Medimagazin logo

Prof. Dr. Alper Sönmez: Türkiye'nin toplam sağlık harcamasının 4'te biri diyabete!

Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları, Diyabet, Obezite, Tiroid, Lipid ve Kolesterol Bozuklukları gibi yaygın toplum sağlığı problemlerinin yanı sıra nadir görülen hormon hastalıklarını kapsayan ulusal çaptaki en büyük bilimsel organizasyon olan Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Kongresi’ nin 41. si, 27 Nisan – 1 Mayıs 2019 tarihlerinde Antalya Regnum Kongre Merkezi’nde gerçekleşiyor
Prof. Dr. Alper Sönmez: Türkiye'nin toplam sağlık harcamasının 4'te biri diyabete!
Abone Ol:
Medimagazin google abone ol

Kongre kapsamında düzenlenen basın toplantısına TEMD Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Füsun SAYGILI, TEMD Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Ayşegül ATMACA, TEMD Genel Sekreteri Prof. Dr. Reyhan ERSOY, TEMD Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Nuri ÇAKIR, TEMD Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Alper SÖNMEZ, TEMD Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr.
Erol BOLU kongrede öne çıkan bilimsel ve güncel konularından olan; Türkiye’nin Büyüyen Sorunu : Obezite, Vücut Geliştirmede Bilinçsiz Steroid (Anabolizan) Kullanımı, Andropozda Steroid Kullanımı, Gebelikte Diyabet, Haşimato, D Vitamini, TEMD Çalışması ne diyor? gibi başlıklarda önemli bilgiler aktardılar.

OBEZİTE HIZLA ARTMAKTADIR
Prof. Dr. Füsun SAYGILI
TEMD Yönetim Kurulu Başkanı
Obezite sağlık sorunlarına yol açan aşırı yağ dokusu artışı ile giden kronik bir hastalıktır. Obezite bir halk sağlığı sorunudur. Obezite sigaradan sonra önlenebilir ölümlerin 2. önemli nedenidir.

Obezite hızla artmaktadır. 2008 yılında, dünyadaki, 400 milyon olan obez sayısı 2015’te 700 milyona çıkmıştır. Türkiye’deki artış hızı da benzerdir. 1998 ve 2010 yıllarında yapılan TURDEP 1 ve 2 çalışmaları ülkemizdeki obezite oranının %22’den %32’ye çıktığını gösterir. Yani, ülkemizde yaşayan 3 erişkinden birisi obezdir. Sağlık bakanlığının verilerine göre her 5
çocuğumuzdan birisinin kilosu normalin üzerindedir.
Obezite tanısı nasıl konur?
Vücut kütle indeksi (VKİ)’nin 30’un üzerinde olması ile tanı konur ki VKİ kilonun, boyun metre cinsinden karesine bölünmesi ile elde edilir. Daha basit bir tanı yöntemi bel çevresinin ölçümüdür. Ülkemizde, erkeklerde ≥100 cm, kadınlarda ise ≥ 90 cm bel çevresi obezite göstergesidir. Obezite bazı hastalıkların sonucunda, örneğin tiroid bezi çalışmadığında, ortaya çıkabilir;
ancak genellikle alınan enerjinin harcanandan fazla olması sonucudur. Yağlanmanın karın çevresinde fazla olduğu elma tipi, kalçada fazla olduğu armut tipi olmak üzere iki çeşidi vardır. Elma tipi obezlerde, kalp damar hastalıkları, hipertansiyon, şeker hastalığı, karaciğer yağlanması daha sıktır. Bunların dışında obez bireylerde normal kilolulara göre daha sık
görülen hastalıklar şöyle sıralanabilir: İnme, sinir sıkışması, safra kesesi hastalıkları, reflü, astım, kronik bronşit, uyku-apne sendromu, diz-kalça eklem kireçlenmeleri, varisler, idrar kaçırma, tüylenme, cinsel – üreme sorunları ve bazı kanserler. Son bilgilerimiz, genç erişkinlerde, obezitenin, kalın barsak, rahim, safra kesesi, pankreas ve böbrek kanserlerinin
görülme sıklığını arttırdığını göstermektedir.
Obezitenin tedavisinde, yaşam biçimi değişikliği (beslenme ve fiziksel aktivite düzenlenmesi), bilişsel davranışçı tedavi, ilaçlar ve cerrahi yer alır. Tedavide, hedefi doğru belirlemek gerekir. Başlangıçtaki ağırlığın %5-15 oranında azalması, birçok yandaş hastalığın ve riskin azalması/iyileşmesi anlamına gelir. Kaybedilen kiloların geri alınmaması da çok önemlidir, çünkü sürekli azalıp-artan kilolar, kalıcı obeziteden daha zararlıdır. Obezite tedavisinde kullanılan ilaçlardan ülkemizde bulunanlar, 2 türlü etki gösterirler. İlki,
iştah merkezini etkileyip tokluk hissi yaratarak; diğeri ise barsaklarda yağ emilimini azaltarak enerji alımını azaltır. İlaçlar doktor kontrolünde kullanılır.
VKİ ≥ 40 olanlara ya da bazı hastalıkların varlığında VKİ ≥ 35 olanlara cerrahi önerilebilir. Ancak, bu hastalar, endokrin, psikiyatri, gastroenteroloji, göğüs hastalıkları uzmanlarının olduğu bir ekip tarafından değerlendirildikten sonra cerrahiye yönlendirilmelidir.

D VİTAMİNİ
Prof. Dr. Ayşegül ATMACA
TEMD Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı
D vitamini, yağda çözünen, karaciğerde ve yağ dokusunda depolanan hem erişkinlerde hem de çocuklarda kas-iskelet sistemi başta olmak üzere vücudun birçok sisteminin işlevi için gerekli bir vitamindir. Güneşten ve besinlerden alınan D vitamini, karaciğerde ve böbrekte daha aktif formlarına dönüşerek etki göstermektedir. D vitamini eksikliğinde hem erişkinlerde hem de çocuklarda çeşitli sağlık sorunları ortaya çıkabilir.
D Vitamini Kaynakları
D vitaminin ana kaynağı güneş ışınlarıdır. Vücut için gerekli olan D vitaminin %90-95’i güneşte bulunan ultraviyole ışınlarından, az bir kısmı da yiyeceklerden sağlanmaktadır. Her gün saat 10.00 ile15.00 arasında 15-20 dakika güneşlenmek vücudun D vitamini ihtiyacını karşılayacaktır. Ancak cildin güneş ışınlarına direk maruz kalması önemlidir. Çünkü kıyafetler
ve 20 faktörün üzerindeki güneş kremleri ciltte D vitamini yapımına engel olmaktadır. Günümüzün yaşam koşulları, sürekli kapalı ortamlarda bulunma D vitamini eksikliğinin toplumda yaygın olarak görülmesine neden olur. Ciltteki D vitamini sentezi kişinin ten rengine, yaşına ve güneşlenme şekline göre değişiklik gösterebilir. Cildin koyu renkli olması ve yaşlanma sentezi azaltır. Yiyecekler arasında D vitamini en çok somon, uskumru, sardalye, ton balığı gibi yağlı balıklarda, yumurta, dana karaciğeri ve güneşte kurumuş mantarda bulunur. Ancak bu yiyeceklerin hiçbirisiyle günlük D vitamini ihtiyacını karşılamak mümkün olmamaktadır. D vitamini eksikliğinin yaygın görülmesinin sebeplerinden biri de budur. Güneş ışığından da
yeterli düzeyde faydalanamadığımızı düşünürsek gıdalara D vitamini takviyesi yapılması, eksikliğin önlenmesinde önemli bir rol oynayacaktır.
D Vitamini Eksikliği Belirtileri
D vitamini eksikliğinde hem erişkinlerde hem de çocuklarda çeşitli sağlık sorunları ortaya çıkar. D vitamini eksikliğinde belirtiler çok silik ve genel olabileceği gibi birçok belirti D vitamini eksikliğine özgü ve belirgin de olabilir. D vitamini eksikliği olan kişilerin genellikle yaygın vücut ağrısı, kas ve kemik ağrısı, özellikle sabahları yorgun kalkma, yürümekte zorlanma, halsizlik ve duygu durum değişiklikleri gibi yakınmaları olur.

D Vitamini Eksikliğinin Yol Açtığı Hastalıklar
D vitamini eksikliği olan kişiler başta kas-iskelet sistemi hastalıkları açısından risk altındadır. D vitamini barsaklardan kalsiyum emilimini artırarak kemiklerin mineralizasyonunu (sertleşmesini) sağlar, kas kütlesini artırır. D vitamini eksikliği çocuklarda raşitizm, erişkinlerde osteomalazi (kemik yumuşaması) denen hastalıklara neden olur. Bu hastalıklarda kemik yapısı bozulur ve kemiklerde şekil bozuklukları, kemik erimesi ve kırıklar gelişebilir.
Ayrıca sürekli yorgunluk, yaygın kas güçsüzlüğü, yaygın kas ve kemik ağrısı da görülür.
Yapılan çalışmalarda D vitamini eksikliğinin diyabet, hipertansiyon, kalp hastalığı, depresyon, bazı kanserler, bağışıklık sistemi hastalıkları ve romatizmal hastalıkların gelişiminde rol oynadığı gösterilmiştir.
Kimlerde D Vitamini Eksikliği Araştıralım?
D vitamini eksikliği açısından genel toplum taraması önerilmez, eksiklik açısından risk altındaki kişiler taranmalıdır. Bu kişiler şu şeklide listelenebilir:
• Raşitizm ve osteomalazi bulguları olanlar
• Osteoporozu (kemik erimesi) olanlar
• Böbrek ve karaciğer yetmezliği
• Mide-barsak sisteminde emilim ve beslenme sorunu olanlar
• Yüksek faktörlü güneş koruyucu kullananlar
• Yaşlılar (özellikle düşme ve kırık öyküsü olanlar)
• Hiperparatiroidizm
• Mide ameliyatı olanlar
• Gebelik ve emzirme döneminde olanlar
• İlaçlar: Epilepsi ilacı, kortizon gibi
• Obezite
Kanda D Vitamini Düzeyi Kaç Olmalı?
Kas-iskelet sistemi sağlığının korunması için yeterli D vitamini düzeyleri 30-50 ng/mL arasıdır.
D vitamini 20-30 ng/mL arası yetersizlik, 20 ng/mL’nin altı eksiklik olarak tanımlanır. Kasiskelet sistemi dışındaki sistemler için gerekli olan optimal D vitamini düzeyleri için görüş birliği yoktur.
D Vitamini Takviyesi ve Tedavisi
D vitamini takviyesi veya eksiklik durumunda tedavisi hekime danışılmadan yapılmamalıdır. D vitamini eksikliği tanısı kanda D vitamini düzeyi ölçülerek konur. D vitamini dozu, çıkan sonuca göre hekim tarafından belirlenmelidir. Tedavi başlanan kişilerin düzenli aralıklarla hekimleri tarafından takip edilmeleri gerekir. D vitamini eksikliği kadar fazlalığı da çeşitli sorunlara yol açabilir.
Yüksek D Vitamini Düzeyinin Yol Açtığı Sorunlar D vitamini yüksek dozlarda ve uygun olmayan yollarla verildiğinde zehirlenmelere yol açabilir. Yapılan çalışmalarda D vitamini düzeylerinin 30-50 ng/mL arasında tutulması kasiskelet sistemi sağlığı için yeterlidir. Diğer sistemlerin sağlığı için D vitamini düzeyinin hangi aralıkta tutulması gerektiği bilinmemektedir. Yüksek D vitamini düzeyi, kanda kalsiyum düzeyini yükseltebilir, dokularda ise kalsiyum birikimlerine yol açabilir, böbrek taşı, hipertansiyon ve damar hastalıklarına neden olabilir. Tüm bunların sonucunda böbrek ve kalp hastalığı ve ölüm riski artmaktadır.

DİYABET
TEMD Çalışması Sonuçları ve Ülkemiz İçin Önemi
Prof. Dr. Alper SÖNMEZ
TEMD Yönetim Kurulu Üyesi
Diyabet çağımızın en önemli hastalıklarından birisi. Türkiye’nin toplam sağlık harcamasının yaklaşık dörtte biri diyabete ve diyabete bağlı komplikasyonların tedavisine harcanmakta. Buna rağmen ülkemiz Avrupa’da diyabet sıklığı en yüksek olan ülke. Diyabetin etkili tedavisi
sadece kan şekerinin kontrolü ile mümkün değildir. Bir diyabet hastasının aynı zamanda kan basıncını ve lipid düzeylerini de kontrol etmesi, sigara içmemesi, sağlıklı beslenmesi ve düzenli egzersiz yapması gereklidir. Ülkemizde Diyabet hastalarının yukarıdaki faktörler
açısından ne kadar kontrol altında olduklarını bugüne kadar bilmiyorduk. Oysa, etkin diyabet tedavisi ve yönetimi için öncelikle ülkemizdeki diyabet hastalarını daha iyi tanımak, onların sorunlarını anlamak gereklidir.
Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği (TEMD) bu yönde geçtiğimiz yıl çok önemli bir adım atarak ülkemizin ilk çok merkezli diyabet çalışmasını gerçekleştirdi. ‘’Türkiye’de Erişkin Diyabet Hastalarının Glisemik ve Diğer Metabolik Parametrelerinin Değerlendirilmesi (TEMD
çalışması)’’ ile 37 şehirde, 69 merkezden toplam 5211 diyabet hastası incelendi. TEMD Çalışmasının çeşitli sonuçları bugüne kadar 5 uluslararası kongrede sunuldu ve 2 önemli dergide makale olarak basıldı.
TEMD Çalışması bize aşağıdaki soruların yanıtlarını verdi:
• Diyabet tedavisinde başarı durumumuz nedir?
• Kan Şekeri
• Arteriyel Kan Basıncı
• Lipid düzeyleri
• Vücut Ağırlığı
• Sigara içimi, Beslenme ve Egzersiz
• Diyabet hastalarında komplikasyonlar ne sıklıkta görülmektedir?
• Diyabette tedavi başarısını belirleyen bireysel, sosyal ve hastalığın kendisi ile ilgili
faktörler nelerdir?
TEMD Çalışması sonuçları oldukça çarpıcı:
• Tip1 Diyabet hastalarının %15’inde, Tip2 Diyabet hastalarının %40’ında kan şekeri
kontrol altında
• Tip2 Diyabetlilerin %90’ında kilo fazlalığı veya obezite mevcut. Obezite düzeyi arttıkça
kan şekeri kontrolü de güçleşiyor
• Kan şekeri, kan basıncı ve Lipid düzeylerinin birlikte kontrol altında olma oranı
o Tip 1 Diyabetlilerde %5
o Tip 2 Diyabetlilerde %10
• Her 4 Tip2 Diyabet hastasının birinde diyabete bağlı kalp-damar hastalığı, beyin damar hastalığı gibi büyük damar komplikasyonları gelişmiş
• Her 2 Tip2 Diyabet hastasının birinde diyabete bağlı sinir, göz ve böbrek gibi küçük damar komplikasyonları gelişmiş

Kimler daha kötü durumda?
• TEMD Çalışması sonuçlarına göre, eğitim düzeyi düşük olan, egzersiz yapmayan, sigara içen ve sık hipoglisemi yaşayan diyabetlilerin kan şekerleri daha kötü durumda.
• TEMD çalışmasının bir başka çarpıcı verisi de özel sağlık kurumlarında takip edilen Diyabet hastalarının devlet veya üniversite hastanelerindekine göre daha iyi metabolik kontrollerinin olduğudur. Bu durumun özel merkezlerde hastalara ayrılan zamanın daha fazla olması ve bu hastaların daha yüksek gelir ve eğitim düzeyleri olması ile ilgili olduğunu düşünüyoruz.
TEMD Çalışması sonrasında ne yapılması gerekir?
TEMD Çalışması ile ülkemizdeki diyabet hastalarında tedavi başarısını ve başarıyı etkileyen faktörleri gördük. Bundan sonra yapılması gereken tespit edilen sorunları çözmek için çaba göstermek ve ülkemizin ilk diyabet takip programını (TEMD Kohortu) kurarak bu hastaları uzun süreyle ve düzenli olarak takip etmektir.

DİYABET ve KADIN
Prof. Dr. Reyhan ERSOY
TEMD Genel Sekreteri
Ø Dünyada 199 milyonun üzerinde diyabetli kadın yaşamaktadır. Bu sayının 2040 yılına
kadar 313 milyona yükseleceği tahmin edilmektedir.
Ø Diyabet küresel olarak kadınlarda dokuzuncu ölüm nedenidir ve yılda 2.1 milyon
ölüme neden olmaktadır.
Ø Türkiye’de halen 4.558.027 diyabetli kadının yaşadığı tahmin edilmektedir. Bir başka deyişle, ülkemizde 20 yaş ve üzerindeki kadınlarda diyabet sıklığı %16,70’dir (%95 GA: %16.69-16.71; 20-44 yaş: %6.3, 45-64 yaş: %25.9, 65+yaş: %38.6).
Ø Ülkemizde yaşayan diyabetli kadınların %46’sı (2 milyonu), diyabet hastası olduğunun farkında değildir.
Ø Diyabetli kadınların dünya çapında 60 milyonu, Türkiye’de ise 300 bin kadarı üreme çağındadır.
Ø Gebe kadınların %7’sinde gebelik diyabeti olarak bilinen “Gestasyonel Diyabet” gelişmektedir.
Tip 2 diyabetli kadınlar, diyabeti olmayan kadınlara göre 3 ila 10 kat daha fazla koroner kalp hastalığı riskine sahiptir. Bu risk artışı erkeklerden çok daha belirgindir. Diyabetli kadınlarda kalp krizi geçirildiği takdirde ölüm riski, diyabetli olmayanlara veya erkeklere kıyasla daha fazladır. Bu durum, diyabetli kadınlarda kalp krizi belirtilerinin belirgin olmamasına ve daha
da önemlisi kadınların kalp krizi geçirme ihtimali hakkında bilinçli olmamalarına ve belirtileri dikkate almamalarına bağlanmaktadır. Bu nedenle birçok diyabetli kadın hastaneye geç başvurmaktadır.
Diyabetli (özellikle de obez diyabetli) kadınlarda rahim kanseri ve meme kanseri riski daha fazladır. Kadınlarda ürogenital infeksiyonlar daha sık görülür. Kan şekeri yüksekliği gebe kalmayı güçleştirebilir ve düşük riskini artırır. Diyabeti kontrol altına alınamayan kadınların sakat bebek sahibi olma riski yüksektir, ayrıca gebeliğin ilerleyen dönemlerinde bebek ölümleri görülebilir.

GEBELİK VE DİYABET
Daha önce diyabeti olmayan bir kadında gebelik sırasında gelişen diyabete gebelik diyabeti (GDM) ismi verilmektedir. Gebelikte görülen diyabetin %90’ı gebeliğe bağlı diyabettir. Risk altındaki kadınlar gebelik sırasında diyabet gelişi açısından mutlaka taranmalıdır. Bu riskler kilolu olmak, ailede diyabet varlığı, 25 yaşından büyük olmak, daha önce iri bebek doğurma hikayesinin bulunmasıdır. Gebelik diyabeti sinsi olabilir ve diyabetle ilgili çok su içme, çok idrara çıkma gibi şikayetlere yol açmayabilir. Gebe kadın kendini kötü hissetmeyebilir ancak yükselen şeker düzeyleri bebek açısından bazı olumsuzluklara neden olabilir. Bu nedenle gebeler diyabet gelişimi
açısından düzenli takip ve tetkik edilmelidir. Gebelikte kan şekerinin yüksekliği, eğer tanı konmaz ya da tedavi edilmezse, düşükler, iri
bebek, doğum travmaları, sezaryen doğumlarda artışa hatta bebek ölümlerine neden olabilmektedir. Doğumdan hemen önceki ve sonraki kısa dönemde bebek ölüm riski 3,7 kat, bebekte doğumsal anormallikler-bozukluklar gelişme riski 2,4 kat, erken doğum riski 1,3-4,2
kat, iri bebek olma riski 1,8-4,5 kat, sezaryen riski 1,4 kat, doğum travması riski ise 1,3 kat artmıştır. Kontrolsüz diyabeti olan bir anneden doğan bebeklerde yeni doğan döneminde solunum güçlüğü, şeker düşüklüğü, kalsiyum düşüklüğü ve sarılık dahil çeşitli problemler görülebilmektedir.
Gebelik şekeri sadece gebelik ve doğumu takip eden dönemde değil tüm yaşam boyunca olumsuz etkilere neden olabilmektedir. Anne karnında yüksek kan şekeri gibi olumsuz şartlara maruz kalmış çocuklarda ileri yaşlarda obezite, tip 2 diyabet, metabolik sendrom ve karaciğer yağlanması sıklığı 4-8 kat artmaktadır. Gebelik döneminde diyabetin tanınması ve iyi tedavisi bu annelerden doğan bebeklerin ileride bu tip hastalıklara yakalanma ihtimalini azaltacaktır. Ayrıca gebeyken diyabeti olan
kadınların kendileri de doğumu takiben kan şekeri normale dönse bile, ileride diyabet gelişimi açısından risk altındadır ve takip edilmelidir.

NELER YAPILMALI?
• Sağlık sistemlerinde kadınların özel ihtiyaç ve önceliklerine önem verilmelidir.
• Diyabetli kadınlar, ihtiyaçları olan temel diyabet ilaçlarına ve teknolojik gelişmelere
ulaşabilmeli ve kendi kendilerine diyabet yönetimi için yeterli eğitim almalıdır.
• Diyabetli kadınların gebelik sırasında kendilerine ve bebeklerine yönelik riski azaltmak
için gebelik öncesi danışmanlık hizmetlerinden yararlanabilmelidir.
• Diyabeti olsun olmasın, tüm kadınlara sağlıklı olmaları için fiziksel aktivite olanakları
sunulmalı ve günlük yaşamlarında fiziksel aktiviteye yer vermeleri sağlanmalıdır.
• Sağlık çalışanları gebelik sırasında diyabetin tanısı, tedavisi, yönetimi ve izlemi konusunda eğitilmelidir.

HASHİMOTO HASTALIĞI DA NE DEMEKMİŞ?
Prof. Dr. Nuri ÇAKIR
TEMD Yönetim Kurulu Üyesi
En sık görülen tiroid bezi hastalıklarından biridir. Vücudun bağışıklık sisteminin, kendi tiroid dokusunu, yabancı bir kişinin dokusu gibi algılayıp ona saldırması sonucu oluşur. Saldırı sonucu tiroid bezi yıpranır, tiroid hormonu yapamaz hale gelir ve tiroid hormonu eksikliği
gelişir. Tiroid bezinin az çalışmasının en önemli nedenlerindendir. Genetik geçen bir hastalıktır, kadınlarda erkeklere oranla yaklaşık 4-10 kat daha fazla görülür, bu nedenle ayni ailede kadın bireylerde daha sık rastlanılmaktadır. İlk defa Hashimoto isimli bir Japon doktor tarafından tanımlandığı için Hashimoto hastalığı denilmektedir.

Hashimoto hastalığı belirtileri

Tiroid bezi yetersizliği gelişene kadar, belirtiler olmayabilir. Tembellik gelişmeden önceki dönem uzun sürebilir. Bu dönemde tiroid bezi büyüklüğü (guatr) veya kan testleri veya çekilen ultrasonografi ile tanı konabilir. Tiroid bezi yeterince hormon üretemediği durumda (hipotiroidi), tiroid hormon yetersizliğine ait aşağıdaki belirtiler olabilir;
Ø Halsizlik
Ø Kilo alma
Ø Yüzde şişme
Ø Saçlarda dökülme, tırnaklarda kırılma
Ø Kabızlık
Ø Unutkanlık
Ø Algılama zorluğu
Ø Cilt kuruluğu
Ø Kas ağrıları
Ø Kadınlarda adetlerin yoğun ve düzensiz olması


Hashimoto hastalığının nedeni
Genetik yatkınlık sonucu, bağışıklık sisteminin hedef şaşırmasıdır. Vücudumuzu, mikrop virüs gibi yabancı düşmanlardan koruyan bağışık sisteminin, kendi tiroid dokusunu yabancı gibi algılayıp, kendi dokusuna saldırması sonucu oluşur ve kendi dokusuna karşı antikor adı
verilen maddeler oluşturur. Tiroid dokusuna zarar verir ve tiroid hormon yapamaz duruma gelir. Bu durum hiçbir zaman bağışıklık sisteminin yetersizliği olarak algılanmamalı, bağışıklık sistemini uyarıcı ilaçlar kullanılmamalıdır. Bu tür ilaçlar hastalığa fayda yerine zarar
vermektedir. Hashimoto tiroiditi ile birlikte, yine bağışıklık sisteminin farklı çalışmasından kaynaklanan, hastalıklar tip 1 şeker hastalığı (çocuk ve gençlerde görülen), ciltte yer yer beyaz noktalarla giden vitiligo, B12 vitamin eksikliği ve romatoid artrit gibi bazı hastalıklar sık görülebilmektedir.
Hashimoto hastalığı tanısı nasıl konur?
Bağışıklık sisteminin, tiroid bezine karşı oluşturduğu bağışıklık maddelerine (antikor) antiTPO, antiTg bakılabilir. Her hastada bu maddeler bulunmayabilir. Kanda, TSH ( Tiroid bezinin çalışmasını düzenleyen hormon) düzeyine bakılarak, tiroid bezinin az çalışıp, çalışmadığı anlaşılabilir. Bu TSH hormon düzeyi normalden yüksek çıkması, tiroid bezinin az çalıştığını gösterir. Ayrıca kanda tiroid hormonunun (T4) düşük çıkması da bunu destekler. Tiroid ultrasonografisi çekildiği zamanda, tiroid bezi dokusu heterojen(karlı) görülür.
Hashimoto Hastalığının Tedavisi
Tedavide, bağışıklık sistemini etkileyecek bir tedavi verilmez. Yalnızca tiroid hormon yetersizliği geliştiği durumlarda, tiroid hormonu ile yerine koyma tedavisi yapılır. Tiroid hormon yetersizliği giderek artacağı için, başta düşük doz ile tedaviye başlanır doz, izlemde giderek artırılır, Tiroid hormonu sabahları aç karına, kahvaltıdan en az yarım saat önce alınmalıdır. Hashimotolu hastaların yemesi yasak olan herhangi bir yiyecek maddesi yoktur.
Hashimoto hastalığında selenyum takviyesi gerekli midir?
Selenyum, tiroid hormonu yapımı için oldukça önemi bir maddedir. Selenyum eksikliğinde her türlü tiroid bezi hastalığı sık görülmesine rağmen, Hashimoto hastalığında selenyum alınması gerekli değildir.
Hashimoto hastaları, glutensiz beslenmeli midir?
Hashimoto hastalığı ile gluten alerjisi (Çölyak hastalığı) sık görülmesine rağmen Glutensiz diyetin, bağışıklık sisteminden kaynaklanan bu tür hastalıkları azalttığına dair yeterince kanıt yoktur. Birlikte Çölyak hastalığı varsa, glutensiz diyet uygundur.

YANLIŞ ANABOLİK STEROİD UYGULAMALARI
Prof. Dr. Erol BOLU
TEMD Yönetim Kurulu Üyesi
“Yanlış Anabolik Steroid Uygulamaları’’ sağlık açısından potansiyel olarak zararlı olabilecek performans artırma kapasitesine sahip olan madde veya metod olarak tanımlanır. Bu maddeler halen biz endokrinoloji ve metabolizma hastalıkları uzmanları ve diğer bazı branşlardaki hekim arkadaşlarımızca tıbbi gerekçeler ile denetimli olarak kullanılmaktadır. Bir
başka açıdan bu ilaç ve ilaç benzeri destek ürünleri reçetesiz olarak kolay kas gelişimi ve performans artırıcı olarak bilinçsiz ve yetkisiz kişilerce özellikle adolesan dönemdeki gençlere önerilmekte ve kullanımı teşvik edilmektedir. IOC tarafından yayınlanan doping listesi: İlk kez 1967’de basılmıştır. Anabolik steroidler bu listeye ilk kez 1974’te dahil edilmiştir. 1982’de Brisbane’daki ‘Commonwealth Oyunları’nda
testosteron tespit etme metodu ilk kez uygulanmıştır. IOC, 1983’te testosteronu listeye dahil etmiştir. Testosteron, yasaklanan ilk endojen, yani vücutta doğal yollardan üretilen steroid olmuştur.
Anabolik steroidler erkeklik hormonuyla ilişkili steroid hormon sınıfıdır. (testosterone,19- norandrosteron, Nandrolon ve norandrosteron). Protein sentezini artırıp kaslarda büyüme sağlar. Erkeksi özelliklerin gelişmesi ve devamı ile ilgilidir. Hem medikal hem de sporda performans artışı amacıyla kullanımı vardır. Anabolik etkiler doz bağımlıdır. Esas olarak
testislerde ve az miktarda adrenal glandda üretilir.
Steroid hormonlar 2 tip etki gösterir:
1. Anabolik etkiler: Protein sentezi, artmış kas kitlesi, artmış güç ve artmış performans ile ilgilidir. Anabolik etki hücre büyümesini uyarır. Protein sentezi, iştah, kemik yenilenmesi ve büyümesi ve kırmızı kan hücrelerinin üretimini artırır. Kas liflerinin boyutunu artırır (hipertrofi); bu şekilde kas kitlesi ile gücü artar. Kastaki yağ miktarını azaltır. Anabolik steroidlerin kas kitlesi üzerine olan etkileri en az iki yoldan olmaktadır: Protein üretimini artırarak ve kortizolun etkisini bloke edip iyileşme zamanını kısaltarak (kas yıkımını azaltır).
2. Androjenik Etkiler: Erkeksel özelliklerin gelişimi ve devamı, pubik, çene, dudak üstü, göğüs kıllarının büyümesinin artışı, ses kalitesinin değişimi, libido artışı, klitoris büyümesi, doğal seks hormonlarının baskılanması olarak sıralanabilir.
Anabolik Steroidler Advers Etkileri (*): Kronik anabolik steroid kullananlardaki mortalite riskinin kullanmayanlara göre 4.6 kat daha yüksek olduğu bildirilmiştir.
Kardiyovasküler Yan Etkileri: Çoğu yan etkiler doz bağımlıdır. Kan basıncı artışı (en yaygın), LDL kolesterol artışı ve HDL kolesterol düşüşü, KV hastalık ve koroner arter hastalığı riski artışı, aritmiler, kalp krizi (kronik kullanımda) bilinen KV yan etkilerdir. Diğer yan etkiler: Erken kellik gelişiminin hızlanması, akne (yağ bezlerini uyarır),karaciğer hasarı ve kanseri (özellikle oral anabolik steroidler), tendon rüptürünün anabolik steroidlerle ilişkisi olduğu saptanmıştır. Sert ve daha az elastik tendonların gelişimine yol açar. Anabolik steroidler muhtemelen tendonlarda yapısal ve biyokimyasal değişimlere yol açar. Olasılıkla tendon hızlı cevap veremediği için zayıf kalır. Jinekomasti-Erkeklerde meme dokusunun büyümesi: Testosteronun aromataz enzimiyle östrojene dönmesi sonucu gelişir, geçici infertilite (sperm üretiminde azalma) ve testiküler atrofi, doğal testosteron düzeylerindeki azalmaya bağlı gelişir.

Kadında ise; vücut kıllarında artış, erkek tipi kellik, ses kalınlaşması (geçici), klitoromegali (geçici), menstrüel sikluste geçici bozulma ve gebelikte fetal gelişimin etkilenmesi şeklinde gelişir. Davranışsal yan etkiler olarak; ruhsal dalgalanmalar, agresyon (kolay parlama), mani, depresyon, çekilme etkileri ve bağımlılık gözlenebilir. Psikolojik etkiler olarak ise; Öfori, motivasyonel enerji, agresyon ve libido artışı sıralanabilir.
NE YAPMALIYIZ?
Eğitimle dopingin zararlarının öğretilmesi en başta yapılmsı gerekendir. Çocuklarımızın ve gençlerimizin bu tedavi ajanlarını vücut geliştirme boy uzatma gibi gerekçeler ile kontrolsüz kullanımına engel olmalıyız. İnternet ve bazı magazin bilgileri toplumu yanlış yönlendirmektedir. Bu hatalı ve eksik bilgilerden toplumu korumak giderek zorlaşmaktadır.
Bu konu hakkında kamunun aydınlatılması için Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları uzmanlarına basında daha fazla yer verilmelidir. Ayrıca bu ilaçların reçetesiz verilmesinin mutlaka önüne geçilmelidir.
* Advers Etki (AE): Bir beşeri tıbbi ürünün hastalıktan korunma, bir hastalığın teşhis veya tedavisi veya bir fizyolojik fonksiyonun iyileştirilmesi, düzeltilmesi veya değiştirilmesi amacıyla kabul edilen normal dozlarda kullanımında ortaya çıkan zararlı ve amaçlanmamış bir etki.

endokrinoloji
metabolizma hastalıkları
Bu habere ilk yorumu siz yapabilirsiniz...
Yorum Yaz
0/300

Bu haberler de ilginizi çekebilir