Bugüne kadar çoğunlukla okurlarımızın karşısına hekimlerin mesleki çalışmaları, mesleki yaşamları, sağlık sektöründeki gelişmeler ile çıktık. Ancak bugün bir hekimi, sosyal yönüyle sayfamıza konuk etmek istiyoruz. Bahsettiğimiz hekim, Ankara Üniversitesi Dişhekimliği Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Adnan Öztürk.
Prof. Dr. Öztürk başarılı bir öğretim üyesi, başarılı bir diş hekimi, bir çene cerrahı ve başarılı bir idareci olmasının ötesinde, adından sanatçı yönüyle de sıkça söz ettiriyor. Kendisiyle fakültedeki odasında, oldukça sıcak ve hoş bir sohbete başlıyoruz. Biz soruyoruz, Prof. Dr. Adnan Öztürk içtenlikle cevaplıyor.
Sorularımıza adet olduğu üzere, “Adnan Öztürk kimdir” diye sorarak başlıyoruz. Prof. Dr. Adnan Öztürk 1960 yılında Sivas'ta doğmuş. 1978 yılında kayıt olduğu Ankara Üniversitesi Dişhekimliği Fakültesinden 1983 yılında mezun olduktan sonra aynı yıl Ağız Diş Çene Hastalıkları ve Cerrahisi Anabilim Dalında başladığı doktora programını 1987 yılında hazırladığı baş boyun kanserli hastalarda serum ve tükürük immünoglobulin seviyelerinin araştırılması konulu çalışması ile tamamlamış.
Prof. Dr. Öztürk, Ankara GATA Diş Tedavi Merkezi Cerrahi Bilim Dalındaki yedek subaylık görevinden sonra 1989 yılında doçent, 1996 yılında profesörlüğe unvanına yükselmiş.
11 Nisan 1997 tarihinde Selçuk Üniversitesi. Dişhekimliği Fakültesi Dekanlığına atanmış ve 2004 yılına kadar bu görevi hakkıyla sürdürmüş.
2004 yılında kendi isteği ile Selçuk Üniversitesi. Dişhekimliği Fakültesi Dekanlığından ayrılan Prof. Adnan Öztürk, 2010 yılının Şubat ayından itibaren Ankara Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesinde Dekanlık görevini sürdürmekte.
Prof. Dr. Adnan Öztürk’ün yurt içi ve dışında sunulmuş tebliğleri ve makaleleri mevcut. Ayrıca Dişhekimliğinde Tıbbi Sorunlar ile Oral Mikrobiyoloji ve İmmünoloji isimli kitapları bulunmakta.
2000 yılında Orhan-İlham Atölyesinde başladığı resim çalışmalarına Orhan Cebrailoğlu ile birlikte devam eden Prof. Dr. Adnan Öztürk evli ve bir çocuk babası.
Hocam resimle tanışmanızdan bahseder misiniz biraz. Bu konuda herhangi bir eğitim aldınız mı ve kaç yıldır resim yapıyorsunuz?
1997 yılında geçici görevle Konya Dişhekimliği Fakültesine Dekan olarak atandım. Eşimin görevi icabı ve kızımın okulu nedeniyle kendileri gelemediler. Ben orada yaklaşık 6,5 sene bekar hayatı yaşamak zorunda kaldım. O dönemde içerimde resme, güzel sanatlara karşı bir şeyler vardı ama, yapabileceğimi bilmiyordum. Boş vakitlerimi değerlendirmek için güzel sanatların hocalarından rica ettim. Aradan bir yıl geçtikten sonra beni kabul ettiler. Sanırım bu süre benim dekan olmamdan dolayı, rahat ders veremeyeceklerini, benim tipik dekanlardan olduğumu düşündüklerinden kaynaklandı. Daha sonra samimiyet ilerledikçe 1999 yılı Aralık ayında bana ders vermeye başladılar. Akademik düzeyde ama pratik eğitim aldım. Yani teorikte sohbetler arasında oldu.
Önce kara kalem, sonra kömür kalem, daha sonra pastel, sulu ve en son da yağlı boya çalmıştım. Her birinde bir süre çalıştıktan ve belli olgunluğa eriştikten sonra hocalarım “Tamam artık bu aşamayı geçtin” diyorlardı. Orhan Cebrailoğlu ve İlham Enveroğlu Atölyesi’nde ders almaya başladım. Söylediğim gibi bu 4, 5 yıl sürdü. İyi bir öğrenciydim. Hocalarım söylemeden ‘ tamam bu oldu bir üst aşamaya geçeyim’ demedim, azimliydim, Ne zaman hocalarım ‘tamam bunu geçtin’ dedilerse, o zaman bir sonraki aşamaya başladım. Dekanlığım süresince boş bulduğum vakitlerde, öğlenleri ve akşamları yaklaşık 4,5 sene ders aldım.
Yedi yıllık dekanlık hayatımdan sonra, 2004 yılında tekrar Ankara’ya, kendi fakülteme döndüm. Fakültemizde bir sistem vardır. Hani öğrenciler bir şeye takıldıkları, yapamadıkları zaman bilirler ki başlarında ağabeyleri veya ablaları vardır. Onlar el atarlar. Onlarda yapamazlarsa hocaları vardır. Ankara’ya geldiğim zaman resim alanında böyle bir ortama düştüm. Yani başımda hocam yok, acaba kendi başıma yapabilecek miyim diye ama, çalışmalar gayet güzel gitti. Hocalarım Ankara’da yaptığım resimleri görünce iyi ki Ankara’ya gitmişsin. Bizim sana zararımız olmuş’ dediler. Çünkü şu rengi kullan, şu şekilde çizgi kullan vesaire gibi onlar beni yönlendiriyorlardı. Sağolsun hocalarımla ilişkilerim hala devam ediyor. Zaman zaman Ankara’ya geldiklerinde görüşüyoruz.
Bu güne kadar yaklaşık 25 tane sergim oldu. Sonuncusunun açılışını daha yeni yaptım. En son sergimi İstanbul’da, Beyoğlu’nda Ziraat Bankası Tünel Sanat Galerisinde açtım. Bu sergim 4- 27 Haziran tarihleri arasında açık kalacak.
Resim de fotoğraf gibi, insandaki sonsuzluk duygusunu cisimleştiren bir şey. Resim yaparken fırçanızdan tuvale neler dökülüyor? Resimlerinizdeki görsel anlatım dilini açıklar mısınız?
Her insan sevdiği bir işte başarılı oluyor. Her alanda bu böyledir diye düşünüyorum. Bir diş hekimi mesleğini seviyorsa başarılıdır. Bir mimar, bir hukukçu, bir mühendis ancak mesleğini seviyorsa başarılı olabilir. Sevmeden bir şey yapamazsınız. Örneğin ben resmi seviyorum ama içerisinde belli konular temalar var. Onlar üzerinde çalıştığımda daha başarılı olduğumu düşünüyorum.
Üniversitede öğretim üyesiyim, idari görevim var. Onun için kendime çok zaman ayıramıyorum. O nedenle hafta sonları veya akşamları resim çalışıyorum. Yani özel hayatımdan çalıyorum. Çünkü primer mesleğim dişhekimliği, öğretim üyeliği. Herhangi bir toplantı nedeniyle veya bir başka şey nedeniyle resimden uzak kaldığımda aklım resimde kalıyor. Resim beni o kadar çekiyor.
Resimlerimde hep sevdiğim temaları işlemeye çalışıyorum. Örneğin at vardır, kuş vardır, tabiat, kır hayatı vardır. Çocukluğumda yaz tatillerinde köye gittiğim için oradaki doğal hayat hala belleğimde. Onlar beni cezbediyor. Onları resmetmeye çalışıyorum.
Yaptığınız resimlerin ana unsuru, dikkati çeken en önemli özellik nedir?
Empresyonist tarzda resim yapıyorum. Ara ara da ekspresyoniste de kaçıyor ama genelde empresyonist tarzda yapıyorum.
Resim yapmanın size ne gibi katkıları olduğunu düşünüyorsunuz? Yaratıcılığınızı ifade etmeniz ve yarattıklarınızı paylaşmanız nasıl duygular uyandırıyor?
İçerisinde bulunduğumuz koşullar, Türkiye’de ve dünyada medeniyetin getirdiği bir sürü kolaylığın, avantajların yanında bir çok stres kaynağı var. İnsanın sağlıklı olarak ayakta kalabilmesi için mutlaka bir hobisi olması gerektiğini düşünüyorum. Benim hobim de resim. Ben eskiden çok iyi futbol oynardım. Sahaya veya halı sahaya çıktığım zaman bütün dertlerimden uzaklaşırdım ancak halı sahanın azizliğine uğradım, sakatlandım. Şimdi aynı keyfi resim yaparken alıyorum. İnanıyorum ki resim yapmazsam daha stres yüklü olurdum, sağlıksız olurdum. Pek çok şey bu günkü gibi olmazdı diye düşünüyorum. Çünkü insanı rahatlatıyor.
Kişiliğinizin izleri resimlerinize yansıyor mu veya o anki duygularınızı anlatmaya yetiyor mu?
Biz ders almaya başladığımızda benimle birlikte bir hukukçu doçent arkadaşım ve bir göz doktoru hanımefendi de vardı. Ders alırken aynı objeye bakıp çizdiğimizde, üçümüzünki de farklı oluyordu. Çünkü insanın ruh yapısı, o anki duyguları yaptığı resimlere de yansıyor. Çizgisine yansıyor, kullandığı renklere yansıyor. Benim yaptığım resimlerimde genellikle pastel renkler, yumuşak tonlar hakimdir. Çok canlı renkler, cafcaflı renkler yoktur. Ben sanırım hayatım boyunca da hep öyle sade oldum. Ondandır bu resimlerimde de var.
Bakın bununla ilgili bir şey anlatayım. Kurs aldığımız dönemde ilk temel eğitimde kara kalem yaparken, atölyede çalışıyordum ama canım çok sıkkındı. Ben atölyeden ayrıldıktan sonra hocam gelmiş, o gün yaptığım kısma bakmış ve ‘Adnan hocanın bu gün canı sıkkın mıydı’ diye sormuş. Çizgilerimde anlamış. Söylediğim gibi ruh haliniz çizgilere de yansıyor.
Hangi resim teknikleri ile çalışmayı tercih ediyorsunuz, neden?
Bu güne kadar kara kalem, kömür kalem, pastel, sulu boya, yağlı boya hepsini çalıştım. Şu anda genellikle yağlı boya yapıyorum. Sulu boya da yapmak istiyorum. Fakat yağlı boya ile sulu boya taban tabana zıt oldukları için belli bir süre antrenman yapmam lazım. Çünkü sulu boya en zorudur. Ama yapabilirseniz de en kısa sürede, en güzel eseri sulu boyada ortaya çıkarabilirsiniz.
Ama son 4-5 senedir ekspresyonist tarzda yağlı boya yapıyorum.
Turistik amaçla gittiğim gezilerimde gördüğüm güzel manzaraları fotoğraflayıp daha sonra tuvale aktarmaya çalışıyorum. İnşallah ileride değişik yörelerden bir Türkiye sergisi açmayı düşünüyorum.
Resim üretiminizi neler etkiliyor, eserlerinizi ne kadar sürede tamamlıyorsunuz?
Sorunuza cevap vermeden önce, sorunuzla tam bağlantılı değil ama bir şey eklemek istiyorum. Benim resim yaparken güzel bir de müzik açıyorum. En sevdiğim sanatçıların başında duru ses ve Türkçe’siyle Zeki Müren geliyor. Bazen de Barbra Streisand, CelineDion gibi sanatçılar dinliyorum. Dinlendirici müzikleri seviyorum. Baktım bu kez fazla hüzünlü geliyor değiştiriyorum, Urfa sıra geceleri filan dinliyorum. Ya da bazen ney dinliyorum. Resim yaparken müzik dinlemek hoşuma gidiyor.
Sorunuza gelince. Bu konuda ahkam kesmek istemem Resim olarak bir şeyler yapmaya çalışıyorum. Hatta bana ressam dediklerinde utanıyorum. Çünkü ben sonuç olarak çene cerrahıyım, dişhekimiyim. Bir şeyler yapmaya çalışıyorum. Ben eserlerimi 3 gün ile 1 ay arasında tamamlıyorum. Tabi resim hiçbir zaman bitmez. Bir de beni şöyle bir avantajım var. Çalıştığım atölyede akşam mesai bittikten sonra, bir toplantı filan yoksa şartlar müsaitse odama çıktığım zaman en son biten resim veya bitmek üzere olan resmi karşıma alıp, uzaktan devamlı ona bakıyorum. Öyle olduğunda onun hatalarını, eksiklerini de görebiliyorsunuz. Onları düzeltebiliyorsunuz. Bazen öyle bir ruh halinde oluyorum ki 7-8 tane tabloyu hiç ara vermeden peş peşe yapabiliyorum. Bir duygu yoğunluğu oluyor ve bunların bir çoğu da çok güzel oluyor. Bazen de bir bekleme dönemine giriyorum 1 ay, 1,5 ay elime hiç fırça alasım gelmiyor.
Doktorluk mesleğinin ve resmin buluştuğu noktalar var mı? Mesleğiniz ve sanatınız arasında nasıl bir bağ kuruyorsunuz?
Diş hekimliği zaten hekimliğin yanında bir sattır. Biz dişe dolgu yapıyoruz, kırılan parçasını restore ediyoruz. Yani bizim dişhekimliğinde bir estetik anlayışı olmak zorunda. Dişhekimliğinin 3 amacı vardır. Bunlar estetik, fonksiyon, fonasyon. Estetik zaten var. Yani dişte bir madde kaybı varsa onu gidermek zorundasınız. Hastalarımızın çoğu da zaten bize estetik için başvurur. Çiğnemesi bozulduğu zaman bu bir fonksiyon kaybıdır düzeltilmesi gerekir. Dişhekimleri yetenekli olmak zorunda. Yetenekli olanlar daha başarılı oluyor. Biz aslında sanatla iç içeyiz. Onun için hekimlerin pek çoğunu da yetenekli oldukları için ya müzik yaparken, ya heykel yaparken, ya resim yaparken yarda bir eser yasarken görürsünüz. Gayet doğaldır bu.
Bugüne kadar açılmış sergilerinizden bahseder misiniz?
Bu güne kadar yaklaşık 25 sergim oldu. Çoğunluğu kişisel sergilerdi. Şuanda da İstanbul Ziraat Bankası Tünel Sanat Galerisinde açtığım son sergim 4- 27 Haziran tarihleri arasında ziyaretçilere açık. Sergilerimin karma olanlarını hocalarımla açtığım sergiler, Ankara etkinliklerinde Ankara Kalesi’nde açtığım sergi ve eserlerimle katıldığım Mehmetçik Vakfı’nın açtığı sergiyi söyleyebilirim.
Yurtdışında Kosova’da sergi açtım. Paris’te bir sergi vardı ona idari görevimden dolayı gidemedim. Şehir olarak daha çok Ankara, İstanbul ve Konya’da sergiler açtım.
Resimle ilgilenen okurlarımıza ve meslektaşlarınıza neler söylemek istersiniz?
Bizim mesleğimiz sorumluluğu çok fazla olan bir meslek. Çünkü direkt olarak insan sağlığı, yaşamı ile ilgilisiniz. Başka bir meslek gurubunun yaptığı bir hata çok fazla zarar vermeyebilir ama bizim yapacağımız bir hata insan hayatına mal olabilir. Onun için hekim kendisini sürekli olarak geliştirmek zorunda. Gerçekten çok stresli bir mesleğimiz var. Tıp doktorları da öyle. Arkadaşlarımızla birlikteyken geçe 11’de, 12’de hatta daha geç saatlerde bile bir komplikasyonla ilgili veya başka bir durumla ilgili telefonları çalıyor. Bu strese dayanmak çok kolay değil. Onun için bence her hekimin, hatta her insanın bir hobisi olması lazım. Bu bir parça stresten uzaklaşmaları, huzurlu ve dingin bir hayat yaşamaları, hem kendi hem de aile mutlulukları için gerekli. Resim yapmak, müzik yapmak, hayvan beslemek, bahçe işleriyle uğraşmak vesaire gibi hobiler insana gerçekten pozitif bir elektrik veriyor.
Teşekkürler.