Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı’nın ev sahipliği yaptığı ve Lilly İlaç’ın desteğiyle 21 Kasım’da Ankara’da gerçekleşen “Türkiye’de Diyabetin Maliyeti: Tedavide Uyum ve Sürekliliğin Önemi” toplantısında, IQVIA Institute’nin 2017 rapor sonuçları açıklandı. Sağlık Bakanlığı yetkilileri, dernekler, akademik çevreler ve diyabet uzmanlarının yer aldığı toplantıda, diyabet yönetiminde uygulanabilecek stratejiler konuşuldu.
“DSÖ’nün öngörüleri doğru çıkmıyor, diyabetle bağlantımız yüzde 20’lerde”
Rapor sunumundan sonraki tartışmada, Dünya Sağlık Örgütü(DSÖ)’nün ve Uluslararası Diyabet Federasyonu’nun diyabet konusundaki öngörülerinin doğru çıkmadığını söyleyen Türkiye Diyabet Vakfı Başkanı Prof. Dr. Temel Yılmaz şu açıklamalar yer verdi:
“1995 yılında DSÖ’den Hilary King, Diabetes Care’de bir prevelans çalışması yayımladı. O zamanki Türkiye diyabet prevelansının 5.6 olduğunu ve 2025 yılında da yüzde 7.4 rakamlarına ulaşacağını söyledi. Sonra biz, koordinatörlüğünü de yaptığım TURDEP çalışmasını organize ettik. Hilary King’i Türkiye’ye çağırdık ve bizi başından sonuna kadar denetlemelerini, bunun uluslararası bir çalışma olacağını söyledik. Bizim 2000 yılında öngördüğümüz değer, DSÖ’nün 2025 yılında öngördüğü değer ile aynıydı. Hemen ardından 2009 yılında TURDEP-II çıktı. TURDEP-II’de aslında başta rakamlar yüzde 16 idi, düzeltilmiş rakamlarla yüzde 13.7 oldu. Bugün Türkiye’nin diyabetle bağlantısının yüzde 20’lerde olduğunu düşünüyorum.”
“Aile hekimleri ve iç hastalıkları uzmanları diyabet tedavisinde kötü reçeteleme yapıyor”
Hastalarda tedavi uyumu ve sürekliliğinin çok önemli olduğuna değinilen raporda sadece hasta ayağının konuşulduğunu belirten Yılmaz, hekimlerden de kaynaklanan tedavi uyumsuzlukları olduğunu söyledi.
Türkiye’de çoklu ilaç kullanımının hekimlerden kaynaklanan tedavi uyumsuzluğuna yol açtığına işaret eden Yılmaz, “Bize hem aile hekimlerinden hem de iç hastalıkları uzmanlarından hastalar geliyor. Aynı reçetede diyabetle ilgili olarak 4, 5 ilaç hatta 6 ilaç yazabiliyor. Çoklu ilaç kullanımının, farklı insülin uygulamalarının sayısı arttıkça, tedaviye uyumsuzluk da artıyor.” ifadelerine yer verdi. Yılmaz, hekimi çoklu ilaç kullanımına iten iki neden olduğunu; bunlardan ilkinin performans sisteminden kaynaklandığını, ikinci olarak da hekimin eğitimsizliğinin etken olduğunu kaydetti. Yılmaz şöyle devam etti:
“Performans sisteminde hekimin hastaya ayıracağı, hastanın koşullarını titizlikle süzgeçten geçirebileceği yeterli vakti yok. Kısıtlı bir zaman olduğundan, diyabeti yönetilemeyen hastanın reçetesine doğrudan şu ilaçları da ekleyeyim, bu ilaçları da ekleyeyim diyorlar. İkinci olarak da hekimin eğitimi sorunu var. Aile hekimleri ve iç hastalıkları uzmanları diyabet tedavisini yönetemiyor ve kötü bir reçeteleme yapıyor. Bir hekimi kim eğitir: devlet eğitir, bağımlı çalışan resmi kuruluşlar eğitir, üçüncü olarak da endüstri eğitir. Benim öğrendiğim kadarıyla endüstrinin 1 yıl içinde hekimlere yönelik yaptığı eğitim sayısı bin 100’den daha fazla. Meslek örgütleri bir yılda belki en fazla 10 tane yapıyor. Devletin düzenlediği bir eğitim programı yok. Onun için bu rapora hekim ayağından kaynaklanan uyumsuzluklar da eklenebilir.”
“Aile hekimleri 3 ihtisas yapacak kadar süreyi boşa geçirdi”
Türk Diyabet Cemiyeti Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Hasan İlkova, raporda sunulan diyabet merkezleri kurulması önerisi ile ilgili şu açıklamalarda bulundu:
“Bir soruna yaklaşırken bir ideal çözüm vardır, bir de uygulanabilir çözüm vardır. Bir zamanlar Uluslararası Diyabet Federasyonu Hemoglobin A1c değerini ideal bir anlayışla 6,5 olarak belirlemişti, Amerikan Diyabet Derneği ise klinikte biraz daha uygulanabilir bir yaklaşımla 7 değerini seçmişti. Şimdi de bütün dünyada 6,5’in ideal olduğu bilinmesine rağmen 7’ye odaklanılıyor. Diyabet tek bir doktorun tedavi ve takibini yapabileceği bir hastalık değildir. Çok multidisipliner bir yaklaşım gerektirir. Bunun ideali tabiî ki tedavi merkezleridir ama uygulanabilir olan bizim yıllardır savunduğumuz aile hekimlerinin bu konuyla ilgili daha fazla rol almalarıdır. Aile hekimliğinin Türkiye’de başlaması 10 yılı geçti. Aile hekimliği ihtisası 3 ya da 4 sene sürüyor. Yani bu insanlar 3 tane ihtisas yapabilecek kadar süreyi geçirdiler ve eğitim açısından çok önemli yıllar kayboldu. Tip-2 diyabeti olan milyonlarca hastadan bahsediyoruz, bu milyonları izleyecek diyabet klinikleri kurmak mümkün değil. Komplikasyonları çok acil olmayan, ikinci üçüncü derece bakım gerektirmeyen 7 milyon diyabetlinin mutlaka aile hekimliklerinde tedavi edilmesi gerekiyor. Burada da tabi konu reçete kısıtlamasına geliyor. Hekimlerin bu hastaları tedavi ve takip etmede ilgi ve motivasyonlarını sağlayacak olan kalemlerindeki özgürlüktür. Eğer biz o özgürlüğü vermiyorsak aile hekimlerimize o hastaları yeterince ilgi veya motivasyonla tedavi edemeyeceklerdir.”
“Üçüncü basamak diyabet merkezi modeli, uzman hekim yükünü azaltabilir”
Prof. Dr. Temel Yılmaz da, diyabet klinikleri kurarak Türkiyede’ki bütün diyabetli hastaları izlemenin mümkün olmadığını, birinci ve ikinci basamağın da bunun içinde olması gerektiğini söyledi. Diyabet merkezlerinin üçüncü basamakta kurularak aile hekimlerini ve iç hastalıkları uzmanlarını denetleyebileceğini ifade eden Yılmaz, İstanbul Üniversitesi Aziz Sancar Deneysel Tıp Araştırma Enstitüsü’nde böyle bir merkez modeli oluşturdukları açıklamasında bulundu. Diyabet hastasının en büyük sorununun, hem kardiyovasküler hem böbrek hem de göz sorunlarına sahip olabildiğini ama kendi model diyabet merkezlerinde, kardiyoloji, nöroloji uzmanının da, göz hekiminin de bulunduğunu ifade etti ve ekledi:
“Diyabet hastasının bütün sorunlarını aynı merkezde çözümleyebileceği tek bir yer kurulabilir. Ama bunun da bir koşulu olması lazım, bu merkezin sadece diğer basamaklardan gelen hastaları tedavi etmesi, yani en az bir kere birinci veya ikinci basamakta tedavi görmüş olması lazım. Bu sayede hem uzman hekimlerin yükü azalır, hem de taşradaki aile hekimleri ve iç hastalıkları uzmanlarının kontrolü sağlanmış olur.”.