Düşük insan sermayesiyle sosyal sermayenin zayıflığı biraraya geldiğinde karşımıza en büyük adaletsizlik çıkıyor: İnsan hayatının ucuzla(tıl)ması
..............
Geçtiğimiz aylarda, rögar çukuruna düşen çocuğun ölümü ile alınan karar ve cezalara temel oluşturan suçlama oldukça anlamlıydı: "Cana kast eden ihmal!". Yakın zamanda meydana gelen tren kazasının nedeni "yetersiz eleman" ve "bakımsızlık"la açıklandı. Dört kez mühürlenmiş, belediye tarafından savcılığa şikayet edilmiş, ama yine de kaçak olarak havai fişek üretimi yapan işyerindeki patlama ve onlarca insanın ölümü ise "denetimsizlik" ve "ruhsatsız olması"yla geçiştirildi. Taşeron firma, kaçak işçi, ruhsatsız-denetimsiz işyerleri ve "cana kast eden ihmal"... Gündelik hayatımızdaki "ihmal"lerin can kaybı ile sonuçlanması, bir başka soruyu akla getiriyor: "Cana kast eden ihmal" en sık nerede oluşur? Sokakta? Evde? Okulda? Oyun parkında? İşyerlerinde? Hastanede?!!..
Hastalığın oluşma sebebi bir tarafa, ülkemiz hastanelerinin hastalıklı koşullarına kolaylıkla eklenebilecek en ufacık bir ihmal ile, "hastanede" hayatın kaybedilme olasılığı yüksektir. Üniversite, devlet ya da özel hastanelerde, sağlık hizmetlerinin sağlandığı her basamakta, görevinin sorumluluğunu algılamadan, hatta gerekli eğitimi almadan hizmet (!) veren çalışanların bulunması bu mantıksal çıkarımı açıklayabilir. Yukarıda bahsedilen sokak, trafik ve işyeri kazalarında en alttan en üste kadar geniş bir yelpazede sorumluların olması sağlık sektörü için de geçerlidir. Diğer bütün kazalarda olduğu gibi sağlık sistemindeki aksaklıklar da, kaderci milletimiz tarafından sıklıkla "ecelin gelmiş olması" ya da "Allah verdi, Allah aldı!" şeklinde, doğal-sosyal-kültürel bir savunma mekanizması ile geçiştiriliyor, kabulleniliyor. Gelişmiş ülkelerde, çocukları için istenilen sintigrafi tetkikine "aman doktor bey, bu tetkikin radyasyon etkisi yok mudur, varsa izah eder misiniz?!" şeklindeki anne-baba bilinç düzeyine, ne yazık ki, ülkemizde çok ender rastlanıyor. Kendilerine hastalık, ameliyat ve muhtemel sonuçları konusunda ne kadar bilgi vermeye çalışsanız da, başından itibaren sergilediği anlamaz ve umursamaz tavra ek olarak "en iyisini siz bilirsiniz doktor bey!", "biz hastamızı/çocuğumuzu önce Allah'a sonra size/bu hastaneye emanet ettik!" ifadeleri, sağlık konusunda insanlarımızın gösterdiği kaderci yaklaşımı, bir o kadar da eğitimsizliklerini yansıtıyor. Kaderci savunma mekanizmasının ülkemiz koşullarında ne kadar faydalı olduğu ya da insan hayatına verilen değerin bir kriteri olup olmadığı tartışmasına girmeyi oldukça anlamsız buluyorum.
Büyük doktor!
İnsanlarımızı acıdan ve kederden koruyan, gereksiz hukuk arayışları içerisine girmekten alıkoyan kaderci yaklaşımı engelleyecek en ufak pürüz ya da soru işareti, karşı taraftan sihirli sözcük "komplikasyon" ile rahatlıkla giderilebilyor. İhmal (malpraktis; "malpractice") ve komplikasyonu belirleyebilecek kontrol mekanizmalarının olmaması, "ihmal"in "komplikasyon" olmadığı yönünde fikir beyan edebilecek bilinçli vatandaşlarımızın çok az olması ile birleşince ortada sorun kalmıyor. Hastalarıyla konuşmayan, bilgi vermeyen, hatta kötü davranan doktor, değerli, ulaşılması zor, "büyük doktor"dur memleketimde. Öyle ki, basit bir operasyon sonrasında ihmal nedeniyle, 1 hafta süreyle yoğun bakımda kalan çocuğunun durumunu (kendisine kötü muamele yapılabileceğini düşünerek) ameliyatı yapan "büyük doktor"a soramayan bir "öğretmen" baba, bunun en tipik ve düşündürücü örneğidir. Hastaneye kadar getirilen, ilgili bölüme kadar ulaştırılan bir çocuğun, perfore apandisit teşhisi sonrasında evrak eksikliği nedeniyle (acil durumlarda evrak sorulmaz!) gönderilmesi "görevi ihmal"dir. Aynı hastanın bu nedenle ölümüne sebep olmak ise "cana kast eden ihmal"dir. Savcılığa suç duyurusuyla ruhsatsız faaliyet gösteren işyerindeki onlarca ölüme engel olunamaması gibi, ilgili yüksek kurumlara ve devletin en üst kademesine kadar "ihmal, sorumsuzluk ve usulsüzlüklerin" bildirilmesi de hasta ölümlerine engel olamıyor. Ülkemizde, ihmal, sorumsuzluk ve usulsüzlük nedeniyle oluşan hasta ölümlerinin personel eksikliği ile açıklanması ya da ahbap çavuş ilişkileriyle örtbas edilmesi mümkündür. Ölümle sonuçlanan ve ihmal şüphesi bulunan durumlarda, kurum içinde açılan soruşturmaların, doktorun doktoru (bazan arkadaşını) soruşturmasının ne kadar adaletli ya da mantıklı olduğunu/olabileceğini sorgulamak gerekir. Her meslek grubunda bireylerini koruyan yaklaşımlar vardır, ancak bu korumacılığın özellikle sağlık, insan hayatının söz konusu olduğu durumlarda hukuk çerçevesi içinde olması gerekir. Bu sebepledir ki, gelişmiş ülkelerdeki doktorların meslek sigortalarına ödedikleri prim miktarları kazançlarının önemli bir bölümünü oluşturuyor.
İnsan sermayesi, bir toplumun eğitim ve sağlık açısından kalitesine vurgu yapar.
İnsanlarımızın kaderci yaklaşımı ve otoriteye itaat etme kabiliyetinin gelişmiş olmasının, hastasının beklenmedik ölümünü sorgulayamamasının temelinde eğitimsizlik vardır. Hukuk devleti olarak kabul edilen bir ülkede, düşük insan sermayesi ile sosyal sermayenin zayıflığı biraraya geldiğinde karşımıza en büyük adaletsizlik çıkıyor; insan hayatının ucuzla(tıl)ması.
HÜSEYİN ÖZBEY: Prof. Dr., İstanbul Tıp Fakültesi
Radikal