Avusturya, Türkiye’ye de örnek olacak benzer bir konu üzerinde tartışıyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin, kısırlık tedavisi görmek isteyen bir ailenin başvurusunu değerlendiren 1 Nisan 2010 tarihli kararına göre, evli çiftlerin çocuk sahibi olmasıyla ilgili engellemeler, aile hakkına aykırı bulunmuştur.
Sadık Çelik-CUMHURİYET
Kadının ve tabiatın aynı sıfatta buluşabilmesini sağlayan güç, değişim ve dönüşüm yeteneğidir. Bu kabiliyet kadının bütün hayatına yayılmıştır. Çocukluktan genç kızlığa, genç kızlıktan kadınlığa geçerken çocuklarını doğurarak türünün devamını korumaya çalışır. Sağlık Bakanlığı, doğal yoldan çocuk sahibi olamayacaklara imkân sağlamak için, üremeye yardımcı tedavi uygulamalarıyla ilgili 6 Mart 2010 tarihinde yönetmelik yayımladı. Bu yönetmeliğe tıp otoritelerince olumlu, olumsuz çeşitli eleştiriler getirilmekte.
Öncelikle böyle bir yönetmeliğe neden ihtiyaç duyuldu? Bakanlığın gerekçesi genel olarak, son derece pahalı olan bu uygulamayı zorlaştırarak devlet desteğini azaltmak ve çok haklı olarak sistemin istismar edilmesini engellemeye çalışmaktır. Öyle ki bazı durumlarda normal yollardan gebe kalabilecek hastalar, kimi doktorlar ve çeşitli sağlık kuruluşlarınca ticari yaklaşımlarla ‘tüp bebeğe’ yönlendirilmeye çalışılmaktadırlar. Artık insanlar neredeyse yatakta değil ayakta gebe kalıyorlar. Halbuki doğal yöntemler tüketildikten sonra bu yöntem tercih edilmelidir. Bununla birlikte, Sağlık Bakanlığı bu yönetmeliği hazırlayan komisyonun oluşturulmasından yürürlüğe sokulan kimi yönetmelik maddelerine kadar pek çok konuda akıllarda soru işaretlerine de yol açmıştır.
Komisyonun oluşumu
Konuya ilişkin görüşlerine başvurduğumuz İÜ Cerrahpaşa Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Sayın Prof. Dr. Sezai Şahmay, yönetmeliği hazırlayan komisyonun yapısına eleştiride bulunmakta. “Komisyonun bağımsız üniversite hocalarından, tüp bebek merkezi yetkililerinden, bilim insanlarından oluşması gerekiyordu” diye belirtiyor. Yine Türk Tabipleri Birliği (TTB) yaptığı açıklamada bu komisyonda kendilerinden, ilgili uzmanlık derneklerinden temsilcilerin ve tıp etiği uzmanları’nın da yer alması gerektiğini vurguluyor. Konuya ilişkin Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı Öğretim Üyesi, Türk Jinekoloji ve Obstetrik Derneği (TJOD) 2. Başkanı Prof. Dr. Bülent Tıraş, bu yönetmelik hazırlanmadan önce, tüp bebek merkezleri yetkililerinin ve Sağlık Bakanlığı ilgililerinin bir araya geldiğini ve ortak kararlar alındığını, buna rağmen yayımlanan yönetmeliğin bu ortak kararlarla örtüşmediğini, Sağlık Bakanlığı’nın sonunda “bildiğini okuduğunu” belirtti.
TTB itirazı
Yönetmeliğin sadece evli çiftler bakımından uygulanacak teknikleri içermesine TTB itiraz getirmiştir. Yönetmeliğin 18. maddesi hukuki anlamda “eş” dışındaki kimselerin spermlerinden oluşacak embriyoların kullanılmasını yasaklamıştır. Bu anlamda evli olmayan kadınların yurtdışındaki “sperm bankaları”na yönlendirilmeleri, hatta hiç yumurtası ya da spermi olmayan ailelere doktorun donör alternatifinden bahsetmesi bile yasaklanmıştır. Böyle bir durum ortaya çıktığında yurtdışındaki donörün de savcılığa bildirilmesi zorunluluğu var. Prof. Dr. Sezai Şahmay yasakların kişilerin yasal olmayan yöntemlere başvurmalarına neden olduğunu, kısacası yasakların kısıtlayıcı olmadığını belirtiyor. Kontrol altında yapılmayan bu tür işlemler nedeniyle de iki kardeşin bile birbiriyle evlenmesi gibi kötü durumlar yaşanabileceğini, genetik rahatsızlıkların bu nedenle artabileceğinin altını çiziyor. Yine TTB konuyu basında tartışıldığı gibi “Türk soyunun korunması” ile ilişkilendirmenin anlamlı olmadığını, “Nesebin doğru belirlenebilmesi, çocuğun soybağı üzerinde oynanmaması” gibi kaygılardan çok, hukuki nesep bakımından değerlendirilmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Prof. Dr. Tıraş ise, hastanın yurtdışına sevki ile ilgili olarak da savcılığa bildirmenin anlamsızlığını dile getirmiştir. Hiçbir ülkede bu anlamda devlet hırsız-polisçilik oynamamaktadır.
Genel olarak hekimlerin ve TTB’nin yeni yönetmelikte olumlu karşıladığı nokta, “Embriyo sayısını sınırlamak” konusudur. Hastaya verilecek embriyo miktarı azaltılarak çoğul gebeliklerin önü kesilmeye çalışılmıştır. İki gebelikten fazla çoğul gebeliklerin esasen anomali olarak kabul edildiği ve riskli olduğu savunulmaktadır. Bu tarz çoğul gebeliklerde hem erken doğum riski hem de doğum sonrası komplikasyon riski vardır. Örneğin göz rahatsızlıkları oluşması gibi. Zaten Bakanlık, tüp bebek merkezlerine bir “Yenidoğan Ünitesi” açma zorunluluğu getirmiş, doğum sonrası oluşan neredeyse tüp bebek kadar maliyetli olan durumların önünü kesmeye çalışmıştır. Fakat Prof. Dr. Bülent Tıraş devletin yalnızca iki tüp bebek denemesinin maliyetini karşılamasına itiraz ediyor, bunun gebelik oranlarını düşüreceğini vurguluyor ve bu yönetmeliğin Türkiye şartlarına uygun olmadığını belirtiyor. Burada tartışılması gereken bir diğer konu 35 yaş sınırı. Yeni yönetmeliğe göre 35 yaş altı kadınlara verilen embriyo denemesi, eskiden üç kere tekrarlanırken şimdiki değişiklikle, bir denemeyle sınırlı tutulmuştur. Bu uygulamanın başarısını ve kadının gebe kalma ihtimalini düşürmektedir. Ayrıca 35 yaş altı kadınlar arasında da menopoza girme tehlikesi olduğu için ve Türkiye’de yumurtalık dondurmak da yasal olmadığı için bu kadınlar gebe kalma şanslarını kaybetmektedir. Mevcut durumda, 35 yaş altı kadınların çoğu tüp bebek uygulamasından yararlanmak için yaş büyütmek gerektiğinden mahkemelere başvurmaktadırlar. Yine zorunlu “aşılama” uygulamalarının hastanın cevap vermeyeceğini bile bile, kurallar gereği yapılmakta olduğunu dile getiren Sezai Şahmay, “Bundan başka uygulamalarda sadece yaş faktörünü kriter olarak almak, bazı hallerde hastanın aleyhine sonuçlanabilmektedir.