İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Metabolizma Hastalıkları Uzmanı, İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kubilay Karşıdağ, şeker hastalığı ve tedavisi hakkında, “www.kazabam.com” sitesinde hekimlere bilgi verdi.
Son yıllarda diyabetin gittikçe yaygınlaştığına dikkat çeken Prof. Dr. Kubilay Karşıdağ, “1997’de Türkiye’de 7,2 olan 20 yaş üstü bireylerde diyabet görülme sıklığı, 2011 yılında yapılan 2. TÜMDEF çalışmasında yüzde 13,7’lere kadar çıkmıştır. Yani toplumumuzda yüzde 100’e varan bir diyabet artışı görülmektedir.” dedi.
“İnsülin direncini klinikte genellikle ne gösterir?”
Diyabetin tek başına görülen bir hastalık olmadığını ifade eden Prof. Dr. Kubilay Karşıdağ, “Tip 2 diyabette genellikle diyabet başlamadan önceki yıllarda insülin direnci ön plandadır. Tip 2 diyabetin etyopatogenezinde ön planda olan sorun insülin direncidir. ‘İnsülin direncini bize klinikte genellikle ne gösterir?’ diye sorduğumuzda, aklımıza gelmesi gereken şey obezitedir. Obeziteden sonra kan yağlarındaki lipid düzensizliği dikkati çeker. Koroner kalp hastalığı şeklinde olabilir, arter şeklinde olabilir ve sıklıkla arkasından diyabet gelir. Diyabet, insülin direnci tablosunun en son ortaya çıkan faktörüdür.” şeklinde ifade etti.
Tedavinin bireysel olduğunu ve hangi durumlarda diyabetten şüphelenilmesi gerektiğini açıklayan Prof. Dr. Karşıdağ, konuyla ilgili şunları kaydetti:
“Ailesinde ve kendisinde hipertansiyon olanlar, kan yağlarında düzensizlik, obezite, ailesinde diyabet; özellikle Tip 2 diyabet sıklığı fazlaysa, diyabete özgü lipid düzensizliği varsa, yani trigliserid düzeyleri yüksek, HDL değerleri düşükse; bunlar kişinin kendisinde veya ailesinde varsa, 4 kg’ı aşan bir bebek doğurduysa veya gebelik sırasında gebelik diyabeti anamnezi varsa, herhangi bir zamanda gerçekleşmiş kan şekeri düzensizliği, bozulmuş açlık glukozu veya bozulmuş açlık toleransı, polikistik over, bazı deri insülin direnci bulguları varsa, kendisinde veya ailesinde vasküler hastalıklar mevcutsa o kişinin üzerinde daha özenle durulması gerekir.”
HABERİN VİDEOSU İÇİN TIKLAYINIZ
Hangi durumlarda diyabet teşhisi konulur?
Diyabet hastalığına bağlı olarak daha çok deri kıvrım yerlerinde, boyunda, koltuk altlarında veya kadınların göğüslerinin altlarında aşırı hiperpigmentli alanlar görülebildiğini söyleyen Prof. Dr. Karşıdağ, “Pigmente alanlar bazen kişiler tarafından kirlenmiş gibi düşünülebilir ve burayı kişi sabunlar, kese sürer ama bir türlü geçmez. Deri benleri karşımıza çok sık çıkan bulgulardan biridir. Koltuk altlarında, ense çevresinde olabilir. Klasik et benlerinden farklıdır. Bunlar bize insülin direncini düşündürür. İlk yapmamız gereken şey, glukoz metabolizmasını değerlendirmektir.” diye konuştu.
Kırk beş yaşına gelen herkesin hiçbir şikâyeti olmasa bile mutlaka açlık kan şekerinin ölçülmesi gerektiğini belirten Prof. Dr. Karşıdağ, sözlerine şöyle devam etti:
“8-10 saatlik mutlak açlıktan sonra ertesi sabah alınan kan örneği iki kez 126 mg/dL ve üzerindeyse tanı kesinlikle diyabettir. Başka bir şey yapmaya gerek yoktur. Kesinlikle OGTT yapmayın, anlamsız olur. 100-125 mg/dL arasındaysa bunun adı bozulmuş açlık glukozudur. Bu durumda mutlaka 75 g glukozla iki saatlik OGTT yapılır. Eğer kan şekeri 100’ün altındaysa diyabet yok diyebiliriz, ancak kesinlikle yok, diyemeyiz. Çünkü bazen açlık kan şekeri normal olduğu hâlde şeker yükleme testi ve diğer testlerle kişide diyabet olduğu gösterilmiştir. Tokluk kan şekeri patolojik olan bireylerin yaklaşık üçte birinde açlık kan şekeri tamamıyla normaldir. O nedenle eğer açlık kan şekeri klinik tabloya göre biraz ilerideyse bize bir şeyler gösterebilir. Daha gizli saklı tablolarda ise genellikle açlık kan şekeri değersiz kalır. Bu nedenle 45 yaşına gelmiş herkesin kan şekerine bakılmalıdır. 126 mg/dL’nin üzerindeki kişilerde bir daha tekrarlanmalı, eğer yine 126’nın üzerindeyse kesin diyabet tanısı konulmalıdır.”