‘Sağlıkta Dönüşüm’ yuvasına cuk oturmuş, iletişim dehası (!) bir kavram gibi görülse de aslında ima ettiği anlamda hasta odaklı bir hizmete dönüşümden bahsedilmiyor. Uygulamada karşımıza çıkan dönüşüm, hekimlerin yerlerinin dönüşümüyle kamuda sağlık hizmetlerinin sürdürülebilmesidir.
Sağlık hizmeti bekleyen insan sayımız yüklü. Buna karşın, 2010 yılı itibarıyla 1.439 hastanemiz ve 199bin 950 yatak kapasitemiz var.
Her aileye en az üç çocuk mu dediniz. Kimse sağlık için sıra beklemiyor mu gerçekten... O zaman, muayene için kapıda bekleyen hastalar, görüntüleme için sıra bekleyen hastalar, yatış için sıra bekleyenler, ameliyat için sıra bekleyen hastalar... Aynaya yansıyanlar kabus olmalı.
Toplam hekim sayımız 2007’de 113bin 151’ken, 2010’da 123 bin 447. Nüfus artış hızımız göz önünde bulundurulunca, hekim sayımızda anlamlı bir artış olmadığı görülüyor. Yurttaşlar içinden 1.000 kişiye düşen uzman hekim sayısı bir bile değil. Diğer sağlık çalışanları bakımından da durum farklı değil.
Sağlıkta ne alt yapı ne de insan kaynağı yeterli değil. İnsan kaynağı yeterli değilse, alt yapıyı şimdiden düşünmenin pek bir anlamı yok çünkü Sağlık Bakanlığı yataklı tedavi merkezlerinin doluluk oranı niceden beri yüzde 64’ü geçememiş gözüküyor.
O zaman tıp eğitimine bakalım. Eğitimde durum pek durağan sayılmazsa da yetersiz olduğu kesin. 2007’de 49 olan tıp fakültesi sayımız 2010’da 61’e yükselmiş. Öğretim üyesi sayısı 297 adet artmış. Henüz bu artışların meyvesini yiyemiyoruz çünkü eklenen tıp fakülteleri mezun vermeye başlamadılar. Demek ki bu konuda epey bir gecikme var.
Bu noktada sağlık hizmetlerinde tüketim nedir diye sorgulamak gerekli. Özetle, Sağlık Bakanlığı bünyesinde 2010 yılı içerisinde toplam 843 hastanede, 72bin 435 hekimle, 235milyon 172bin hastaya (kişi başı müracaat sayısı 3,19’dur) hizmet yetiştirilmeye çalışılmış. Kabaca, yılda hekim başına 3bin 250 hasta düşmüş, bir hekim günde ortalama 9-10 hasta görmüş. Bunların hepsi Sağlık Bakanlığı’nın verileri.
Yurttaşa “Hasta olmayın!” diyecek halimiz yoksa, sorunlarla savaşan sağlık sistemine işletme teşhisi; Sağlık hizmetlerindeki sıkıntının kaynağı sağlık personeli ve özellikle hekim sayısının yetersizliğinden kaynaklanıyor. Devlet de bunu kavramış görülüyor, iyi de ediyor... Ancak, Devlet’in insan kaynağı yaratmak için ürettiği çözümler sektör aktörlerini rahatsız edici boyutlarda. Hak ihlalleri söz konusu!..
Sarpa sarmış sektörde dayanma gücü kalmamış, işletme kilitlenmiş. Devlet, hizmetin; zamanında, eşit ve kolay ulaşılabilir şekilde sürmesini temin etmeli, hasta tedavisini buna göre istiyor, hekim ise günde kaç hastaya bakabilirim diyor. Eninde sonunda bu bir matematik, sağlıkçıların ameliyat etmeye çalıştığı bir işletme meselesi.
Haksız taraf var mı, yok.
Ama üstün (!) taraf var; Sağlık Bakanlığı.
Hükümet kilidi açmak üzere, ilk iş özel sektöre kamudan ödeme yaparak iş yükünü taşerona aktarmayı denedi. Bunu reklam etti, oya çevirdi. Ancak, özel sektöre bir idrar tahlili için ödediği ücret, yurttaşın dışarda ihtiyaç gidermek için ödediği ücrete benzer miktarda kalınca, arzu edilen seviyede kamudan özele iş yükü aktarımı başarılamadı. Yurttaş beklenenden daha fakirdi, üretilen politika yeterli olamadı. Sistem hala kilitli...
Bu başarısız hamleden sonra öncelikle Sağlık Bakanlığı’nın hekim eksiği kapatılmalı düşüncesi nihayet akıllara hizmet etmeye başladı. Bakanlık hekimlere tepeden bakıp, yurttaşın gözünde karalamaya çalışsa da eli hekime mahkum. Ancak, bunlardan ağaçta yetişmediğine göre tez zamanda eğitimle yeni insan kaynağı yaratılamayacağı aşikardı.
İthal hekim kavramı gündeme getirildiğinde hekimleri korkutmak için yapıyorlar diyerek teselli buldum çünkü bakınız et ithalatının düzeltemediği et piyasası.
Bu durumda kalan işletmeci etrafına bakar. Kimde ne kadar hekim bulsam da tırtıklasam düsturu kaçınılmazdır. Siz düşünün bakalım başka kaynak noktası var mı? Bu etik mi, değil ama başka çaresi var mı, yok.
Sağlık Bakanlığı, öncelikle kendi bünyesine saldırdı. Öğretim üyeleri dışında kamuda çalışan hekimler kamu dışında çalışamaz hale getirildiler. Özel muayenehane açmaları veya özel sektör sağlık kuruluşlarında çalışmaları yasak.
Zamanında hekimler özel muayene açmaları için de özendirilmişlerdi. Hastanelerde kuyruklar olmasın, gücü yetenler kamunun sırtından insinler diye. Ancak, özel muayenehanede koyulan teşhis sonrasında hastalar yine kamuda, kamunun kesesinden tedavi görmeye devam edince, sadece hekimlere yarayan masrafları Devlet’in sırtından indirmeyen bu sosyal politika da “dün, dündür, bugün bugün” oluverdi.
Kamu çalışanı hekimler bayrak açtılar. Karşı atak olarak kötü ilan edildiler... Belki içinde bulunulan durumda atılan adım doğruydu ancak, sürecin hiç iyi yönetilmediği kesindi. Kamuda görev yapan hekimlerin kaç tanesi kamu görevinden ayrıldı ve muayenehanesine ya da özel sektöre sığındı diye merak ettim. Bu bilgiye henüz ulaşamadım ancak, Sağlık Bakanlığı’nda bu bilgi mevcuttur.
Tam gün yasası 1978’de ikinci kez uygulandığında kamuda çalışan hekimlerin yüzde 30’unun özel muayenehane ve hastaneleri tercih ettiklerini duymuşluğum var.
Hal böyleyse -ki işaretleri var, hükümet tam gün yasasıyla yitirdiği insan kaynağını bünyesine geri getirmenin hatta yenilerini katmanın yöntemini bulmalıydı.
Daha iyi çalışma koşulları yaratmak ve kamuda çalışmayı özendirmek doğru bir politika olurdu. Bunu mümkün kılmak cepte var olmayanla mümkün değil. Eh, koskoca hükümet geçmişten günümüze salına salına gelen yanlış politikalar nedeniyle çaresizim, insana yatırım yapmayı unutmuşum diyecek değil ya. Bu tutum, işletmeye duygular karıştı şeklinde ifade edilebilir ama sözkonusu bir kamu işletmesiyse, buna oylar karıştı demek daha doğru olacaktır. Başka yöntem bulunmalı.
Bulunmuş; Sağlık Bakanlığı “Ayakta Teşhis ve Tedavi Yapılan Özel Sağlık Kuruluşları Hakkındaki Yönetmelik”. Danıştay iki kez Yönetmeliğe geçiş vermediyse de çaresizlik kol geziyor. Bakanlık acilen kamuda istihdam edilecek hekim bulmalı, sağlık sistemi çalışır hale getirilmeli. Şakası yok, işin ucunda uluslararası rezil olmak var.
Serbest çalışan hekim sayısı bin 200-300 civarında, çok iyi bir insan kaynağı kapısı.
Bakanlık Yönetmelik’te diretiyor. Yönetmelik, serbest çalışan hekimlerin muayenehanelerine sağlık hizmetinin niteliği gerektirmediği halde ağır fiziksel koşullar getiriyor.
Girişte %8’lik rampa olacak, muayenehane kapısı, WC kapısı, doktor odası kapısı 110 cm genişlikte olacak, asansörde 80 cm, sahanlıkta 130 cm genişlik aranacak, merdiven genişliği 30-33 cm, basamak yükseliği 16-18 cm, muayene alanı en az 16 m2, yangın merdiveni, vs... Bunlar engelli hastaların hareketi açısından çok önemli kriterler elbette. Ancak, kaç kamu teşhis ve tedavi merkezinde bu nitelikler mevcut ki serbest hekim muayenehanelerinde de olmak zorunda, olmazsa kapatılacaklar.
Sorduğunuzda, herkes eşit ve kaliteli sağlık hizmeti alacak cevabını alırsınız ama hedef başka.
Bununla birlikte, Yönetmelikle yeni işletme koşulları da getirilmiş; hastanın sağlık kayıtlarının hastanın rızası dışında Bakanlık’a düzenli olarak gönderilmesi, gerekmese bile en az bir sağlık personeli istihdam etmesi, fiziksel koşullardaki eksikliklerini tamamlamayan muayenehanelerin eksikliği giderilinceye kadar faaliyeti durdurulur gibi.
Benim bildiğim, muayenehaneler, önceden randevu sistemi ile ayakta teşhis ve tedavi hizmeti verilen, yatan hasta kabul edilmeyen ve istisnalar dışında acil hastalara müdahale edilmeyen sağlık kuruluşlarıydı.
Hastalar, size tayin edilen aile hekimleri ile hekim seçme hakkınız ortadan kaldırılmıştı ya şimdi paradoksun büyüğü ile karşıkarşıyasınız. Aile hekimi evinize muayeneye geldiğinde evinizin Yönetmeliğe uygun olmasına dikkat edin. Eviniz koşullara uygun değilse, aile hekiminizin vereceği hizmet kalitesiz olacaktır.
Hekimin serbest faaliyetini nasıl durdurup kamuya insan kaynağı yaratırsın? İşte böyle... Buna sağlık politikası deniyor. Hasta ve hekim odaklı olması gibi bir telaş yok çünkü sağlık sistemi işletilemiyor.
Sağlık Bakanlığı’nın bundan sonra göz dikeceği hekim kaynak kapısının neresi olduğunu biliyor musunuz? Ben biliyorum...