Hastaysanız haklarınız var dedim kıyamet koptu. Hayatın olağan akışına uygun olarak hastalardan kıyamet gibi kutlama aldım. Hasta olmayanlardan da bilgilendirdiğim için teşekkür aldım. Tıpkı sigorta şirketlerinin hastada oluşan hasardan sigortalı hekimin sorumlu olup olmadığını önceden değerlendirmek ve kusur varsa dava bile görülmeden hasarı tazmin etmek ve savunma aşamasında lehte olan bilgilere ulaşmak için bilirkişiye danıştıkları gibi bundan sonra kendilerinin de daha dava açmadan önce veya sırasında mutlaka bir tıp bilirkişisine danışacaklarını söylüyorlardı.
Resmi bilirkişi raporlarına itiraz ederken bunu savunma ile eşit koşullarda yapmak şimdiye kadar hiç akıllarına gelmemişti. Avukatları da hakimleri de böyle bir hakları olduğu konusunda kendilerini bilgilendirmemişlerdi. Haklılıklarını iddia etmek için alınan özel bilirkişi raporları dava dilekçelerinin ekinde bile kabul edilmiyordu. Tanık bilirkişiliği diye birşey duymuşlardı ama uygulamasına hiç rastlamamışlardı.
Avukatlar ve hakimler “uygulamacı” meslek elemanlarıydı. Resmi bilirkişiler uygulamada hakimlerin yardımcısı uzmanlardı. Bu durumda, hastayı temsil edecek avukatıyla birlikte iddiasını veya itirazını hazırlarken uzman(lar)dan görüş alınması ve bu görüşe uzlaşmalarda veya dava dilekçelerinde yer verilmesi, hakkında verilecek kararı doğrudan etkileyen resmi bilirkişiye ve karşı tarafa haklılığını ispat edebilmesi, açıklayabilmesi açısından çok önemliydi.
Hak aramaları gerektiğinde elleri boş olmaması için kayıtların düzgün tutulmasını kontrol etmeleri, bir kopyasını almaları gerektiği konusunda da bilgilenmişlerdi. Bundan böyle saldım çayıra beni doktor kayıra düsturu ile hareket etmeyeceklerini, kendi tedavileri hakkında bilgilenip tedaviye bilinçli olarak katılacaklarını söylüyorlardı.
Hastalar yazıdan bu haklarının varlığını anlamışlardı, doktorlarına güvenmemeleri gerektiğini değil.
Bazı doktorlardan da kutlama aldım. Haklarında rastgele dava açılmadan önce bir bilirkişiye gidilse belki de haksız yere dava ile karşılaşmayacaklarını düşünüyorlardı. Hastalara ve yakınlarına ve tabii avukat ile hakimlere bu bilgilendirmeyi yapmış olmamı kendi lehlerine bulmuşlardı. Sağlık kurumlarında ellerinde çantalarıyla dolaşan avukatlar gördüklerini ve bunların hastaları provoke edebileceklerinden korkuyorlardı. Bu bilgilendirme olumluydu.
Diğer taraftan, hekimleri karalıyorsunuz, canla başla per perişan çalışanlar da var diyenlere her zamanki gibi hiç kulak asmadım. Zaten kimse yok dememişti ve kendilerinin yüzü suyu hürmetine mağdur hastaların hikayelerini yazmamazlık edemem. İlkem gereği ‘kırık kol tedavi edilir, yen içinde bırakılmaz’.
Görevin zor koşullarda, canla başla yapılması ile doğru ve haklar çerçevesinde yapılması arasında nasıl bir ilişkilendirme yapılabilir ben bilmiyorum. Öncelikle, görevin zor koşulları hastanın insiyatifinden kaynaklanan bir durum değildir. Hasta, doğru tedavi neticesinde ve hasta hakları çerçevesinde şifa bulup bulmadığı ile ilgilenir. Canla başla çalışmak ise herhangi bir meslek dalında faaliyet gösteren her profesyonelden beklenir. Doktorlara özgü bir durum değildir. Dolayısıyla duygusal yorumları her zamanki gibi devre dışı bıraktım.
Bir kısım yorumlar ise doktorların hastalardan çektiklerine odaklı olarak geldi. Hastalar kötü niyetliydi, sağlık çalışanlarına şiddet uyguluyorlardı, talimat dinlemiyorlardı, avukatlarıyla bir olup hekimlere karşı savaş açmışlardı, hak aramak değil zenginleşmek peşindeydiler...
Doğruluk payı olduğu muhakkak ama bu nedenlerle hastalar yargı önünde eşit savunma ve iddia etme haklarından faydalandırılmamalı mı? Hak aramamalı mı?
Her durumda, kusur yoksa zaten ceza da olmayacaktır değil mi?
Yazıya yapılan yorumlar içerisinde beni en çok ilgilendiren son grup ise son dönem sağlık politikaları sonucu oluşturulan sistemin kendisinin gerek hekim gerekse hasta haklarını ihlal edici, tarafları birbirine düşürücü etki yarattığını ifade ediyorlardı.
Bu yorumların çok nitelikli ve haklı olduklarını düşünüyorum.
İşte birkaç başlık;
Sağlık politikaları, sağlık sektörünün baş aktörleri olan hekim ve hastaları dışlayıcıdır. Önem verildiği söylenen hastaların tedavisinde ucuzculuğa gidilmesi, bütçe kısıntısı yapılması hasta açısından başlı başına bir tedavi riski oluşturmaktadır. Hastalar bu durumdan hekimleri sorumlu tutmaktadırlar.
Hekimlik mesleği paraya odaklı hale getirilmiştir. Yeni sağlık sistemi siyasilerce açıklanırken hekimler çok para kazanan ama gözü doymayan meslek mensupları olarak kamuya lanse edilmişlerdir. Hastalar artık hekimlere bu gözle bakmakta ve zaman zaman sağlık çalışanlarına saygısız davranmakta veya şiddet uygulamaktadırlar. Bu ruh haline kavuşturulan hastaların, hekimleri dava etmek üzere sıraya girmesi kaçınılmazdır.
Kamu çalışanı bir hekimin maaşı siyasilerce 10-15.000 TL’ye yakındır şeklinde beyan edilirken, temel ücretin 2.000TL civarında olduğu, bunun için gün içerisinde belli sayıda hasta bakmaları gerektiği, döner sermayeden ücret almak için ise performans denilen gün içinde daha çok hasta bakma gerekliliğine, bu nedenlerle tedavinin özensiz ve/veya kusurlu yapılmasının kaçınılmaz olduğuna işaret edilmemektedir. Performans sistemiyle, en ağır durumdaki hastaların tedavi edildiği üniversite hastanelerinde bir hoca dönerden 500TL alarak toplamda aylık 5.000TL kazanabilirken aile hekimlerinin bundan daha çok para kazandıkları söylenmektedir. Bunlardan habersiz olan hastalar 100.000’lerce liralık tazminat davaları açmaktadırlar. Hekimler bu korku nedeniyle hasta lehine olsa bile tedavi önermekten kaçınır hale gelmişleridir.
Asistan hekimlerin nöbetlerinde adalet yok şikayetleri de mevcut. Hekimler 36 saat hatta bazden daha uzun süre blok halinde çalışmak zorunda kalıyorlar. Her insan gibi geçim sıkıntısı çeken hekimlerin gizli gizli başka yerlerde de nöbet tuttukları ve performansa bağlı sistem içerisinde fiziken ve zihnen performanstan düştükleri ve bunun neticesinde hatalar yapabildikleri biliniyor.
Mevcut sistemde, her hastanın durumu özellik taşımasına rağmen özellikle üniversite hastanelerinde paket programlar ile hasta için ödenecek paralara sınır getirilmesi, ücret belirli bir sınırı geçince bunun hastaneye ödenmemesi üniversite hastanesini zarar ettirirken, yetersiz/özensiz tedaviye de sebebiyet verebiliyor.
Acil sağlık hizmetlerinin ücretsiz hale getirilmesi de bu birimlere yoğunluğun artmasına sebep verir cinsten. Bu durum hastalarca suistimal edilebiliyor. Hastada acil bir durum görmeyen hekim hastayı polikliniğe yönlendirdiğinde ise kıyamet kopuyor. Hekim bundan da nasibini alıyor.
Yoğun bakımlar da ücretsiz ancak, bu durum tam tersi bir etki yaratıyor. Yoğun bakımlık hasta normal odada bakılmaya çalışılıyor. Hasta zarar görürse, hekim doğrudan sorumlu tutuluyor.
Hekimlerin özlük hakları ve meslek hakları bunlarla sınırlı değil. Daha onlarca yorum ve katkı var...
Gelinen noktada, doktorlar diyor ki; yeni sağlık politikaları nedeniyle doktor-hasta ihtilaflarında artış görülecektir çünkü mevcut sistem öncelikle özensiz tedaviyi körükler niteliktedir.