Medimagazin logo

Sağlık Bakanı Recep Akdağ Medimagazin'e konuştu

Sağlık Bakanı Prof.Dr.Recep Akdağ, sağlık profesyonellerinin gündemindeki konularla ilgili Medimagazin’e açıklama yaptı.
Kaynak: MEDİMAGAZİN - DR.İBRAHİM ERSOY
Sağlık Bakanı Recep Akdağ Medimagazin'e konuştu
Abone Ol:
Medimagazin google abone ol

Üniversite hastanelerinde uygulanmaya başlayacak olan performans sistemi konusunda Bakanlık olarak üzerlerine düşeni yapmaya hazır  olduklarını söyleyen Akdağ, hekim ile vatandaşın doğrudan para ilşkisini bitirmeye kararlı olduklarını söyledi

 

(OKUYUCULARINMIZA NOT: Haberin pazartesi günü yayınlanma sebebi, her hafta basılı olarak çıkan Medimagazin Gazetesinin pazartesi çıkacak olmasıydı, ancak sizden gelen istekler nedeniyle haber erken yayınlanmıştır)

 

Türkiye’de sağlık sistemi sosyalizasyonu mu yoksa liberal bir sağlık sistemi mi amaçlanıyor? Kamunun ve özel sektörün Sağlıkta Dönüşüm Programı’nda yeri nedir?

Aslında bu iki uç ile ilgili, yani komünistlikle öbür taraftan da piyasacılıkla ilgili suçlamaların birlikte yapılması bizim işi doğru yaptığımızın göstergelerinden birisidir. Artık oluşturduğumuz diyebilirim, geçmişte oluşturmaya çalıştığımız diyorduk, ama yapısal dönüşüm büyük ölçüde gerçekleşti. Bizim AkP olarak oluşturduğumuz sağlık sistemi insani bir sağlık sistemidir. Bunun etik temelinde ahlaki temelinde herkes için sağlık anlayışı var. Şimdi bu yapısal dönüşüm gerçekleşirken biliyorsunuz özel hastaneler ile ilgili birçok kural koyduk. Bu özel hastanelerden biri çok şikâyet etmişti, ‘Biz vatandaştan neden para almayalım, neden aldığımız para kısıtlansın’ gibi. Ancak aynı hastane duvarına da büyükçe ‘Herkes için sağlık’ yazıyordu. Ben dedim ki arkadaşlar önce bu herkes için sağlık yazısını kaldırsınlar bu konuyu öyle tartışalım. Sağlık Bakanı olarak benim birinci görevim partimin, Ak Partinin, bu  insani yaklaşımına uygun bir sağlık sistemi oluşturmak.  Bunu büyük ölçüde gerçekleştirdiğime inanıyorum. Nedir bu? Bir insan yoksul da olsa bir ambulans ihtiyacı olduğu zaman ambulans ona ulaşmalıdır. Köyde de olsa ulaşmalıdır. Eğer ambulans helikopter hizmeti, hava ambulans hizmeti kurmuşsanız bu fakire de zengine de hizmet vermelidir, kırsala da vermelidir, kente de vermelidir. Öyle eski zamanda olduğu gibi kırık dökük bir ambulansa köyünden ilçeye inmiş bir vatandaş ulaştığında ‘Para ver de seni şehre  götürelim’ diyecek bir ambulans sistemini biz kabul etmiyoruz.

 

Peki koruyucu hizmetler. Bu ülkenin çocuklarına dünyanın en gelişmiş aşıları, örneğin; bir pnömokok aşısı ücretsiz olarak yapılmalıdır ve biz bunu yapıyoruz. Bunu yaparken de ucuza mal edilmelidir, ucuza malediyoruz. Biz sosyal adaletçi, hakkaniyetli, sürdürülebilir bir sistem kurduk. Mevlana Celaleddin-i Rumi Hazretleri’nin fil tarifinde olduğu gibi. Şimdi birisi gözünü kapatıp da filin ayağını tutuyor, bizim  kurduğumuz sistem açısından diyor ki, ‘bunlar liberal’, öbürü tutuyor, ‘kapitalist’ diyor, öbürü tutuyor ‘komünist’ diyor, öbürü tutuyor ‘sosyalist’ diyor. Hiç bunlarla alakası yok, bizim sistemimiz hakkaniyetli bu ülkenin her insanına kıymet veren, hastasına da, hekimine de, çalışanına da hepsine kıymet veren, ülkenin zenginliklerini bir taraftan vatandaş hizmetine sunarken bir taraftan da sağlık çalışanlarına da imkânlar geliştiren bir sistem. Mantığımız bunun üzerine kurulu.

 

Oluşturmaya çalıştığınız sistemin Hükümet açısından da çok olumlu sonuçlar verdiği zaten konuşuluyor. İnsanlar bir şekilde sağlık hizmetlerine çok daha kolay ulaşabilir oldular. Bu noktada sağlık çalışanlarının çabalarıyla birtakım dönüşümler oldu. Bakanlığınızla ilgili şöyle de bir eleştiri var. ‘Bakan hastalarla ilgili çok çalışıyor, sistemi insan merkezli kuruyor ama sağlık çalışanlarına sahip çıkmıyor. Bir hastanede bir komplikasyon veya tıbbi hata oluyor, aynı gün hemen Bakanlıktan soruşturma açılacaktır diye açıklama geliyor. Ama bir sağlık çalışanı şiddete uğradığında, bir doktor hasta yakınından dayak yediğinde aynı Bakanlık personeline sahip çıkmıyor’. Bu eleştiriler hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bunun için aslında ben işin hukuki mevzuatını araştırdım. Yani bir sağlık çalışanına bir şiddet uygulanmışsa, bir kabalık yapılmışsa biz Bakanlık olarak doğrudan müdahil olup hukuken takip edebilir miyiz? Maalesef kamu yönetiminde böyle bir usul yok. Bir kişiye, o kişi devlet memuru da olsa, hatta sağlık çalışanı da olsa bir kişiye vatandaş tarafından  bir kabalık yapılmışsa, suç teşkil eden bir şey olmuşsa, bu suç teşkil eden şey için kamu yönetiminin doğrudan müdahil olma hakkı yok. Sadece sağlıkta değil hiçbir alanda yok. Bu hakkın kişisel olarak aranması gerekiyor. Mahkemeye verecektir ve onu takip edecektir ki arkadaşlarımız da bunu yapıyorlar. Keşke böyle bir imkân olsaydı da biz Bakanlık olarak doğrudan müdahil olsaydık. Ama bunu Adalet Bakanı ile konuştum. Böyle bir hukuk oluşturabilir miyiz? Türkiye ve Türkiye’ye benzer hukuk sistemi olan ülkelerde böyle bir usul yok. Ama görevi başında bir sağlık çalışanına bir kabalık ya da bir şiddet uygulanmışsa, o herhangi bir kişiye uygulanan şiddet ya da kabalık dışında ayrıca bir suç. Devlet memuruna karşı işlendiği için. Burada ana sorun davaların çok uzun sürmesi. Ana sorun aslında Türk adalet sisteminin geleneksel hale gelmiş hantallığı. Yani siz bir doktorsunuz ya da hemşiresiniz, başınıza böyle bir olay geldi, emniyete intikal etti. Zaten hastanede olan bir olay mutlaka emniyete intikal ediyor. Ondan sonra savcı olayı ele aldı. Bu davanın bir an önce bitmesi lazım. Bu dava iki sene, üç sene, beş sene sürerse bir anlamı kalmıyor. Bunu sağlık çalışanı takip de edemiyor.

Ama biz sağlık çalışanlarını korumak açısından şunları yaptık biliyorsunuz. Geldiğimizde hiçbir sağlık kuruluşunda kameralı sistemler yoktu. Bugün bütün sağlık kuruluşlarımızda bu kameralı sistemler var. Bu korunma açısından önemlidir. Kabalık yapacak bir kişi kamera gözetimi altında olduğunu bildiği zaman bundan çekinir. İkincisi güvenlik sistemleri de yoktu. Hastanenin  acillerinde bir tane, iki tane polis bulunurdu. Çok sayıda güvenlik görevlisi istihdam ettik. Bunlar da caydırıcı oluyor. Ama şöyle bir genel sorun var. Şimdi sağlık çalışanları da kamunun birçok görevlisi gibi halkla karşı karşıya gelirler. Hatta birçoğuna göre de daha çok karşı karşıya geliyoruz. Böyle bir durumda, vatandaşım beni bağışlasın, maganda kültürüne sahip insanlar toplumda yaşadığı için  bunlar başka  bir yerde yaptığı kabalık neyse orada da aynını yapıyorlar. Trafikte kırmızı ışıkta durduğunuzda arkanızdan korna çalıp ‘Yürüsene be adam’ diyen kimse, hastanede olay çıkaran o. Yoksa bizim artık hastanelerimizde olay çıkmasına yol açabilecek altyapı arızalarını büyük ölçüde çözdük. Bazı büyük şehir hastanelerindeki fiziksel acil yetersizlikleri hariç ki onları da yeni hastanelerle çözmeye çalışıyoruz. Vatandaş bir hastaneye gittiği zaman geçmişte kıyaslanmayacak derece hizmet alabileceği bir ortamla karşılaşıyor.  Bu da aradaki ilişkiyi çok bozuyordu eskiden. Şimdi şiddet arttı mı, artıyor mu? Zaman zaman böyle iddialar var. Bunun arttığına dair biz hiçbir bulgu tespit edemedik. Hatta gözlemsel olarak bunun azaldığını da söyleyebiliriz. Ama bir tek vaka da olsa, bunu biz Türk Tabipleri Birliğine de söyledik. Dedik ki’ ‘Bu konu ortak çalışabileceğimiz bir konudur. Sizinle geçmişte anlaşamadığımız pek çok alan oldu ama bu tam üzerinde anlaştığımız bir alandır. Sağlık çalışanına, hekime şiddete benim asla tahammülüm yok. Bunu birlikte çalışalım.’ Çok fazla mesafe alamadık ama umuyorum bundan sonra mesafe alırız. Hiç değilse birlikte çalışabileceğimiz bir ortak alan bulmuş olalım ve bu alanda birlikte çalışalım.

 

Bu hususta basının üzerine düşen çok görev var. Basın gereksiz, bazen de abartılı suçlamalar yaptığı zaman, bu da o basın organlarını okuyan vatandaş açısından tahrik edici etki yapabiliyor. Peki bizim soruşturma açtırmamız nedir? Soruşturma açarak doğrudan insanları suçlamıyoruz. İnceleme yaptırıyoruz önce. Eğer o inceleme bir soruşturma gerektiriyorsa da soruşturma açtırıyoruz. Bir hata varsa o hatayı örtmek bir şeye yaramaz. Bir yerde bir ihmal, hata varsa gereğini yerine getirmek de aslında vatandaş açısından rahatlatıcı bir şeydir. Vatandaş  ne olursa olsun bana sahip çıkılmıyor düşüncesinde olursa kendi  meselesini kendisi daha fazla çözmeye çalışır. Bakın bugün hastanelerde hasta hakları birimleri vardır. Hasta hakları birimlerine başvurulduğunda sağlık çalışanları doğrudan doğruya suçlu çıkmıyor ki. Ama bu bir tampon görevidir. Veya 184 telefon numarası var problemlerin çözülmesi açısından. Bunlara benzer mekanizmaları  artırmalıyız da. Bunları oluşturmazsanız vatandaş doğrudan doğruya karşısında ilk gördüğü beyaz önlüklüyle problemini çalışır. Geçmişte biz bunları çok yaşardık.  Ben asistanlığımı, uzmanlığımı hatırlıyorum. Benim üniversite hastanemin acilinde olay olmayan gün yoktu. Şimdi bunlar azaldı, ama bunları daha da azaltmak zorundayız.

 

Hasta haklarının sık gündeme getirilmesi ve yanlış anlaşılması da şiddete de yol açıyor mu? Hekimlerin bu yönde görüşleri var.  184 diyorsunuz, hasta hakları diyorsunuz, basında da yer alan “Hekimler yüksek maaş alıyor” gibi demeçleriniz bir şekilde doktorların üzerinde baskı aracı oluyor mu?

Bakın şunu anlatmaya çalışıyorum. Bir vatandaş düşünün, bir yerde sıkışmış kendince. Başvurabileceği hiçbir yer yok. Biraz da onun kültürü gereği şiddete yönelme riskinin daha fazla var olduğunu var sayalım. Böyle bir senaryo düşünelim. Bir sıkıntısı var. O sıkıntısının nereden kaynaklandığını da tam olarak bilmiyor ama, bir yerde bir tepki gösterecek. 184’ün olması ya da hasta hakları biriminin olması ya da başka mekanizmaların olması burada tepkiyi artırır mı, azaltır mı? Bunu konuşalım. Azaltır. Doğrudan doğruya ‘Problemimi kendim çözmek zorundayım’ diye hissetmediği anda bu sorun kesinlikle azalır. 184’e günde 2-3 bin telefon geliyor. Bunun büyük bölümü talep telefonları. Ya da hastanelerde hasta hakları birimlerine gelen talepleri topladığınız zaman her gün binlerce başvuru var. Bu başvuru geçmişte kime yönelecekti, doğrudan doktora ya da sağlık çalışanına, beyaz gömlekliye yönelecekti.

 

Benim sağlık çalışanına en ufak bir kaba davranışa tahammülüm yok. Buna razı olamam. Ancak hastanın, hasta yakınının hakkını araması, herkese karşı, yani sağlık çalışanı da dâhil olmak üzere Bakana karşı da Hükümete karşı da, sosyal güvenliğe karşı da, sosyal devlet olmanın insani bir devlet olmanın gereğidir. Yani vatandaş boynunu bükmek zorunda hissettikçe kendini o ülkede demokrasiden, özgürlüklerden ve sosyal adaletten bahsedilemez. Vatandaş hakkını arayabilmelidir. Devletin hastaneleri, devletin sağlık kuruluşları, devletin ambulansları, ne varsa vatandaş için var. Biz efendiyiz de, vatandaş falan öyle bir şey yok. Biz hizmet vermek zorunda olan bir sektörüz. Başbakanımız, ‘Biz hizmetkârız’ diyor ya, doğru ben de Sağlık Bakanı olarak kendimi öyle görüyorum. Bir hastamız olduğunda eğer gidersek, alaka göremezsek sistem kötü işliyorsa, hizmet alabilmek için gidip bir hocaya para ödemek zorunda kalıyorsak, sağlık çalışanı da olsak biz de rahatsız oluyoruz. Biraz empati yapmak lazım. Hastaların haklarını arayabilmeleri ve bunların mekanizmalarının açık olması gerekir. Bir hasta yerine göre tedavisini ya da teşhisini sorgulayabilmelidir. Bir hasta ‘Neden bana bu tedaviyi veriyorsunuz’ diyebilmelidir. Bir hasta hastanede yatarken eğer odası kirliyse ‘Benim odam neden kirli’ diyebilmelidir. Bunlar insani haklar. Tabii bunlar sağlık  çalışanlarına kaba davranılması anlamına gelmiyor. İkisini birbirinden ayırmamız lazım.

 

Tam Gün Yasası’na geçmek istiyorum. Tam Gün Yasası iki üç yıldır gündemde. En son Anayasa Mahkemesinin iptal ettiği maddeler ile ilgili tekrar bir düzenleme yapmanız gerekiyor. Bu Torba Yasa’ya girecek dendi, iki madde çıktı, ama sanırım YÖK’le de görüştünüz. Henüz bir taslak oluştu mu bu iki üç madde ile ilgili?

Süreç içerisinde hep değişmeler olduğu için şöyle yapalım diye düşündüğümüz bir durum varken mahkeme bir karar veriyor, Danıştay bir karar veriyor, bizim de dolayısıyla uygulamamızda veya uygulama sürecimizde değişiklikler oluyor. En son geldiğimiz nokta şudur. Üniversite hastanelerinde 1 Şubat tarihinden itibaren hoca parası, döner sermaye kalmıyor. İkincisi Danıştay bir karar aldı, Genel kurulu Danıştayın, biz bu kararı bekliyoruz. Bu kararı Sağlık Bakanlığı hastanelerinde uygulayacağız. Dikkat ederseniz, bir karar aldı, bu kararı uygulayacağız diyorum, hiçbir yorum yapmıyorum. Çünkü geçmişte bir basın açıklamamıza yürütmeyi durdurma verilmişti. Mahkeme ne karar verirse o kararı uygulayacağız. O karara göre de bir kanun yapacağız. Yine Anayasa Mahkemesinin gerekçelerini dikkate alarak. Zannediyorum oldukça net konuştum.

 

Ama şöyle de bir durum var. Danıştayın sanırım bir buçuk iki ayda çıkıyor gerekçeli kararı.

Karar alınmış, aşağı yukarı yazar, bize bildirirler. Onlar da bu işin hassasiyetini görüyorlar. O kadar uzatacaklarını zannetmiyorum.

 

En son şöyle duyumlarımız oldu. Üniversitelerinde araştırma ve hastayla ilgili belli bir performansı aşanlar saat 17’den sonra özel hastanelerde çalışabilecekler gibi bir düzenleme düşünülüyor deniyor. Doğru bir duyum mudur bu?

Şu Danıştay kararı bir çıksın, müsaade ederseniz o zaman gelin benden bir daha mülakat alın, o zaman söyleyeyim. Ama bir kararlılığımız var, bunu herkes kafasına iyi yerleştirmeli. Biz burada bir yapısal değişiklik yapıyoruz, bir paradigma değişikliği yapıyoruz. Artık bu ülkede hekimin vatandaştan  doğrudan para alarak çoluk çocuğuna ekmek parası götürme kaygısından  kurtaracak bir sisteme dönüşme kararlılığındayız. Vatandaşı da ben bir şekilde özel  hastanede, özel muayenehanede ancak para vererek hizmet alırım, mecburiyetinden kurtaracak bir yapısal dönüşüm hususunda kararlıyız. Sistem böyle çalışacak.

 

Muayenehane olur, özel hastane olur ama kamunun hastanesi, Sağlık Bakanlığı hastanesi, devlet üniversitesinin hastanesiyle muayene arasında ya da bir başka özel merkez arasında ilişki kurulabilecek hiçbir sisteme kesinlikle müsamaha göstermeyeceğiz. Bunda kararlıyız.

 

Muayenehane olur dediniz ama Ağustos ayında çıkardığınız yönetmelik sanki muayenehanelerin olmamasına yönelik bir yönetmelikti. Yani getirdiğiniz standartlar sanki muayenehaneleri kapatın der gibi standartlardı.

Mesela hangisi?

 

Kapı genişlikleri. Mesela Ankara’da Mithatpaşa Caddesi’ndeki muayenehaneler. Mithatpaşa’ Caddesi’ndeki muayenehanelerin tamamen boşalması lazım.  Hatta şöyle bir eleştiri de olmuştu. Bakanlık bir helikopter pisti istememiş muayenehanelerden gibi.

Evet, Medimagazin okuyucu köşesindeydi. Biz şunu yapıyoruz aslında. Bir yapısal değişiklik yaparken bunun fiziksel dönüşümünü gerçekleştirmek zorundayız. Bakanlığın yaptığı hastanelere yada yaptığı revizyonlara bir bakın. Biz sırf kapı genişliği yetersiz diye tadilat yapıyoruz. Yeniden ihaleler yapıyoruz hastanelerde. Şimdi bir yönetmelik hazırlıyoruz yataklı kurumlar için. Bakanlığın hastaneleri dâhil olmak üzere, üniversite hastaneleri dâhil olmak üzere. Belli bir süre veriyoruz. Bu süre içerisinde herkes o şartlara uymak durumunda. Muayenehaneler için koyduğumuz kurallar aslında basit kurallar. Mesela bir muayenehanenin kapısından bir özürlü oturma aracı rahatlıkla geçebilmelidir. Bir acil durum olduğunda vatandaşı sedyeyle rahatça çıkarabilmeliyiz. Bir muayenehane yedinci kattaysa o muayenehanenin merdivenleri uygun olmalı. Ben bütün hayatım boyunca Anadolu’da hekimlik yapmış birisiyim. Öyle muayenehaneler gördüm ki merdivenle yukarı çıkamazsın. O merdivenden yukarıya anasını sırtında çıkarmaya çalışan vatandaş da çok gördüm. Biz buna tahammül edemeyiz. Böyle bir şey kabul edemeyiz. Allah korunsun, bir muayenehanede işlem yapılıyor ve acil bir durum oldu. Hasta anafilaktik şoka girdi. O muayenehaneye giden 112 ekibinin o hastayı kolayca çıkarabilmesi lazım. Bugüne kadar böyle değilmiş ama bunu mutlaka düzeltmemiz gerekiyor. Özellikle muayenehaneler olmasın diye benim bir çabam yok. Ama muayenehanecilikle ya da özel çalışmayla devletin üniversitesi ve devletin hastanesi arasındaki bir ilişkiye asla müsamaha edemeyiz.

 

Siz hekimlere ne tavsiye edersiniz peki? Hukuk süreci uzadığı için insanların kafalarında çok soru işareti var. Muayenehaneyi kapatalım mı kapatmayalım mı diye, sadece uzman doktorlardan değil hocalardan bile bize birçok soru geliyor.

Bu kişinin beklentisiyle alakalı. Biz tam günü yaparken, muhtemelen tüp bebek merkezi olan değerli bir meslektaşımız, bazı milletvekillerine e-mail atmış. “Benim yanımda 13 kişi çalışıyor, ayrıca ben yılda 250 bin lira vergi ödeyeceğim. Tam güne geçilirse bu vergiyi ödeyemeyeceğim ve bu insanları çalıştıramayacağım” demiş. Sanki tam güne dönmek mecburiymiş gibi söylüyor bunları. Bu arkadaşımız bir üniversitede ana bilim dalı başkanı ve ayda bin 500 lira maaş alıyor. Dışarıda bu kadar iyi para kazanan bir arkadaş üniversiteden ayrılabilir. Sabahtan öğleye kadar üniversiteye gitmesine de gerek yok, 13 kişi çalıştırılan bir yerde zamana da ihtiyacı olur. Ayrılır ve gider kendi işini görür. Üniversite hocalığıyla yılda 250 bin lira vergi veren bir işletme sahibi olmak arasında bir ilişki kuramazsınız. O sağlık hizmeti veren yerle o ana bilim dalı arasında bir ilişki kuruluyor demektir. Yoksa kim bin 500 liraya orada çalışır? Bu ilişkiyi kabul edemeyiz. “Ben dışarıda bu kadar vergi vermek istiyorum, bu kadar kazanmak istiyorum. Üniversitenin bana vereceği ücret yetmez” diyen arkadaşlar özeli tercih edecektir. Ama “Benim için hocalık çok önemli, ayrıca lütfen bana ailemi geçindirecek kadar bir ücret verin” diyenlerle oturup onların gelirlerini nasıl artıracağımızı konuşmaya hevesliyiz. Nitekim ben Sağlık Bakanı olarak üniversite hastanelerinin borçlarından dolayı üniversitelere para aktarılsın diye bir sabah saat 02.00’de Sayın Başbakanımızı aramış kişiyim. Değerli Bakanlarımız Ali Babacan ve Ömer Dinçer’le telefonla görüşmüş, Mehmet Şimşek’e de konuyu anlatmış bir Sağlık Bakanıyım. O da sağolsun konuyu gayet iyi fark etti ve gecenin yarısında kanun yaptık. Şimdi aynı şekilde hocalarımıza ya da diğer sağlık çalışanlarımıza daha fazla nasıl kazandırabiliriz, konusu benim birinci derecede ilgi alanım içinde. Ama bunun hastalar üzerinden olması ve devlet ya da üniversite hastaneleriyle bağlantılı şekilde olmasını kabul etmiyorum. Hükümetim de kabul etmiyor, Başbakanım da kabul etmiyor.

 

 

Yani üniversitede çalışan ve dışarıda muayenehanesi olmayan hocalara, örneğin; aylık 8-10 bin liralık bir gelir sağlamaya çalışıyorsunuz diyebilir miyiz?

Tabii, hatta bundan daha fazla da olsun istiyorum. Rakamları konuşmaya başladık mı tartışma çıkıyor. Siz rakam telaffuz ettiniz, ben de rakam konuşmaya başladım.

 

Çünkü şöyle bir durum var, yani tam günün 1,5-2 yıl öncesinde siz rakam telaffuz etmiştiniz. 14 bin-17 bin gibi  üst sınırlardan bahsetmiştiniz.

Kanunun müsaade ettiği üst sınırlardan bahsettim. Sağlık kuruluşları ne kadar verimli olursa, sosyal güvenlikten aldığımız finansman ne kadar fazla olursa, bunu sağlama imkânımız o kadar artar. “Ama böyle yapamıyorsak, özel muayenehaneler devam etsin, bunu vatandaştan alalım” diyorsak ben orada yokum. Öbür mücadelenin hepsini vermeye varım ama “Vatandaş bunu versin”e ben yokum. Vatandaşlar içinde bunu verebilecek olanlar küçük bir azınlıktır. Onlar için sosyal güvenlikle anlaşması olmayan özel hastaneler var. Zengin insanlarla çok para kazanmayı amaç edinmiş ve çok para kazanabilecek doktorları buluşturalım oralarda, onlar hallerinden memnun olurlar. Ama vatandaşın büyük bir kısmı böyle bir para ödeme imkânına sahip değil. Bunu yapamayız, bunu hiçbir doktor da istemez.

 

Yani biz hep beraber şunu yapalım ve samimi olalım; hekimlerin ve sağlık çalışanlarının kazançlarını artırmaya gayret edelim, bunu vatandaşın üzerinden yapmayalım.

 

Ben, bu mülakatı yaptığımız bu odada tabip odası yöneticileriyle konuştuğumu çok iyi hatırlıyorum. Bize şunu söylüyorlardı: 2004’te, bir uzman için ayda 3 bin-3 bin 500 lira sabit bir gelir olsun, biz buna razıyız diyorlardı. 2004’ün 3 bin 500 lirası bugünün en fazla 5 bin 500-6 bin lirası yapar. Uzmanlarımız bu miktara artık maaş artı ek ödemeyle ulaşıyorlar. Anlaşamadığımız konu bunun performansla ve ek ödemeyle olup olmayacağı. Emekliliğe 3 bin liralık kısımdan yansıyor. Dolayısıyla samimi olmak lazım. samimiyet önemli bir şey. Tabip örgütü ne istediğini sloganlarla ya da hamaset kokan nutuklarla değil, net olarak rakamlarla söylemeli. Kamuoyu önüne bunlarla çıkmalı ve tartışabilmeliyiz. Samimiyet bunu gerektirir.

 

Türk Tabipleri Birliğinden net rakamlar bekliyorsunuz. Hekimlerin de isteği bu. Medimagazin’e gelen tepkilerden de insanlar direkt rakamlar veriyor. “Bir pratisyen 4-5 bin lira alsın, uzman 5-6 bin lira alsın, hoca da 7-8 bin lira alsın, sabit olsun” gibi düşünceler var.

 

Bunun bizim şu an yürüttüğümüz sistemden farkı ne? Eğer ortalamalar bu miktarlarsa sadece sabit olmak ya da olmama farkı var. Ben ücretlerin sabit olması taraftarı değilim. Çünkü sabit olduğu an verimlilik ortadan kalkar. Şöyle söyleyelim, bir özel hastanede çalışan ya da muayenehanesi olan değerli meslektaşımızın kazancı sabit mi? Hayır. Kamuya gelince neden sabit olsun? Sabit bir kısım olmalı. Geçmişte sabit kısım düşüktü. Çünkü sabit kısmı biz uzmanlar için 3 bin liranın, pratisyenler için de 2 bin liranın üzerine çıkarttık. Kaldı ki aile hekimleri için zaten bu kayıtlı kişi sayısına göre sabit. Bu ücret 4-5 bin liranın üzerine çıktı. Tabip örgütü bana kamuda hangi meslek alanında 8 senede böyle bir gelir değişikliği olmuştur, getirip koymadı. Örneğini bulamaz.

 

Üniversiteler 1 Şubat’ta performansa geçecek mi, yoksa süre uzatılacak mı? Çünkü henüz yönetmelik çıkmadı.

Uzatma yok, yönetmelik çıksın ya da çıkmasın uzatma olamaz. Kanun, o tarihte buna geçilmesini şart koşuyor. Yönetmelik kanun üstünde değildir.

 

YÖK’ün performans uygulamasına geçmek için 6 ay ek süre verebileceği söyleniyordu. Ama Bakanlığa sorduğumuzda böyle bir hakları yok yanıtı vermişlerdi.

Ne Bakanlığın ne YÖK’ün böyle bir hakkı yok. Bu TBMM’nin iradesidir. O iradenin üzerine çıkamayız, kanunu çiğneyemeyiz.

 

Ama siz şimdi Bakanlık hastaneleri olarak performansa alıştınız, hatta performansı geçip kaliteyi artırmayı konuşuyorsunuz. Ama üniversitelerin ve Bakanlık hastanelerinin yönetim anlayışı farklı. Üniversiteler performansa nasıl geçecekler?

Üniversitelerdeki olay şu, aslında aşağı yukarı 2 bin lira civarında bir ek ödemeyi hemen her üniversite sabit olarak öteden beri veriyordu. Bir profesör arkadaşımız için 3-3 bin 500 liralık maaş ve 2 bin liralık ek ödemeyle geliri 5 bin 500 liraya kadar çıkıyordu. Bunun üstüne biz 8 bin lira gelirden bahsediyoruz, maaş 3 bin lira deseniz, aradaki fark brüt aşağı yukarı 4 bin lira yapar. Bunun brütünü doçent ve yardımcı doçentleri de düşünerek, ilave ihtiyacı 3 bin lira olarak kabul edelim. Bunu 10 binle çarpsanız ayda 30 bin lira, yılda 400 milyon liraya yakın para eder. Bu, büyük bir para değil. Bu para bulunur ve ödenir.

Evet üniversiteler elini çabuk tutmalı. Bir sene zamanı bu yüzden verdik ya biz, bir sene az bir zaman değil. Sağlık Bakanlığı olarak biz hem teknik açıdan hem de diğer kurumlar nezdinde her türlü desteği vermeye hazırız. Ama hiç kimse Sağlık Bakanı olarak benden, yeniden geriye dönmemi, irtica diye bir kelime var, dindar insanlar için yanlış kullanılıyor, irtica geriye dönüş demektir, geriye dönmeyi ve vatandaştan para alarak doktorların kazancını sağlamayı önermesin. Bunu benim meslektaşlarımın da yürekten istemediğini ben biliyorum. Üniversite hastanesine gelen bir vatandaşa eğer özel muayene, özel ameliyat yolu gösterilmişse, o insanların çoğu dar gelirli, orta sınıf insandır, buna hiçbir meslektaşım razı olmaz. Biz üniversite yönetimlerine her türlü desteği vermeye hazırız. Ben onların yanındayım, bunu da çok iyi biliyorlar. Ama irticaya da karşıyım.

 

Doktorlar da direkt parayla muhatap olmayı istemiyor. Büyük üniversitelerden Hacettepe’nin bile büyük borçları vardı. Hoca farkının kaldırılması, gelen sıcak paranın ortadan kalkması anlamına gelecek. Tüm gelirlerini SGK’dan karşılayarak öğretim üyelerine bu kadar para vermeleri, belki Bakanlık hastanelerinde olsa kolay olur ama, üniversitelerin yönetim hantallığı içinde şu an çok zor görünüyor.

Bunu SGK’dan isteyelim. Bunu verimliliğimizi artırarak sağlayalım, bunu piyasadan nasıl daha ucuz mal alırızın hesabını yaparak sağlayalım. Yani en zayıf halka olarak vatandaşı mı buluyoruz, buna ne hakkımız var? Biz hekimlik yemini etmiş insanlarız. Geçmişte böyle kötü bir adeti kim kurmuşsa yanlış yapmış. Vatandaşın sesi çıkmıyor diye ondan mı isteyeceğiz. Buna hakkımız yok. Sosyal güvenlikten isteyelim, bütçeden isteyelim, verimliliğimizi artıralım, hantallığımızdan kurtulalım, Bakanlık destek çıksın. Hepsine varım.

 

Hemen somut bir öneri olarak şunu söylemek istiyorum. SUT fiyatlarının yüzde 30-40 üniversitelere farklı uygulanması sizce makul ve mantıklı mıdır?

Buna yüzde 30-40 diye bir şey söylememek lazım ama bu konu üzerinde çalışmak gerekir.

 

Yani SUT fiyatlarının üniversite hastaneleri için biraz daha farklı uygulanması söz konusu olabilir mi?

Bunu haklı çıkaran sebepler yok değil. Zaten farklı. Bu da bilinmiyor belki. Ayaktan müracaat eden bir hasta için SGK, bir devlet hastanesine ortalama 25 lira, Sağlık Bakanlığı eğitim ve araştırma hastanelerine 43 lira, üniversite hastanelerine 62 lira ödeme yapıyor. Peki bu yetmiyor mu, bunun üzerinde çalışalım. Yatan hastalar için birçok ameliyatta devlet hastanesine 100 lira ödüyorsa üniversiteye 110 lira ödüyor. Bunu artırmak mı gerekiyor, oturup buna çalışalım. Ama hazıra da dağ dayanmaz. Sağlık Bakanlığı hastanelerini ayakta tutan şey, kasasına birim iş başına üniversite hastanelerinden daha fazla para girmesi değildir. Daha verimli olmasıdır. Bu verimliliği birlikte sağlayalım.

 

Marmara Üniversitesi ve yeni açılan birçok üniversite şu aşamada Sağlık Bakanlığının hastanesini kullanıyor, afiliyasyona geçtiler. Üniversite hastaneleri daha iyi sağlık hizmeti sunup hem de daha iyi tıp eğitimi sunabilecekler mi, sizin gözlemleriniz nelerdir?

Kesinlikle bunun ihtiyaç olduğunu, verimli olduğunu gördük. Bu işe muhalif olanlar hangi dedikoduları çıkarıyorlar gördük: “Sağlık Bakanlığı üniversite hastanelerini ele geçiriyor”. Halbuki Sağlık Bakanlığının böyle bir niyeti yok. Ayrıca bunun kendisine bir yararı da yok. Sağlık Bakanlığının bine yakın döner sermaye kuruluşu var. Sağlık Bakanlığı, 40-50 civarında üniversite hastanesini ele geçirip ne yapacak? Onlara her türlü desteği vermeye hazırım. Tam günde ortak çalışmayla bu kuruluşların birbirine destek vermesini kolaylaştırdık, onun da yönetmeliğini yapıyoruz. Biz sadece yardımcı olmaya, destek çıkmaya ve bu hastaneleri ayakta tutmaya çalışacağız. Sahip olmayı asla düşünmüyoruz.

 

Rize ve Sakarya yeni kurulan üniversiteler ama Marmara örneği çok önemli bir örnektir. Henüz Pendik’te Marmara Üniversitesinin kullandığı hastanenin acil servisini açmış değiliz. Yoğun bakım ve ameliyathanenin de eksikleri var. Birtakım cihaz eksikleri var, bunları iki ay içinde tamamlayacağız. Ama birkaç gün önce değerli Rektör ve Dekan bana gelmişlerdi. Şimdiden bir günde karşılanan hasta sayısı 3 bini buldu. Bu, kendi hastanesini çalıştırdığı zaman bin 500 kişiydi. Sorunuza herhalde bir cevap oldu.

 

Yurt dışında da bu uygulama var aslında…

ABD’deki birçok  tıp fakültesi ya devlet hastaneleriyle ya vakıf hastaneleriyle çalışırlar. İngiltere’de ve Batılı ülkelerin birçoğunda durum böyledir. İsveç’te Karolinska Enstitüsü ve hastanesi devletle çalışır. Bu, akıllıca bir şey. Neden biliyor musunuz, çünkü sağlık hizmetinin kaliteli sunulması hükümetlerin hem görevidir hem de lehlerine bir şeydir. Bugün bir üniversite hastanesinde sağlık hizmeti aksadığı zaman, vatandaş üniversite hastanesinin sağlık hizmeti aksıyor demez. Hükümet bu hizmeti aksattı, Sağlık Bakanı aksattı der. İsterseniz Medimagazin’de bir anket yapın, buralardan kim sorumlu diye, herkes Sağlık Bakanını işaret eder. Kimse YÖK’ü ya da rektörlüğü işaret etmez. Algı bu şekildedir. O zaman bir üniversite hastanesinin verimli çalışmasını nasıl istemem. Siyasetçi olarak da isterim. İşin insani, bilimsel yönü, hocalık yönü olunca zaten üniversite hastanelerinin benim başımın üstünde yeri var. Ama siyaset de bunu gerektiriyor. Dünyada da böyle yapılıyor, Türkiye’de de böyle yapılıyor. Biz hükümet olarak, Sağlık Bakanlığı olarak üniversite hastanelerini ayağa kaldırmak için her şeyi yapmaya hazırız. Ama hazıra dağ dayanmaz. Verimsiz işletmecilik yapmaya devam ederek para vermenin yararı da olmaz. İsim de vermeden söyleyeyim, binin üzerinde doktorun olduğu bir hastanede günde 2 bin kişi muayene ediliyorsa ve bu hastanenin bin yatağı varsa burası nasıl ayakta kalır? Doktor başına 2 hasta ve doktor başına 1 yatak. Buna can mı dayanır, para mı dayanır. O zaman bunu verimli hale getirmek lazım. Eğitim hizmetlerini aksatmadan verimli hale getirmek gerekir. Bu kadar az hastayla eğitim hizmeti de veremezsiniz. Ben üniversite hocasıyım, yıllarca çalıştım, hocalık yaptım. Politikadan önce hayatım hep üniversitede geçti. Ama şunu çok iyi biliyoruz, tıp eğitimi uygulamalı bir eğitimdir. Bugün varsayalım ki kalp damar cerrahisi asistanı olacaksınız. Eğer gittiğiniz hastanede yeteri kadar ameliyat yapamayacağınızı düşünürseniz o hastaneye gitmezsiniz. Tercih yaparken bunu dikkate alırsınız. Günde 2 bin kişinin muayene edildiği, bin doktorun ve bin yatağın olduğu bir yerde asistan olarak da bir şey öğrenemezsiniz, hoca olarak da bir şey öğretmeniz zorlaşır. Hem hasta olacak hem onlarla beraber eğitimimizi devam ettireceğiz.

 

Zaman zaman şunu söylüyorlar: “Bu performans eğitimi öldürür.” Ben anlamıyorum nasıl bir mantıkla konuşuyoruz. Sabah gelip öğle olmadan muayenehaneye gitmek eğitimi öldürmüyor; sabahtan akşama kadar özel hasta bakmak da eğitimi öldürmüyor. Performans eğitimi öldürüyor. Nasıl öldürüyormuş performans eğitimi? Bakın biz performansı Sağlık Bakanlığı hastanelerinde nasıl uyguluyoruz? Siz hoca olarak kliniğinizde yapılan işlerin toplamından puan alıyorsunuz, kendi verdiğiniz hizmetten puan alıyosunuz, verdiğiniz eğitimden puan alıyorsunuz, yaptığınız araştırmadan puan alıyorsunuz. Bu eğitimi öldürür mü? Eğitimi bu ayağa kaldırır asıl.

 

Özellikle araştırma ve yayınlarla ilgili mesela eğitim hastanelerinde gözlemlediğiniz performanstan sonra herhangi bir düşüş oldu mu?

Tam tersine artış var.

 

Onlardan da puan alıyorlar...

Elbette son bir yılda yapılan araştırmaların toplamı; hocalarımızın, değerli klinik şeflerimiz ve şef yardımcılarının performans puanlarına önemli ölçüde etki yapıyor. Bakın tekrar söylüyorum. Sabah gelip öğle olmadan muayenehaneye gitmek eğitimi öldürmüyor; sabahtan akşama kadar özel hasta bakmak da eğitimi öldürmüyor. Performans eğitimi öldürüyor. Artık yorumu siz yapın.

 

Bakanlık hastanelerinde son iki aydır TİG’e göre ödeme yapıyorsunuz. Bunun sonuçlarıyla ilgili herhangi bir rapor geldi mi size? Şu anda nasıl gidiyor?

Sonuçlar oldukça olumlu. Konuyla ilgili olmayanlar için söylüyorum. TİG, Teşhisle İlişkili Gruplar cümlesinin kısaltılmışı. Bunun İngilizcesi, DRG yani “diagnosis-related group”tur. Burada ne yapılıyor? Hasta verilen hizmetin niteliği ve maliyetine göre bir başlık altına konuyor ve ona göre ödeme yapılıyor. Örnekle söyleyelim bunu:

Bugünkü Sağlık Uygulama Tebliği’nde safra kesesi ameliyatı bir koddur ve karşılığında da bir ödeme vardır. TİG’de ise safra kesesi ameliyatı diye bir kod yok. Safra kesesi ameliyatı ile birlikte hastanın yaşını, diğer risk faktörlerini de içine alan bir tasnif var; ve bu tasnif yerine göre bir safra taşı ameliyatına, diyelim ki 100 birim ödeme yaparken; öbürüne 150 birim ödeme yapabilir. Böylece hakkaniyetli bir ödeme sistemi ortaya çıkıyor. Özellikle üniversitelerin ve eğitim araştırma hastanelerinin daha ağır vakaları, aynı isim altındaki daha ağır vakaları kabul ettiği düşünülürse, bu hastanelerin lehine yeni bir durum ortaya çıkıyor. Şu anda çok da iyi çalışıyor. Bakanlığımız bu konuda çok da uzman bir kuruluş haline geldi. Genç bir ekip bu meseleyi götürüyor ve çok başarılılar.

 

Yani SUT’un yerini TİG alacak. Bunu 2012 gibi mi uygulamaya koymayı düşünüyorsunuz; yoksa daha mı erken olacak?

Buna Sosyal Güvenlik Kurumu karar verecek. Biz Bakanlık olarak onlara zaten taahhütte bulunmuştuk. Biz global bir para alıyoruz. Bunu TİG’e göre kurumlarımıza dağıtıyoruz. Benim kanaatimce 2012’den itibaren özel hastaneler ve üniversite hastanelerinde kesinlikle TİG ile ödeme yapılmalıdır. SGK’nın da bu yönde düşündüğünü biliyorum. Ama kararı onlar verecek.

 

 

Aile hekimliği pilot uygulamaya geçip insanlar bu uygulamayı gördükten sonra hekimler de aile hekimliğine geçebilmek için çaba sarf etmeye başladı. Çünkü geliri de bir açıdan iyiydi. Yalnız son çıkardığınız bir yönetmelikte ASM’lerin sınıflandırılması ve hekimlere ceza puanlarıyla ilgili. Sanki Bakanlık aile hekimlerinin gelirlerini azaltmaya yönelik gibi düşünülmeye başlandı. Zaten başta açıklanan 7 bin-7 bin 500 liranın verilmeyeceği düşünülüyordu ve bu insanlara fazla gelmişti. Pek önlerini göremiyorlardı. Siz bir garantör olabilir misiniz? Aile hekimleri bu seviyede maaş almaya devam edebilecekler mi?

Biz aile hekimleri için 7 bin lira gibi bir rakamı hiçbir zaman telaffuz etmedik. Yedi bin lira veriliyorsa bunun üç bin liraya yakını cari harcama için veriliyordur. Bunu herkes biliyor, aile hekimlerimiz de biliyor. Ama bu harcamanın yapılmadığını; hatta bazen yapılamadığını da gördük. Bu maksatla yapılmış olan bir ödemenin hekimde kalması doğru olmaz. Zaten bizim düşüncemiz de bu değildi.

 

Biz kimseye az para ödemek istemiyoruz. Ancak sistem şunu gerektiriyor: Bir aile hekimi yapması gereken işleri yapmalıdır. Hem yapması gereken işleri eksik bırakıp hem de birey başına aynı ücreti alması hakkaniyetle bağdaşmaz. İkimiz de aile hekimiyiz. Siz çok düzenli ve titiz çalışıyorsunuz, ben öyle çalışmıyorum; eksik bırakıyorum. Öyle çok fazla da azalmıyor, derece olarak biraz azalıyor. Bunu yapmak zorundayız. Bunda yanlış bir şey yok. Bu ceza puanı dediğimiz ya da hekimlerin yapması gereken hususlara bakın; zaten hekimin görevi bunlar. Sınıflandırma konusu da tamamen bu cari paranın harcanmasıyla alakalı. Yani zaten D grubundaysanız o parayı harcayamıyorsunuz demektir. Harcamıyorsanız neden size verelim onu? Bu para, harcanmak için verilen bir para. Aile hekimlerimizin şunu iyi bilmesi lazım. Bu cari harcama kaleminden onlara kalması gereken bir para yoktur. Biz şimdi bu parayı harcarken her şeyi bir bürokrasiye de bağlayamayız bu yanlış olur. Her harcamanın faturasını da getirin, demiyoruz ama, cari harcama aile hekiminin yapacağı masraflarla ilgili bir şeydir. Bu hekime verilmiş bir para değildir. Hekimin harcaması için verilmiş bir kredidir. Ne kadarını harcıyorsa o kadarını istiyoruz. Eğer bu sınıflandırmada: Ben D grubundayım ama sizin bana öngördüğünüz paradan daha fazlasını harcıyorum. Yahut ben B’deyim ama öngördüğünüzden daha fazlasını harcıyorum benzeri bir tespitleri varsa aile hekimlerimizin; bunu bu işle ilgili daireye iletsinler, biz gerekli düzenlemeleri mutlaka yaparız. Niyetimizde kimseye az para vermek gibi bir şey yok. Ama herkesin de işini gereği kadar yapması şartını getiriyoruz.

 

Şimdi  nereden nereye geldiğimize bir bakalım ‘Kimseyi suçlamak için de söylemiyorum’; kırık dökük bir sağlık ocağı düşünün. Hep böyleydi sağlık ocakları. On tane hekimden birinin ya da ikisinin nöbetleşe orada kaldığı bir sistemden biz bugün çok düzenli, tıkır tıkır çalışan; ama hekimin de karşılığını aldığı bir sisteme döndük.

 

Bugün bir aile hekimi cari harcamaların dışında eline doğrudan geçen miktar itibariyle 4 bin ile 6 bin lira arası bir para kazanıyor. Şehirlerde bu 6 bin lira olmuyor ama Erzurum’un Tekman kazasında aile hekimliği yaparsanız bu parayı kazanıyorsunuz.

 

Bu kadar önemli bir meslekte, Türkiye şartlarında artık iyi bir kazancınız da var. O zaman artık bunun hakkını da vereceğiz. Mesela geçenlerde bir şehirde arkadaşlar bir basın toplantısı yapmışlar. İlaç firmalarının verdiği kalemleri dizmişler ve bakın bunlardan dolayı ceza alıyoruz açıklamaları yapmışlar. İşi böyle karikatürize etmeye lüzum yok. Hiçbir ilaç firmasının reklamı, bir aile hekiminin odasına giremez. Böyle bir şeye hakkımız yok ki. Çünkü biz bu yaklaşımların kamuya zarar verir biçimde dönebileceğini biliyoruz. Bir hekimin ilaç yazabilmesi için ilaç firmasına ihtiyacı yok ki. Hekim, bunun eğitimini zaten almış insandır. Eski alışkanlıklarımız olduğu için onlardan kurtulmakta zorluk çekiyoruz. Bunlardan kurtulacağız.

 

Sevk zinciri konusunda sanırım Bakanlık ve SGK biraz farklı düşünüyor. Şu anda SGK da mı istemiyor?

Farklı düşünüyorduk. Denizli, Bayburt’ta yaptığımız pilot çalışmadan sonra Türkiye şartlarında mecburi sevk zincirinin uygulanmasının doğru olmadığına karar verdik. Buna SGK ile birlikte karar verdik. O pilot çalışmadan sonra İsveç modeline benzer bir modelle Türkiye’de devam etmeye karar verdik. Nedir bu model? Vatandaş aciller hariç hastaneye gittiğinde küçük de olsa bir katkı payı öder, ki şu anda böyle biliyorsunuz aile hekimine gittiğinde katkı payı ödemez. Bu bir çeşit sevk zinciridir zaten. Ama mecburi tutmuyoruz vatandaşı. Mecburi tutmanın hekim sayısı yetersizliğinden dolayı neye mal olacağını biz çok iyi biliyoruz.

 

Bir 2023 vizyonumuz var. O tarihe kadar hekimlerin; aile hekimlerinin sayısı çok artacak. Aile hekimleri bütün vatandaşlar için yeterli zamanı karşılayabilecek duruma gelecekler. O zaman zorunlu sevk zincirine geçilebilir. Şu anda geçemeyiz yanlış olur. Her ülke kendi şartlarına göre hareket etmeli. Bazen şöyle diyorlar: “Bunun nesine aile hekimliği diyorlar sevk zinciri olmadıktan sonra.” Bunlar biraz konuyu yeterince bilmemekten kaynaklanıyor. Dünyada farklı modeller var. Biz özgün Türkiye modeli uyguluyoruz.

 

Sevk zincirinin uygulanması devlet hastanelerine, üniversite hastanelerine çok büyük bir problem getirir gibi anlaşılıyor.

Aile hekimine büyük problem getirir. Asıl onlara getirir. Hastaneye problem getirmez. Çünkü hastaneye gitmek vatandaş aile hekimine “Beni lütfen hastaneye gönder” diyor o da gönderiyor. Ama ben pilot uygulama sırasında Denizli’ye gittiğimde şunu yaşadım. Aile hekimlikleri tıkanmıştı. Zaten Türkiye’de hekime başvuru sayısı ortalaması yedi. Bu yedi sayısının örneğin; acilleri çıkararak altısının doğrudan aile hekimine başvurduğunu varsayalım. Bunu da 73 milyonla çarpalım. Aşağı yukarı 450 milyon yapıyor. Bunu 22 bine bölelim. Yirmi bin hasta yapar. Bunu da ortalama 200 bine bölelim. Günde 100 hasta yapar. Bir aile hekimi nasıl çıkacak bunun altından. Bununla nasıl baş edebilir? İmkânsız.

 

Şu anda ben aile hekimlerine soruyorum; genelde günlük 30-50 kişi arası hastaları oluyor. Bunların üçte biri de repete oluyor. Bir aile hekimi günde 20-35 kişi arası hasta muayene ediyor. Türkiye şartlarına makuldür.

 

Diş hekimleri ile ilgili de soru sormak istiyorum. Kamu olarak ADSM’leri güçlendirdiniz. Birçok da diş hekimi alarak her yerde ADSM açtınız, ama bu da serbest muayenehanesi olanları zor durumda bıraktı açıkçası. Bakanlığın öngördüğü diş hekimliği hizmetleri ne seviyede? Kamu ne kadarını verecek bunun? Nerede duracaksınız daha doğrusu? Serbest diş hekimleri bunu merak ediyor.

Benim için hizmeti kamunun ya da özelin vermesi fark etmez. Vatandaş para ödemeden hizmet almalıdır. Ya da ödeyeceği para gücünü aşmamalıdır. Küçük bir katkı payı olabilir. Nitekim ADSM’lerde protezde özellikle küçük katkı payları da var. Ankara’da bir ADSM’yi ziyaret ettim. Biz vatandaşımız geldi ve “Bakanım bu protezleri yaptırdık ama buna ücret ödüyoruz. Ödemesek olmaz mı” dedi. Kaç lira ödüyorsun dedim. 29 lira ödediğini söyledi. Geçmişte bunun için dışarıda 300-500 lira para ödemesi gerekiyordu.

 

Bu merkezler çok iyi hizmet ediyor ve önemli bir talebi karşılıyorlar. Bunun dışındaki muayenehaneler ile SGK arasında bir anlaşma yapılabilir mi? Bu muayenehaneler ile SGK arasındaki görüşmelerle alakalı bir konu.

 

Sizin tavrınız nedir bu konuda?

Ben bu görüşmeleri kolaylaştırıcı bir tavır aldım hep bugüne kadar. Onun dışında kamuda ağız ve diş sağlığı hizmetlerinin kaliteli biçimde ve oldukça kapsamlı biçimde verilmesi de şart. Bir taraftan da onu yapmaya çalışıyoruz. Ümit ediyorum ki önümüzdeki yıllarda bir taraftan kamuyu kuvvetlendirirken diğer taraftan da dışarıda özel çalışan arkadaşlarla SGK arasında bir ilişki kurulur. Çok sayıda muayenehane ile SGK’nın iş ilişkisi, bir ödeme ilişkisi oluşturması ve bunu kontrol etmesi takdir edersiniz ki çok kolay değil. Ama ben buna karşı değilim. Bu ilişkinin oluşturulmasına taraftarım.

 

Bakanlığınız döneminde ilaç  fiyatlarının düşmesinin hem ilaç firmalarını hem de eczacıları zora soktuğu söyleniyor. Bugün aldığım birkaç mailde de birkaç ilaç firmasının kapanacağı yazılı. İlaç fiyatlarındaki düşüş nereye kadar devam edecek?

Biz Türk milletinin ihtiyacı olan ilaçları onlara eksiksiz olarak ve çok cömert biçimde veren bir ülkeyiz. Bunun için ayrı bir mülakat yapmak lazım ve bunu başarabiliyoruz. Bu bir iş ilişkisi. Birileri ilaç satıyor; kamu ilaç satın alıyor. Biz Devlet Bakanımız Ali Babacan’ın başkanlığında, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ömer Dinçer Bey, ben, Devlet Bakanımız Cevdet Yılmaz, Maliye Bakanımız Mehmet Şimşek, ortak ve iyi bir politika geliştirip sektörle görüşüyoruz, konuşuyoruz, tartışıyoruz, çatışıyoruz ama sonunda anlaşıyoruz ve bundan Türk halkı kazançlı çıkıyor. İlaç firmaları kazanabiliyorlar; belki başka ülkelere göre Türkiye’de biraz daha az kazanıyorlar olabilir ama bundan Türk halkı kazançlı çıkıyor. Vatandaşımız ilaca kavuştu. Eskiden bu kadar ilacı nereden verebiliyorduk? Eczacılarımız açısından da zaman zaman bazı sorunlar çıktı ama her zaman onların da sorunlarını çözmek için büyük gayret gösterdik. Onlarla da iyi bir diyalogla götürüyoruz. Bu ilişkinin tekrar söylüyorum bir alışveriş ilişkisi olduğu unutulmamalıdır. Bundan tabii ne olabilir? Siz normalde bir şeyi elde etmeye çalıştığınız zaman paranıza göre gidip alışveriş yapıyorsunuz. Bunu devlet olarak biz de böyle yapıyoruz. Bir alım gücümüz var. 73 milyon insanına Türkiye Cumhuriyeti yılda 15 milyarlık ilaç satın alıyor. Birileri de müsaade etsin de o ilacı azıcık da ucuza alalım. Bunu yapmasaydık dönüşümün gerektirdiği harcamaları gerçekleştiremezdik ki.

 

Sağlık harcamalarında optimum seviyeye geldik mi?

Bizim bir hedefimiz var. Şu an Türkiye’de kişi başına 650 dolar civarında sağlık harcaması var. 2010 rakamları çıkmadığı için kesin konuşamayız ama bundan sekiz sene önce biz iktidara geldiğimizde 200 doların altındaydı. Üç misline çıktı. Peki öngörümüz ne? 2023 yılında kişi başına 2 bin dolar sağlık harcaması yapan bir Türkiye hedefliyoruz. Milli gelirinin yüzde 8’ini sağlığa harcayan ‘Şu anda yüzde 6’sını harcıyoruz’ bir Türkiye hedefliyoruz. Buna gücümüz yeter mi? Allah’ın izniyle yeter, çünkü o zaman kişi başına gelirimiz de 25 bin dolara ulaşacak. Böyle bir Türkiye hedefliyoruz biz. Büyük düşünüyoruz. 2023’de bu 2 bin dolarla biz birçok gelişmiş dünya ülkesinin belki o gün için 10 bin dolara veremediği sağlık hizmetini de verir hale geleceğiz.

 

Teşekkürler...

sağlık
bakanı
recep
akdağ
medimagazin'e
konuştu
Yorum (140)
mağdur asistan
allah aşkına biz asistanların durumunu hiç düşünen yok mu? biz de insanız,sayın medimagazin ekibi dün asistanlarla ilgili gelişme var dediniz ama göremedim.
0
Cevapla
Dr Hakan
Sağlık Bakanı'na sağlık çalışanlarına şiddet konusunda katılmıyorum. Böyle bir kanun yoksa çıkarırsınız. 7 senedir iktidardasınız, Anayasanın major maddeelerini, hatta Cumhuriyet'in Başkanlık sisteminin tartışıldığı bir ortamda 7 senedir meslektaşlarınızın hakkını korumak için neden bir kanun yapmadınız? Hadi onu bırak bir demeç verebilirdiniz. Çıkıp Sağlık bakanı olarak deseniz; arkadaşlar şiddete uğrayanın yanındayım, gelin ne probleminiz varsa kapım açık deseniz bunu engelleyen kanun mu var? Kişisel olarak hakkını korusun diyorsunuz. Aynısını vatandaşta yapar. Bir engel mi var? Herkesin anayasal hakkı var gider şikayetçi olur. Kusura bakmayın ama hiç samimi değilsiniz. Tamamen vatandaşa şirin görünmek için oy toplamak için ben bunu yapıyorum, yoksa oyumuz azalır deseniz daha dürüst olurdu. Üniversite hastaneleri ve muayenehaneler konusunda, o yılda 250 bin lira vergi veren arkadaşımız konusunda haklısınız. Gerçekten bu kadar çok para kazanan bir doktor sırf özelde çalışabilir. O 1500 liraya bence de ihtiyacı olmamalı ve üniversiteyle muayenehane arasında bir bağlantı olmamalı buna katılıyorum. Ama katılmadığım ve bir çok meslektaşımın katılmadığı noktalar şunlar: 1-Sadece özel muayenehane işleten ve devletle hiç bir bağlantısı olmayan bir doktora hasta gittiği zaman SGK devlet hastanesinde ne kadar ödüyorsa o kadar o doktora da o kadar ödemeli.Burada dikkat ederseniz hasta hastane hastası değil ve kendi isteğiyle özele gitmiş bir hasta. Şimdi siz bu hastayı sağlık güvencesini kullanmaktan mahrum ederseniz hem hastayı hem doktoru cezalandırmış oluyorsunuz ve doktoru sadece kamu veya özel hastanede çalışmaya mahkum etmiş oluyorsunuz. İnsanlarımızda şöyle bir özellik var, devletin verdiği 10 lirayı almak için 20 liralık dolmuşa binip geliyor ama mutlaka o 10 lirayı alıyor. Ayrıca özel hastane kadrolarını ve istifa edenleri serbest bırakmalısınız. Bu yüzden özele ve muayenehaneciliğe karşı değilim derken samimiyseniz kanunu böyle yapın. Ha devlette verilen parayı beğenmeyen gider istediği yerde çalışır. Ama siz bize bir fiyat biçmeye, bizim çalışma hürriyetimizi kısıtlamaya yönelik kanunlar yaparsanız çok açık söylüyorum bizden destek bulamazsınız ve başarılı olamazsınız. 2-Üniversite hastaneleri parasal olarak verimli olmak zorunda değildir Sayın Bakanım. Çünkü biz 1 yıl sonunda çok ihtiyacınız olan 100 doktoru mezun ediyorsak bu ülke için üzerimize düşeni yapmışız görevimizi yapmışız demektir. Buna yakışan devlet hast çalışanlardan daha yüksek emekliliğe yansıyan bir geliri hak etmişiz demektir. Ayrıca kese fıtık guatr yapmamıza gerek olmadığını düşünüyorum. Bunları zaten devletteki arkadaşlar fazlasıyla yapıyor. 3- Yapılması gereken üniversitede çalışmayı devlet hast ve özelde çalışmaktan daha cazip hale getirmeniz gerekmekte. Bu olmazsa ne olacak. Perifer üniversitelerde zaten az sayıda olan hocalar ayrıldığında buralarda eğitim aksayacaktır. Emekliliği gelen bir çok hoca emekli olup ayrılacaktır. Yaşı genç olanlar da bir kaç ay mecburiyetten bu performans sistemini deneyecek ve olmadığını görünce ya ayrılacak ya da küsüp çalışmayacaktır. Benim görüşlerim bunlar. Bize yakışır hak ve özgürlüklere ücretlere, vatandaşla doktor arasında para ilşikisinin bitmesine biz de varız ama köle olmaya, özelleştirmeye, kullanılmaya yokuz Sayın Bakanım...
0
Cevapla
lale
Sayın bakan vatandaşa ben bunu yaptım doktorun elini cebinizden çektim demek için yapıyor sadece tiribüne oynuyor kendi de iyi biliyor ki asla ve asla bu sistem tutmaz sayın bakan şunu unutmasın yunanistanda doktorlar hükümeti 3 ayda indirdi darısı sizin başınıza sayın bakana şunu sormak isterim anayasa mahkemesinin iptal ettiği maddelerin içinde sadece birinde çalışabilir ibaresini iptal etmişti sizin için hukuk önemli değil tabi....
0
Cevapla
depresyon asistan
dört gözle asistanlığın bitişini beklerken,yürütmenin durdurulması. şok durumdayım,bitirmeme 3 ay kalmıştı. şimdi ben ve benim gibiler ne olacak.3 ay var derken 1 yıl 3 ay mı oldu ,inanamıyorum.süreyi az bulan hocalar acaba kaç senede bitirmiş?madem 5 yıl olacak dı da, neden 4 yıla indirildi,planlarımı 4 yıla göre yapmıştım.benim asistan olarak hiçbir şeye hakkım yok mu? sayın bakanım lütfen bizi mağdur etmeyin.
0
Cevapla
ali b.
mecburi hizmeti neden sormadınız?
0
Cevapla
Yorum Yaz
0/300

Bu haberler de ilginizi çekebilir