Geçtiğimiz hafta 2010 Eylül TUS dönemi kontenjanları açıklandı. Açılan toplam kadro sayısı 2745. Nisan 2010 döneminde bu sayı 2329 idi. Geçmiş yıllara göre değerlendirildiğinde sayıda ciddi azalma görülüyor. Bu azalmaların gerekçesi herhangi bir yetkili tarafından bu güne kadar açıklanmadı. Bu uygulamadan yola çıkarak insanın aklına şöyle bir soru geliyor; Acaba ülkemizde uzman doktor ihtiyacı mı azaldı? Uzman hekim sayılarımız artık yeterli mi?
Ancak Sağlık Bakanlığının birçok söyleminde bunun tersi yönünde beyanlarla karşılaşıyoruz. Hatta bir dönem yeterli sayıda uzman hekime sahip olmadığımız için yabancı uyruklu doktorların da ülkemiz görev yapabilmesi konusu gündeme gelmişti. Ayrıca son yıllarda neredeyse her şehirdeki devlet hastanelerinin eğitim araştırma hastanesine çevrilerek buralarda da uzman hekim yetiştirme politikası, yine uzman hekim açığımız olduğunu düşündürüyor. Eğer uzman hekim yetiştirilmeyecekse neden sürekli eğitim araştırma hastaneleri açılıyor? Asıl amaç uzman yetiştirmek değil de belgelerinde “üniversite doçenti” yazmasına karşın, eğitim araştırma hastanelerinde de bu ünvanlarını rahatlıkla kullanan, doçentlik sınavına girerek başarılı olmuş uzmanlara çalışma ortamı sağlayıp döner sermaye katkı payı dağıtmak mıdır? Ülkenin bir çok şehrinde açılan tıp fakülteleri imkansızlıklar içinde yapılanmalarını kendi gayretleri ile tamamlamaya çalışırken, buralara yatırım yapıp kaliteli hale getirmek yerine neden sürekli eğitim araştırma hastanelerine yatırım yapılıyor? Eğer gerçek amaç uzman hekim ihtiyacının karşılanması ise, neden sürekli TUS ile alınacak uzmanlık öğrencisi sayısı kısıtlanıyor?
Tıp fakültelerinde uzmanlık öğrencileri aldıkları eğitimin bir parçası olarak hastanenin hizmet görevinin de önemli bir kısmını yürütürler. Üniversite hastanelerinde gece nöbeti hizmetleri, poliklinik hizmetlerinin önemli bir kısmı ve yatan hasta izlemi öğretim üyelerinin primer gözetiminde ve sorumluluğunda uzmanlık öğrencilerince gerçekleştirilir. Bir uzmanlık öğrencisi, eğitimi süresince ne kadar çok hasta ile karşılaşırsa o kadar donanımlı bir uzman olarak yetişir. Zira hekimlik mesleği teorik bilgi okumanın yanında daha çok usta-çırak ilişkisi şeklinde öğrenilen ve uygulama yapmakla geliştirilen bir sanattır. Bu nedenle yıllardır yapılagelen, tıp fakültelerindeki hizmetin önemli bir kısmının uzmanlık öğrencilerinin aldığı eğitim sürecinin bir parçası olarak gerçekleştirilmesidir. Ancak son yıllarda uygulanan politika ile tıp fakültelerine verilen uzmanlık öğrencisi kontenjanlarının sınırlanması, tıp fakültesi hastanelerinde verilen sağlık hizmetinin önemli düzeyde aksamasına neden olmaktadır.
Son iki TUS dönemi incelendiğinde, kadro kısıtlamasının özellikle bazı uzmanlık alanlarında son derece belirgin olduğu dikkati çekiyor.Bunlardan birisi de kendi uzmanlık alanımız olan Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji alanıdır. Nisan 2010 TUS döneminde uzmanlık alanımıza verilen toplam kontenjan sayısı 19 olup bunun 10 tanesi tıp fakültelerine verilmiştir. Bu dönemde Afyon Kocatepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji AD olarak bizim talep ettiğimiz 2 kadro açılmadı. Eylül 2010 TUS döneminde ise alanımıza verilen toplam kadro sayısı 20 olup yine bunun yalnızca 10 tanesi tıp fakültelerine verilmiştir. Bizim bu dönem için talep ettiğimiz 3 kadro ise yine açılmadı. Bunun gerekçesini Yüksek Öğretim Kurulunun web sitesinden bilgi edinme formu aracılığı ile öğrenmek istedim ve buradan soruma ”TUS kontenjan talepleri Sağlık Bakanlığının uzmanlık dallarına verdiği kontenjan dikkate alınarak anabilim dalında görev yapan öğretim üyesi ve uzmanlık eğitimi yapan araştırma görevlisi sayısına bakılarak Tıp-Sağlık Komisyonunca değerlendirilmektedir” şeklinde bir yanıt aldım. Acaba Sağlık Bakanlığı hangi uzmanlık alanına ne kadar kontenjan veriyor? Bu kontenjan çalışmaları hakkında üniversitelerin bilgilendirilmesi gerekmez mi? Tıp-Sağlık Komisyonu mevcut kadroları dağıtırken hangi kriterleri dikkate alıyor? Öğretim üyesi sayısı bir kriter olabilir mi? Bir kriter olarak kabul edilse bile, ülkemizde henüz tıp fakültelerinde norm kadro sayıları belirlenmemişken yalnız başına bu kadar belirleyici bir kriter olabilir mi? Bazı üniversitelerde gereğinden fazla sayıda öğretim üyesi var, buna paralel olarak çok sayıda araştırma görevlisi alma hakkı kazanmaları mı gerekiyor? Bizim Anabilim Dalımızda iki doçent ve iki araştırma görevlisi mevcut. Bu yıl başında iki uzman mezun ettik. Bu koşullarda bu yılki 10 kadrodan birini almamız gerekirdi, ama bizim talebimiz reddedilmiş. Mevcut 10 kadronun dağıtıldığı üniversitelerdeki araştırma görevlisi sayıları en az bizim sayımızın iki katı, bazı yerlerde ise çok daha fazla. Bu dağıtım yapılırken kadro verilen yerler nasıl ve hangi kriterlere göre belirlenmiştir?
Ülkemizde yaklaşık 1000 civarında Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Uzmanı mevcuttur. Buradan Sağlık Bakanlığına sormak istiyorum, bu sayı bizim ülkemizin ihtiyacını karşılıyor mu? Enfeksiyon Kontrol Komitesi kurulma özelliği taşıyan her devlet hastanesinde bir uzman var mı? Artık ülkenin bize ihtiyacı kalmadı mı? Diyelim ki bu soruların hepsine “evet” cevabı aldım. Bu demektir ki ülkemizde Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Uzmanı ihtiyacı kalmadı, açılan onlarca eğitim-araştırma hastanesinde ve tıp fakültelerinde yeni uzman yetiştirmeye ihtiyaç yok. Peki bugüne kadar araştırma görevlilerinin yoğun desteği ile yürütülen sağlık hizmetinin tıp fakültelerinde sürüdürülebilirliği nasıl sağlanacak? Eğitim araştırma hastanelerinde bu konunun tıp fakülte hastaneleri kadar sorun olduğunu düşünmüyorum. Buralarda uzman kadroları var. Uzmanların aldığı döner sermaye katkı payları da hayli tatmin edici. Dolayısı ile hizmetin bu şekilde yürütülmesi mümkün. Peki ya tıp fakülteleri?? Burada çözüm ne olmalı?
Sadece iki araştırma görevlisi ile 400 yataklı bir hastaneye sahip Kocatepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları kliniğinde, bir tıp fakültesinden beklenen kaliteli sağlık hizmetini nasıl sunabiliriz? Bu soruları ben kime sormalıyım, araştırma görevlisi kadroları kısılınca ortaya çıkacak sorun öngörülüp öncelikle buna çözüm bulunması gerekmez miydi? Bizler sağlık camiasının elemanlarıyız, insan sağlığı üzerine hizmet vermekteyiz. Dolayısı ile bu hizmetin hiç aksamadan sürdürülmesi gerekmektedir. Doğacak aksaklıkların sonuçlarından kimler sorumlu olacak?
Bizler tıp fakültesi öğretim üyesiyiz. primer görevimiz eğitim vermek. Yetiştirdiğimiz tıp doktoru ve uzmanlara verdiğimiz eğitimin eksiksiz olması için sağlık hizmetinin aksamadan yürütüldüğü hastanelere ihtiyacımız var. Öncelikli görevimizin çok dışında kalan sorunlarla neden mücadele etmek zorunda kalıyoruz? Koşulları her geçen gün daha sıkıntılı hale gelen tıp fakültelerinde özveri ile görevini yapmaya çalışan öğretim üyeleri acaba daha ne kadar dayanacaklar?
Doç. Dr. Neşe DEMİRTÜRK
Kocatepe Üniversitesi Tıp Fakültesi
İnfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji AD
Afyonkarahisar