlanmalı.

Bununla birlikte, bu enstitünün toplum sağlığın korunması ve hastalıkların tedavileri alanında, Sağlık Bakanlığı ve Sosyal Güvenlik Kurumu gibi geri ödeme kurumlarına danışmanlık yaparak, sağlık politikalarında tavsiye kararları oluşturmak, tedavi protokollerinin geliştirilmesini sağlamak ve tedavi hizmetlerinin sonuçlarının izlenmesini sağlamak gibi görevler üstlenmesinin uygun bir yapılanma ile çok başarılı sonuçlar vereceği söylenebilir.

İngiltere’de bulunan NICE (National Institute for Health and Care Excellence) kurumunun bu açıdan doğru bir örnek olduğu söylenebilir ve ülkemizde kurulacak benzer bir yapının sağlık alanında ülke kaynaklarının akılcı ve verimli kullanılması konusunda bilimsel temelli veriler üreten bir merkez olarak yararlı hizmetler vermesi beklenmeli.

Bu bağlamda, İngiltere’de sağlık hizmeti konusundaki araştırmaların koordine edildiği merkez (National Institute for Health Research) ile yenilikçi temel araştırmaların desteklendiği kurumun (Medical Research Council) birbirinden ayrı olduğu, farklı bakanlıklar tarafından desteklenen, bilimsel ve idari özerkliğe sahip yapılanmalarının olduğu da hatırda tutulmalı.

Yapısal değişikliklere ihtiyaç var

Son olarak TÜSEB bünyesinde 200 yataklı bir araştırma hastanesinin de kurulacağı ve bu merkezde Faz 2 ve Faz 3 klinik araştırmaların yürütüleceği yapılan açıklamalar arasında yer alıyor. Halen pek çok üniversite ve Sağlık Bakanlığı’na bağlı Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde Faz 2 ve Faz 3 klinik araştırmaların yürütüldüğü biliniyor. Araştırma hastanelerinin işletim güçlükleri ve araştırma için gerekli hasta büyüklüğüne ve çeşitliliğine  ulaşmanın büyük bir hizmet yükünü beraberinde getirdiği akılda tutularak, böylesi bir kurumdan öncelikli beklentilerin preklinik ve Faz 1 klinik araştırmaların yürütüldüğü bir merkez oluşturmak olduğu söylenebilir.

Ülkemizde Ar-Ge faaliyeti gösteren araştırmacıların ve çalıştıkları merkezlerin sayısının görece azlığı göz önüne alındığında, belki de öncelikli hedefin yeni bir araştırma hastanesi açmaktansa, İngiltere’de MRC tarafından farklı üniversiteler ile ortak olarak geliştirilip desteklenen merkezler ya da araştırma birimlerine benzer şekilde, üniversiteler ya da Eğitim ve Araştırma Hastaneleri bünyesinde TÜSEB tarafından desteklenen merkezler açmak olması çok daha akılcı olabilir ve sonuca daha erken ulaşmayı sağlayabilir.

Sonuç olarak, TÜSEB ülkemiz için umut vadeden bir kurum olarak kurulmuşsa da, hedeflenen sonuçlara varabilmesi için ciddi yapısal değişikliklere ihtiyacı var. Bu değişikliklerin en kısa zamanda gerçekleşmesi umuduyla, TÜSEB kurumunun ülkemiz için hayırlı olmasını ve sağlık bilimlerinde devlet, üniversite ve sanayi işbirliği ile, toplumumuz ve insanlık için yararlı çalışmalara zemin hazırlamasını diliyorum.

 

Prof. Dr. Ahmet GÜL

İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi

Bilim Akademisi Derneği Üyesi

türkiye sağlık enstitüleri başkanlığı
tüseb
sağlık enstitüsü
sağlık bakanlığı
Yorum (3)
www.aciamagercek.com
HASTALIK LOBİSİ NEDEN KARŞI ÇIKIYOR? Neden hastalıkları önleyemiyoruz ve neden bilim ve teknolojide sürünüyoruz? Bilim dünyamız ve üniversiteler, asırlardır bilim ve teknolojik yönden kastre edilmiş ve ülkeyi pazar haline getiren küresel sisteme harem ağası gibi bağlanmış bulunuyor. Harem ağası yapmanın yolu, önce bilim ve teknoloji üreten yolu budamak, sonra da teknolojik üretime ve kazanca dönüşmeyen sözde bilimsel çalışmalarla kıt kaynakları tüketmek : Bilimsel istimna. Yapılan anlamsız araştırmalar bir işe yaramıyor. Başkasının keşfettiği akıllı telefonlarla caka satmak, akıl olarak yansımıyor. Türkiye bor cenneti ama bilim dünyamız, çöpe giden bor atıkları içinden kilosu 72 .000 dolar olan rubidyumu üretmekten aciz. Milyonlarca keşif veya patentin trilyon doları kazandığı bir dünyada, keşfettiğimiz bir tane ilaç, aşı veya molekül var mı? Bilim dünyamız haremağası gibi sadece konuşuyor, laf üretiyor. Sorunların kaynağı, bilim ve çözüm üretemeyen bu yapı ve istemezükcü sömürge aydınları. Bu yapı ne bilim, teknoloji üretiyor ne de hayati sorunlara çözüm. Bunların tek derdi karşı çıkmak. Eğitim araştırma hastaneleri üniversite olmasınmış. 91 Tıp Fakültesi Dekanı, yıldırım hızıyla rapor hazırlıyor, hastalıkları önleyecek ve sağlığı koruyacak MİLLİ SAĞLIK ENSTİTÜSÜ kurtulmasın diye milli iradeye baskı yapıyor(2). Bilim ve teknoloji üretemeyen, yaşamsal sorunlarımızı çözemeyen bu yapı ne işe yarıyor? Başkalarının ekmeğine yağ süren araştırmaların bize ne faydası var? Sadece makale yayınlamakla, atıf almakla sorunlarımız çözülmüyor. Nerede kendi sorunlarımızı çözen araştırmalar? Nerede kendimizin ürettiği teknolojiler? Nerede projeler? Nerede patentler? ABD’ de geçtiğimiz yıl 600.000 patent başvurusunun 100.000 ‘i patent alırken, bizler komik bir şekilde parmaklarımızı sayıyoruz. Kendi yaşamsal sorunlarımızı çözmeye yönelik araştırmalar yapamıyor. 5 yıldızlı otel ve tatil köylerinde yapılan bilimsel kongreler, bu iki bacaktan yoksun olan bilim dünyamızın ağır maluliyetine çözüm bulamıyor. Bu yüzden kötü kader yakamızı bırakmıyor. Bu yüzden her çeşit sosyal ve bedensel hastalıklardan telef oluyoruz. Bu yüzden her çeşit kriz bizim kaderimiz olmuş. Bilimsel yayın kalitesi yönünden 1981 – 1999 yılları arasında en çok atıf alan araştırmacı sayısı: İsrail için 44, İngiltere için 350, ABD için 3572 iken ülkemiz için maalesef sadece bir kişi. Bilimsel araştırmaların teknolojiye aktarılması ve teknolojik gelişmenin doğrudan ölçüsü olan milyon kişiye düşen patent sayısı ise ülkemiz için ne yazık ki sıfır. Yeni rakamlar da farklı değil. 27 bin makale basılıyor, patent sayısı 85. Buna Zihn-i sinir projeleri de dahil. İsrail’de 4 bin civarında makale basılıyor, patent sayısı 1.500. Gelişmiş ülkelere göre alınan patent ve proje sayısı ile bilimsel araştırmaların teknolojik üretime dönüşme oranı bile bilim dünyamızın ne kadar kısır olduğunu gösteriyor. Kaynakları tüketen bu yapı, ülkemizin sorunlarını çözen, kötü kaderini değiştiren düşünce, bilgi, araştırma ve projeler üretemiyor. Gecekondu üniversiteler diplomalı işsiz yaratmaktan başka bir işe yaramıyor. Gösterişli binalar ve dev kampüsler ise dünyanın en iyi üniversiteleri arasına girmeye yetmiyor. Düşünen ve sorgulayan yetenekli çocuklarımızı bir servet ödeyerek gönderdiğimiz şaşalı okullar, insanımızı bilimsel düşünemeyen bir topluma dönüştürüyor. Bu nasıl eğitim ki, seçmen sayısını veya depremde ölenlerin sayısını doğru saymayı bile öğretemiyor. Göl olacak bölgeye havaalanı yapanlar, bu üniversitelerde yetişiyor. Bilimden nasibini alamayan bir toplumun kaderi bu. Bilim dünyamız, keşfetmek ve üretmek yerine, ithal edilen ayfonlarla, aypedlerle gösteriş yapmayı marifet sanıyor. İthal ürünlerle caka satmak kimi zengin ediyor? Ürettiği ile değil, tükettiği ile övünenler yüzünden Apple trilyon dolara koşuyor. Üniversiteler, sarımsağın Çin’den ithalini bile sorgulamaktan aciz dünya vatandaşı yetiştiriyor. Bilim dünyamızın, dünyadaki sömürü sisteminden de haberi yok. Bilmiyorlar ki modern sömürgecilik adı verilen sistemin amacı, cep telefonundan uçağa, ilaçtan aşıya ülkeleri acıtmadan sömürmektir. Modern sömürgecilik denilen akıl oyunu, Üniversite – Sanayi bağını keserek teknoloji üretimini önlerken, herkes bilim ve araştırma yapacak diyerek kıt kaynakları tüketiyor. Sonuç : bilim ve teknolojide mandacılık. Kısırlığın nedeni bu. Herkes güya araştırma yapıyor da hangi sorunumuz çözülüyor ve kaç para kazanıyoruz bilen var mı? Halbuki, kıt kaynakları, ‘Bilim ve Teknoloji Merkezleri’nde hayati ihtiyaçları üretmek için harcamak gerekiyor. Orta gelir tuzağını başka nasıl aşacağız? Bilim, teknoloji ve çözüm üretmesi gereken üniversiteler, neyle uğraşıyor? Halkımızı gittikçe artan hastalık ve ölümlerden koruyacak olan Türkiye Sağlık Enstitüleri Başkanlığı (TÜSEB) kurulması, tıp fakültelerini ayağa kaldırıyor(2). 91 Tıp Fakültesi Dekanı, yıldırım hızıyla sağlığımızı koruyacak bu yapıyı önlemek için rapor hazırlıyor ve TÜSEB kurulmasın diye milli iradeye baskı yapıyor. Ülkemizde ölümlerin % 86’sı ise önlenebilir nedenlere bağlı yani yaklaşık 372.000 insanımız her yıl pisipisine ölüyor(1) ama bunların umurunda değil. Her yerden hasta ve hastalık fışkırıyor. Bedensel, ruhsal, sosyal, zihinsel hastalıklar ve hasta sayısı rekor düzeyde ama hastalık lobisi Milli Sağlık Akademisi kurulmasın diye bastırıyor. Batı ülkelerinde hastalıkları önleyecek, ' Önleyici kardiyoloji, Önleyici tıp' bilim dalı ve uzmanları var. Halk sağlığı enstitüleri ve fakülteleri var. Görevleri toplumu hastalıklardan korumak. ‘Koruyucu önleyici bilim dalları bizde niye yok’ diye bu yapının kampanya açtığını duydunuz mu? Toplum hastalıklar karşısında bunlar yüzünden savunmasız. Toplumu hastalıklardan koruyacak bilimsel çözümleri kim üretecek? Toplumun beyni üniversiteler değil mi? 9 yılda hastalık harcamaları 8 kat artmış ama ‘ayrılan kaynaklar yetersiz, daha çok para verin’ diyen yine bunlar. Domuz gribi oyununda, bunların yüzünden oyuncak olmadık mı? Altı ay gibi kısa bir sürede aşı üreten bir dünyada biz kanamalı Kongo virüsünden aşı yerine laf üreten bu yapı yüzünden ölüp gidiyoruz? Milyonlarca insanın ölümüne yol açan salgın halinde ne yapacağız? Daha dün fiyatı 2 TL olan penisilin olmadığı için halk sağlığı tehlikeye girmedi mi? Akut eklem romatizmasından kalp romatizmasına, kronik nefritlerden streptokok infeksiyonlarına kadar pek çok hastalığı ve buna bağlı ölümleri önleyen bu ve benzeri ilaçlar için üniversiteler neden anında rapor hazırlamadı? Neden 60 yıldır bu ilacı biz üretemedik? Hastaların kanı, canı, gözyaşı hastalık lobisinin cebine para olarak akarken neden bunların sesi çıkmıyor, kılı kıpırdamıyor? Hayati önemi olan ilaç, aşı, kalp cihazları, kalp kapakları, kalp pilleri, stent, protez ve ortezlerini üretmek yerine, milyarlarca doları kısırlaştırılmış, hadım edilmiş bu yapı yüzünden yabancılara hediye ediyoruz. Hastalıkların önlenmesi ise bu dev sektörü çökertiyor. Kaynakları dışarıya pompalayan bu emme basma tulumbanın sürekli çalışması, hasta olmamıza bağlı. Yoksa cebimizi boşaltan bu sistem temelden çöker. Hastalık lobisi bu sistemin bekcisi ve yılmaz savaşcısı. Hastalıklarin arkasında hastalıktan beslenen rant lobisi var. Hastalık canavarının yaşaması, hastalıkların artmasına bağlı. Hastalıkları önleyen, sağlığı koruyan bir sistem kurmak isterseniz hemen karşınızda bu yapı çıkıyor. Hastalık lobisinin silahı ise insanı hasta eden zararlı maddeler. Bu yapıyı çökertecek bir sistem kurmaya kalkarsanız hemen yaygara başlıyor. Çünkü bilim dünyasını hastalık sektörü finanse ediyor. Bilime ve modern tıbba yön veren sektörler, para getiren hastalık ve risklere dayandığı için, tıp kurumu dahil hiç kimse bindiği dalı kesemiyor. Bu yüzden bataklık kurutmayı ve önlemeyi üstlenen yok. İşte bunların aymazlığı yüzünden milyonlarca çocuk ve gencimiz alkol, sigara ve uyuşturucuya başlıyor, sağlıksız besleniyor, şekere müptela. ABD’de her yıl 300.000 kişi şişmanlık nedeniyle ameliyat olurken, bizim bilim dünyamız ameliyatlar bizde niye az yapılıyor diye üzülüyor. Binbir çeşit diyetler, zayıflama ilaçları ve merkezleri, bitkisel numaralar, uzmanlar… Sektör şişmanları öğütürken artan GDO’lu mısır şekeri kotasıyla sağlık ve hayatımızı çökertiyor. Hangisini önlemek kolay? GDO’lu mısır şekerini mi yoksa diyabeti, şişmanlığı, hipertansiyonu ve bunlara bağlı bir düzine hastalığı mı? Bunları önleyecek MİLLİ SAĞLIK AKADEMİSİ engellendiği için hastalıktan sürünüyoruz. Bilim; sebep - sonuç ilişkisi kuran disiplinin adı ise, kötü kader gibi yakamıza yapışan sonuçları önlemenin yolu, sebepleri önlemekten geçer. Ama bu yapı yüzünden kaynakları kuyruğu peşinde dolanan kedi gibi, bitmek bilmeyen sonuçların peşinde koşarak çarçur ediyoruz. Demek ki bilimin sadece lafını ediyoruz. Hayata yansıyan sadece cehalet. Son 22 yılda % 1000 artan şeker hastalığını önlemeyi akıl edemediğimiz için her yıl 4 milyar doları şekerle ilgili hastalıklara harcıyoruz. Tip 2 şeker hastalığı 1990’da 1 milyon iken şimdi 10 milyonu geçti. Son 10 yılda kanserli hasta sayısı 6 kat arttı. Sağlıksız yaşam tarzı, çevre kirliliği, sigara ve alkol nedeniyle her yıl 150 bin kişi kanser olmakta. Nefes darlığına yol açan ilerleyici akciğer hastalığı sigarayla mücadeleye rağmen çevre kirliliği nedeniyle hızla artıyor. 6 milyona ulaştı. Şişman insan sayısı son 10 yılda 2 kat arttı. 5,5 milyondan 11 milyona çıktı. Erişkin nüfusun 17 milyonu yüksek tansiyonlu. Üçte ikisi habersiz. Haberi olan doktora gitmiyor, gidenler ilacını almıyor, ilacını alanlarda başarı oranı ise % 20. Çok kolay tedavileri bile başaramazsak, hipertansiyonun doğurduğu daha zor hastalıkları nasıl önleyeceğiz? Bunca hastalık, felaket, ızdırap ve ölüm için bunların alelacele toplanıp aldıkları karar : hastalıkları önleyecek ve sağlığı koruyacak MİLLİ SAĞLIK ENSTİTÜSÜ kurulmasın. Bunca insan hasta olsun, pisipisine ölsün bunu mu istiyorlar? Önleyici Kardiyoloji, Önleyici Tıp ve Halk Sağlığı Fakülteleri bizde neden yok? Hastalıklar önlenirse hastalıktan beslenen sistem çöker, bu yüzden her şey hasta olup güya tedavi olmamız üzerine kurulu. Tedavi oluyorsak, ölenlerin % 86’sı neden önlenebilir hastalıklardan ölüyor? Önlenebilir demek önlemiyorsunuz demektir. Modern dünya, koyunlara kalp hızına duyarlı çip takmış, vahşi hayvan görünce korkudan kalp hızı artıyor, çobanına kurtar beni baba diye mesaj atıyor. Tehlike anında, takılan çipten çobanına mesaj atarak koyunları bile koruyan bir dünyada, insanımızı koruyacak olan MİLLİ SAĞLIK ENSTİTÜSÜ gibi benzer bir sisteme neden karşı çıkıyoruz? Yaşadığımız akvaryumu kim, nasıl temiz tutacak? Hastalıkları önleme, sağlığı koruma yani yaşadığımız akvaryumu temiz tutma görevini kim yapacaktır? Food Drug Administration (gıda ve ilaç takip merkezi) benzeri vesayet altına girmeyen bir kurumumuz maalesef yok. Varsa bunca kirlilik, bunca hastalık neden? FDA, küresel şirketlerin vesayeti altına girdiği için görevini tam olarak icra edemiyor. Böyle bir kuruma Medya takibi de eklenmelidir. Medyadan kasıt, sadece yaşadığımız ortamın temiz ve sağlıklı olması yani hava, su, toprak, temiz çevre, trafik, egzos takibi değildir. Medyada zihinsel kirlenmeye yol açan sağlığı bozan reklamlar, diziler, algımızı ele geçirmeye çalışan beyin yıkamalar önlenmelidir. Çağımızda özgürlüğün önündeki en büyük engel, zihinsel esaret. Bütün bunları başaracak olan akademik kurumun adı MİLLİ SAĞLIK ENSTİTÜSÜ ! Sağlığı koruyacak, hastalıkları önleyecek kurumların amacı, bedensel, ruhsal, sosyal ve zihinsel sağlık, yöntemi de bilim ve teknoloji. Hastalıktan beslenen küresel iradenin muhalefetini kırmanın yolu ise, anayasal güvence altına alınan sağlık ve bilimdir. Bilim, teknoloji, akademiler, üniversiteler, kurumlar ne işe yarıyor? Bunlara niye avuç avuç para veriyoruz. Bunları organize eden MİLLİ SAĞLIK ENSTİTÜSÜ’ne hastalık lobisi neden karşı çıkılıyor, anlayan var mı? Halkın imkanlarıyla kurulan ve yaşatılan üniversiteler, kaynakları tüketen ve sadece laf üreten haremağası modelinden kurtulmalı ve bilim teknoloji üreten, sağlığı koruyan modele kavuşmalıdır. Çünkü kaynaklar sonsuz değil sınırlıdır. Bu sınırlı kaynakların bilimsel anlayışla ve akıllı kullanımı gerekiyor. Aksi halde aspirinden uçağa, aşıdan domates tohumuna kadar binlerce teknolojik ürüne harcanan para, bilim üreten ülkelere sürekli hediye edilir. Patent ve teknoloji üreten ülkeler, bu hediye ile gelişir süpergüç olur. Bilim ve teknoloji üretemeyen ülkeler ise, bilimsel masallarla uyutulan sömürgelere dönüşür. İşin özü bu. Süper doktorlar hastalıkları önler, vasat doktorlar erken teşhis ve tedavi eder, diğerleri ise hastalıklardan yarar sağlar. Asıl Da Vinci’nin şifresi bu. Çözün artık. Huang Dee : Nai Ching (MÖ. 2600 Çin’in ilk Tıp kitabı) www.aciamagercek.com KAYNAKLAR 1. Yılda 372 bin kişi pisi pisine ölüyor. http://arsiv.sabah.com.tr/2005/07/24/gun101.html 2. Tüm tıp fakültelerinin Sağlık Bakanlığı bünyesinde kurulacak olan Türkiye Sağlık Enstitüleri Başkanlığı’na bağlanması tasarısına, 91 tıp fakültesi dekanı itiraz etti. http://www.medimagazin.com.tr/hekim/universiteler/tr-saglik-yokune-itiraz-2-15-59524.html 3. Sigaraya yılda 15 milyar dolar harcıyoruz. http://www.ntvmsnbc.com/id/25101255/ 4. http://www.medimagazin.com.tr/hekim/sgk/tr-saglik-harcamalari-9-yilda-8-kat-artti-2-18-34892.html 5. "İlaç sanayii kurulması için Galatasaray'ın Sneider'e ödediği kadar para lazım" http://www.medimagazin.com.tr/hekim/universiteler/tr-ilac-sanayii-kurulmasi-icin-galatasarayin-sneidere-odedigi-kadar-para-lazim-2-15-49502.html 6. SGK sordu: 1700 ilaç piyasada niye yok? http://www.sgmder.org.tr/tr/Haberler/98-sgk-sordu-bin-700-ilac-piyasada-niye-yok.html 7. Diyabetin devlete maliyeti 13 milyar TL http://www.hurriyet.com.tr/yasasinhayat/18054163.asp
0
Cevapla
Serdar Ceyla
Neden mi bilim yok ülkede bilim adamı olduklarını söyleyenlerin derdi bilim değil ve tabii kel başa Şimşir tarak olmaz bilim bakanlığının başındakinin diploması sahte. Yani al birini vur ötekine sonrada aaaaa böyle miydi hiç bhaberim yok; nasıl iş, ne iş....
0
Cevapla
eppur si muove
Sayın Prof Dr Ahmet Gül, temel olarak yazdıklarınızda haklısınız. ancak bu tür kurumlara batıda siyaset girmez. ne olduğuna bakılmaksızın tamamen liyakate göre atama yaplır. ABD: Bethesda NHI National Health Institute:Aabd Sağlık ve Bilim politikasının saptandığı yerler. politika saptanır bilim üretilir. Obama gelince Başkan ve üst düzery bilimcilerin hiç biri değişmedi. Obama siyahi diye çalışanlar arasında siyahi oranı artmadı. Demokrat parti yandaşkları üst düzey kadrolara atanmadı. Diğer batı ülkeleri de öyle. Bakın şimdi: Kurulan Sağlık Bilimleri ensitüsüne atananların liyakatine ve siyasi yapısına: MESELENİN ÖZÜ BU. İYİ ADAM BİZDEN DEĞİL ATAMA YETERSİZ ADAM BİZDEN OLSUN ÇAMURDAN OLSUN. Bakın atamalar görün ve üretim ne olacak yaşayın. İŞTE TUBİTAK: İŞTE EAH'lar... ve gelecek Mektebi Şahane..bakın görün kimler atanıyor.
1
Cevapla
Yorum Yaz
0/300

Bu haberler de ilginizi çekebilir