Bu köşenin ‘sadık okurları’ biliyorlar ki bugünlerde bir süreliğine geldiğim Amerika’da Pittsburgh Üniversitesi’ndeyim. “Bir süreliğine” diye özellikle belirtiyorum, zira bazı okurların ‘Yorum’ köşesine yazdıklarına cevap olsun istiyorum. Onlar benim dönmemi istemiyorlar ama ben, ümit ediyorum ki, Eylül ayında yine Türkiye’deyim.
Bulunduğumuz Pittsburgh Üniversitesi kendisine motto olarak ‘Leader in Education. Pioneer in Research. Partner in Regional Development’ (Eğitimde Lider. Araştırmada Öncü. Bölgesel Kalkınmada Ortak.)’ı seçmiş, Tıp Fakültesi Amerika’da ilk 5 içinde ve benim çalışma alanınmla ilgili çok başarılı bir merkez var.
Burada güzel akademik ilişkiler kurmak mümkün. Araştırmalar yapılıyor, bilimsel toplantılara katılınıyor, vs. Daha önceki yazımda bulunduğum merkezin akademik seviyesinden biraz bahsetmiştim. Beni memnun eden, benim son derece başarılı bulup saygı duyduğum merkezdeki hocaların Türkiye’den gelen bir akademisyene gösterdikleri teveccühtü. Daha sonra anladım ki, ben gelmeden bunlar benim hakkımda bayağı bir bilgi sahibi olmuşlar. Bir akademisyenin başına gelebilecek en güzel şey benim başıma geldi ve merkezdeki ‘dostlar’, makalelerimi okuduklarını ve bunlar üzerine konuşmak istediklerini söyleyerek benden öğle yemekleri için randevu istediler. Ne güzel, ülkem ve üniversitem adına gurur duydum.
Benden bir de seminer vermemi istediler ve kendi aralarında konuştuklarını, onlar tarafından en ilginç bulunan 12 yıl önce yazdığım bir makalemin detaylarını dinlemek istediklerini söylediler. (Makalenin tam referansı: Aksoy, S. ‘Is the intention relevant to determining whether an act itself is morally right or wrong in medical practice?’, Bulletin of Medical Ethics, October 1999:21-4.) ‘Şubat Soğuğu’nun her tarafı kasıp kavurduğu yıllar olduğundan başlığa koyamamıştım ama aslında bu makale Muhammed el-Gazali’nin (Evet, doğru anladınız meşhur İmam Gazali’den bahsediyorum.) ‘niyet’ ile ilgili görüşlerinden yola çıkarak İslam’ın konuya bakışını anlatıyordu. Merak edenler için makalede ne söylediğimi yazacağım ama, bana “Vay be, Sen nelere Kadirsin! Kime niyet kime kısmet!” dedirten bir hatıramı bu noktada anlatmam lazım.
Sene 2005, Batı Anadolu’nun şehirlerinin birisindeki genç bir Üniversitede ‘Tıp Tarihi ve Folklorik Tıp Günleri’ başlığı altında bir toplantıdayız. Katılımcılar, aynı toplantının daha önce yapılan 3 tanesinde olduğu gibi halk tıbbındaki –çoğu yanlış ve hurafeye dayalı- inançlardan, Anadolu’nun farklı yerlerindeki –bir kısmı bilimsellikten uzak- uygulamalardan bahsediyor. Yani sunulan tebliğlerin hemen tamamı akademisyenlerin kendi görüşlerini değil, halk arasındaki sağlık konusundaki inanç ve uygulamaları yansıtıyor. Adı üzerinde ‘Folklorik Tıp Günleri’. Biz de, bir ilahiyat hocası ile birlikte bir tebliğ hazırlamışız. ‘Şubat Soğuğu’nun hafiflediğini hissediyorduk ama ‘derin dalgaların’ devam ettiğinden o gün için haberdar değildik. Bildirimizin başlığı “Gazali’nin Anlayışına Göre Ölüm ve Ölüm Süreci” idi.
Bildirimi sunduktan sonra, bir öğretim üyesinin öncülüğündeki bir grup tarafından ağır hakaret ve sözlü tacize uğramış, bana “bilimsel bir ortamda Gazali’den bahsedemiyeceğim” söylenmişti. Tabii o gün Wikipedia yoktu yoksa kendilerine Wikipedia’daki (http://en.wikipedia.org/wiki/Ghazali)şu cümleyi okumak isterdim: “Ghazali has sometimes been referred to by historians as the single most influential Muslim after the Prophet Muhammad.” Hırçın ve öfkeli meslektaşımı ve arkadaşlarını şahsıma yaptıkları sözlü taciz kesmemişti de o akşamki Gala Yemeğine katılmayıp söz konusu Üniversitenin Rektörü ile akşam yemeğinde buluşup beni ona şikayet etmişlerdi. Yalnızca beni şikayet etseler iyi, onca emek çekip toplantıyı düzenleyen hocayı da şikayet etmişlerdi de, değerli meslektaşım takdir göreceğine, Etik Kurul üyeliğinden uzaklaştırılmak da dahil bazı maduriyetlere uğramıştı. (Benim ve akademisyen olan eşimin başına gelenler ayrı bir yazı konusu olduğundan burada hiç bahsetmeyeceğim.) Neyse, Pittsburgh Üniversitesi Biyoetik ve Sağlık Hukuku Merkezinde aldığım bu seminer teklifi “Bilimsel bir ortamda Gazali’den bahsedilip bahsedilemeyeceği?” sorusuna gecikmeli de olsa bir cevap olmuştu.
Gelelim Gazali’nin bu konuda ne dediğine. Ona göre, niyet, samimiyet (ihlas) ve sadakat birbirinden ayrılamayacak 3 unsurdur. Bunun yanında bilgi (ilim), irade ve eylem (amel) de birbirinden ayrılamaz. Gazali’ye göre, eylemde ‘irade’yi belirleyen ‘niyet’, ‘nedeni’ belirleyen ise ‘bilgi’dir. Ona göre, ‘bilgi’ herşeyin önünde gelir, çünkü insan ‘bilmediği’ bir şeye ne ‘niyetlenebilir’ ne de o konuda ‘irade gösterebilir’. Gazali’ye göre her eylemin arkasında bazen bir motivasyon/dürtü (beyis) vardır, bazen ise iki. Eğer iki beyis varsa, burada üç ihtimal vardır. Ya her bir beyis kişiyi tek başına, harekete geçirecek kadar güçlüdür; ya her biri kişiyi eyleme geçirecek kadar güçlü değildir ve diğer beyis ile birleşmesi gerekir; ya da her bir beyis tek başına kişiyi eyleme geçirebilir fakat diğerinin katılması ile daha güçlü hale gelir. Bu gibi durumlardaki ikinci beyise Gazali sırasıyla ‘arkadaş’, ‘ortak’ ve ‘yardımcı’ diyor. (Ben de bu noktada, daha fazla dayanamayıp, Gazali’yi felsefenin düşmanı ilan edenlere: “Yuh!” diyorum “Pes!” diyorum.)
Biz de bundan yola çıkarak diyoruz ki: Madem bir eylemdeki ‘gerçek’ niyet bu kadar çok tabaka ile sarılıp sarmalanmış ve biz ‘kapasitesi sınırlı varlıklar’ olarak bu ‘gerçeğe’ muttali olamayız; İnsanları niyetlerine göre değil, eylemlerinin sonuçlarına göre yargılamayız yargılamalıyız. Dolayısıyla, tıp uygulamasında da kişilerin –yani sağlık çalışanlarının- eylemlerindeki ahlaki/etik sorumluluğu kendilerinin ifade ettiği niyetleri değil, eylemlerinin sonuçları belirler. Önemli bir ölçü olarak kabul edilen “Ameller niyetlere göredir...” sözü de, fizik aleme değil, metafizik aleme bakar.
Bakalım bu karmaşık konuyu buradaki meslektaşlara anlatabilecek miyim. Bunda başarılı olamasam bile, Gazali’nin felsefesinin bilimsel ortamlarda tartışılabileceğini anlatabilmiş olmak ve bu konuda merak uyandırmak bile bana yetecek.
Yalnız bir konuda kararsızım, seminerde ikram etmek üzereKaymaklı Revani mi yapsam yoksaFındıklı Şekerpare mi...