Yeni bir araştırmaya göre, Akdeniz tarzı beslenme, özellikle genetik risk taşıyan kişilerde bunama riskini dengelemeye yardımcı olabilir.
Demansın genetik, yaşam tarzı ve çevresel faktörlerin birleşiminden kaynaklandığı düşünülüyor. En güçlü genetik risk unsurlarından biri, APOE4 olarak bilinen APOE gen varyantı. APOE4’ün bir kopyasına sahip kişilerde Alzheimer riskinin üç kat, iki kopyasına sahip olanlarda ise 12 kata kadar arttığı biliniyor.
Ancak Nature Medicine dergisinde yayımlanan yeni çalışma, bu riskin bile yaşam tarzı seçimleriyle azaltılabileceğini ortaya koydu. ABD’li araştırmacılar, 30 yıl boyunca 4 bin 200’den fazla kadın ve yaklaşık bin 500 erkeğin beslenme alışkanlıklarını, kan örneklerini, genetik verilerini ve bir kısmının bilişsel test sonuçlarını inceledi.
Sonuçlar, sebze, meyve, fındık ve tam tahıllar açısından zengin, kırmızı ve işlenmiş etin ise düşük olduğu Akdeniz diyetini uygulayanlarda demansa yakalanma olasılığının belirgin biçimde azaldığını gösterdi. Ayrıca bilişsel gerileme süreci de yavaşladı. En güçlü faydalar, APOE4’ün iki kopyasını taşıyanlarda görüldü.
Çalışmanın yazarlarından ve Harvard Üniversitesi Hastanesi’nden araştırmacı Yuxi Liu, bulguların diyetin metabolik yollar üzerinde geniş etkiler yaratarak bunama riskini azaltabileceğini vurguladı: “Bu öneri herkes için geçerli, ancak APOE4’ün iki kopyasını taşıyanlar gibi daha yüksek genetik risk altındaki kişilerde çok daha kritik olabilir.”
Araştırma, APOE4 varyantının Alzheimer riskini nasıl artırdığının tam olarak bilinmediğini de hatırlattı. APOE proteini normalde kanda ve beyinde yağların taşınmasına yardımcı oluyor; varyantın ise bu süreci bozarak iltihaplanmayı artırdığı ve amiloid plaklarının birikimini kolaylaştırdığı düşünülüyor. Yine de APOE4 taşıyıcısı olmak, Alzheimer’a yakalanmayı garanti etmiyor.
Uzmanlar, çalışmanın sınırlı bir katılımcı grubu üzerinde yürütüldüğüne ve çoğunluğun iyi eğitimli, Avrupa kökenli olduğuna dikkat çekerek, sonuçların daha geniş ve çeşitli gruplarda teyit edilmesi gerektiğini belirtiyor.
Araştırmacılar, ileride genetik ve metabolit testlerinin klinik değerlendirmelere daha fazla dahil edilebileceğini, hatta diyet yoluyla belirli metabolitlerin hedeflenmesinin kişiselleştirilmiş bir koruma yöntemi sunabileceğini öngörüyor.