Anadolu’nun ücra bir ilçe devlet hastanesinde görev yapmaktayım. Hastanemizde 1 (bir) pratisyen hekim ile 4 (dört) uzman hekim görev yapmaktadır. Uzmanlarımız aile hekimi uzmanı (başhekim), genel cerrahi, üroloji ve anestezi uzmanıdır. İlçemiz toplum sağlığı merkezinde ise toplam 8 (sekiz) pratisyen hekim, aile hekimi olarak görev yapmaktadır. Hastanemiz ilçemiz şartlarına göre kapasitesinin çok çok üstünde hizmet vermektedir. Gerek poliklinik, gerek ameliyatlar ve gerekse acil hizmetleriyle ilçemizin sağlık yükünün neredeyse tamamı hastanemizde mevcut toplam 5 hekimin üzerindedir. İnsan üstü bir gayretle, mümkün mertebe hastaları farklı sağlık kuruluşlarına sevk etmeksizin hastalıklarına çözüm üretmekteyiz ve hasta memnuniyetinin en üst düzeyde sağlandığı bir sağlık kuruluşuyuz. Örneğin hastanemiz acil servisinde günlük yaklaşık 200 civarı, genel cerrahi ve üroloji polikliniklerinde ise yaklaşık 70-80 civarında hastaya bakılmakta iken, aile sağlığı merkezinde 8 doktorun günde baktığı hasta sayısı 15-20’yi geçmemektedir. Yani hekim başına günlük düşen hasta sayısı 1-2’yi geçmemektedir. Bu hastaların büyük bir kısmı da hastanemizde uzman doktorların yazdığı reçeteleri, devlete daha düşük katkı payı vermek amacıyla aile hekimlerine yeniden yazdırmak için giden hastalar oluşturmaktadır.
Bununla beraber gerek ücretlendirme, gerekse özlük haklarına bakıldığında, aile hekimlerinin hem acil hekimlerinden hem de uzman hekimlerden çok daha iyi pozisyonlarda oldukları görülmektedir. Örneğin bir aile hekimi günde sadece 1-2 hasta bakarak ayda 8000-9000 tl maaş almaktayken, acil serviste günde 150-200 hasta bakan pratisyen hekim maaş+döner sadece 4000 tl civarı, uzman hekimlerimiz ise maaş+döner 5000-6000 tl civarı ücret almaktadır. Acil hekimi veya herhangi bir uzman hekim senelik izin, rapor veya herhangi bir nedenle çalışamadığı dönemde sadece maaşa talim iken, aile hekimlerinde böyle bir durum da söz konusu değildir. Bakılan hasta sayısına bakılmaksızın hepsi yukarıda belirtilen ücretleri almaktadır.
Dikkat çeken bir diğer haksızlık ise meslek hayatında 10 yılını doldurmamış bir doktorun veya herhangi bir kamu görevlisinin senelik izin hakkı sadece 20 gün iken, henüz 1 yıl önce tıp fakültesinden mezun olmuş ve aile hekimliğine geçmiş bir pratisyen hekimin senelik izni 30 gün (1 ay) olarak belirlenmiştir. Hatta bir aile hekimi bakmakla yükümlü olduğu hastalarını diğer aile hekimine devretmek suretiyle ekstradan “kafa izni” de yapabilmekte ve bu durum görmezden gelinmektedir. Örneğin ilçemiz toplum sağlığı merkezinde her ne kadar 8 aile hekimi görev yapıyor gözükse de, dönüşümlü olarak hekimlerin 3 tanesi gelmemekte ve diğer 5 hekim işleri idare etmektedir. Yani bakılan hasta sayısı hekim başına ortalama 1-2 iken, 3 olmaktadır.
Hem ilçemiz devlet hastanesinde hem de diğer devlet hastanelerinde yaşanan çok ciddi bir problemde; acil serviste görev yapan pratisyen hekimlerin neredeyse tamamının “ballı” aile hekimliğine geçmesi nedeniyle acil servislerde oluşan hekim açığıdır. Bu açık acil servislerde uzman hekimlere nöbet tutturulmak suretiyle giderilmeye çalışılmaktadır. Başlangıçta vatandaşın kulağına hoş gibi gelse de bu durumun çok sayıda mahzuru olduğu bir gerçektir. Örneğin o gün acil serviste nöbet tutan uzman hekime, kendi branşıyla ilgili poliklinik veya ameliyat hastası geldiğinde alması gereken hizmeti alamamaktadır. Bundan daha da kötüsü yıllarca acil hasta görmemiş, tamamen kendi branşı ile ilgili hasta bakmaya alışmış bir uzman hekimden branşıyla hiç ilgisi olmayan hastalıkların teşhis ve tedavisini yapmasını beklemek ne kadar doğrudur. Bugün ülkemizde belli bir sosyokültürel ve sosyoekonomik düzeye sahip kimselerin hastalandıkları zaman tedavi olabilmek için hastalıklarıyla ilgili en iyi uzmanı, hatta “uzmanın da uzmanını” bulup tedavi oldukları görülürken, vatandaşa ise göstermelik bir hizmet sunulması sosyal hukuk devleti ilkeleri ile bağdaşmamaktadır. Göstermelik diyoruz çünkü; Bugün acil serviste nöbet tutan bir cildiyeciden kimse kalp krizini teşhis etmesini beklememelidir. Bir ürolog kafa travmasını değerlendirebilir mi? Bir fizik tedavi uzmanı ateşli havale geçiren 5 aylık bir bebeği nasıl tedavi edebilir? Ömründe hiç hasta görmemiş olan biyokimyacı, mikrobiyolog nasıl trafik kazasıyla gelen bir hastaya tıbbi müdahalede bulunabilir? Bıçaklanmayla acil servise gelen hastayı değerlendirmek intaniye uzmanının işi midir? Şeker komasıyla acile gelen hastanın şekerini düzenlemek ortopedistin işi midir? Beyin felci geçiren hastayı çocuk doktoru mu değerlendirmelidir? Örnekleri çoğaltmak mümkündür. Eğer bu soruların cevabı “evet” ise uzman hekimler neden uzmanlaştılar, neden branş hekimi oldular. TUS zahmetini, asistanlık eziyetini neden çektiler. Eğer yukarıdaki soruların cevabı “hayır” ise, bilinmelidir ki bugün bütün Türkiye’de acil servislerin hali budur. Bu çarpık durum bir an evvel çözülmelidir.
Bugün her hekim zorunlu meslek sigortası yaptırmaktadır. Sigorta şirketleri sadece hekimin branşı ile ilgili tıbbi hataları karşılamayı vadetmekte olup, uzman doktorun acil serviste yapabileceği tıbbi hatayı teminat altına almamaktadır. Şimdi böyle bir hata yapılması durumunda bunun hem vicdani hem de hukuki sorumlusu kimdir? Nöbeti tutan hekim mi, yoksa kendisine zorla acil nöbeti tutturanlar mı? Sırf bu ve benzeri sıkıntılardan dolayı hastanemizde görev yapan hekimlerimiz mecburi hizmetlerini bitirdikleri gün istifa etmektedirler. Örneğin son birkaç ay içinde hastanemizden dahiliye, kadın doğum ve çocuk uzmanları ayrılmışlardır. Hatta sizinle traji-komik bir olayı paylaşmak isterim. Kadın doğum uzmanımız mecburi hizmetini bitirdiği günün akşamında istifa etmiş ve kendisine herhangi bir iş dahi ayarlamadan gitmiştir. Eşi hamile olan kadın doğum uzmanı bu arkadaşımız, herhangi bir işi olmadığı için -haliyle sosyal güvenliği de yok-, eşinin doğumunu ücretle yaptırmıştır. Bu ayrılışlar ilçemiz için çok büyük kayıptır. Zira köyleriyle birlikte yaklaşık 25000 kişiye hizmet veren bir hastanede böylesine temel branşların olmayışı, ilçemiz insanını zor duruma düşürmekte ve muayene için başka ilçelere, başka illere gidilmesini gerektirmektedir.
Ülkemizde herhangi bir sorunun tespit edilerek önceden çözümlenmesi için mutlaka birilerinin canının yanması mı beklenmelidir? Sorun büyüktür ve aşikardır. Bununla birlikte çözümsüz de değildir. Yeter ki iyi niyetle bu iş çözülmek istensin. Peki bu konuda neler yapılabilir? Öncelikle ülkemizde TUS’ta acil uzmanı kadrosu artırılmalıdır. Acilde görev yapan pratisyen hekimlerin hem maaşları, hem de özlük hakları iyileştirilmeli ve nöbet sayıları bir insanın nöbet tutabileceği sayıyı geçirilmemeli ve böylelikle acil hekimliği özendirilmelidir. Bugün maalesef özendirilmek bir yana, dünyanın en zor mesleklerinden biri olarak kabul edilen maden işçiliği bile acil doktorluğuna tercih edilecek bir hal almıştır. Pratik hayatta bu çözüm önerilerini uygulamaya sokmak biraz zaman alabilir. Ancak en kısa ve en kestirme olan çözüm önerisi şudur: Aile hekimliği sözleşmesinde yer alan tek bir maddenin değiştirilmesi ile bu durum hemen çözümlenebilir. Yapılması gereken şey; Aile hekimleri bağlı oldukları il sağlık müdürlüklerinin inisiyatifiyle ve valilik oluruyla, gerekli durumlarda, gerek acil servislerde gerekse ihtiyaç olunan diğer yerlerde görevlendirilebilmeli ve bu görevlendirmeden dolayı hak edecekleri ücretleri de alabilmelidirler. Böylelikle bu görevlendirmeler aile hekimlerinin kendi ifadeleriyle angarya olmaktan çıkarılmalıdır.
Hemen her gün yazılı ve görsel medyada özellikle acil servisler hakkında son derece rahatsız edici haberlerin çıkma sebebi bunlardır.
Sonuç olarak başta hekimlerimiz olmak üzere sağlık çalışanlarının çok büyük bir kısmı mutsuzdur. Gelecekten beklentisizdir. Çalışma aşk ve şevklerini kaybetmiş durumdadırlar. Unutmamak gerekir ki; Hasta memnuniyeti ancak ve ancak; hekim ve diğer sağlık çalışanlarının memnuniyeti de sağlanmak suretiyle tam olarak sağlanabilir. Yoksa taşıma suyu ile değirmenin dönmeyeceği gerçektir ve değirmenin çarkları çatırdamaya başlamıştır. En kısa zamanda ilgililerden gerekenin yapılması konusunda adım atılması beklenmektedir.
Gaziantep’te genç meslektaşımıza –aslında hekimlik mesleğine- karşı gerçekleştirilen haince saldırıyı lanetle kınıyor, genç meslektaşımıza Allah’tan rahmet, kederli ailesine ve tıp camiasına başsağlığı diliyorum. Bu ve benzeri saldırıların sorumlularını ve buna zemin hazırlayanları da Yüce Allah’a havale ediyorum.
Kamuoyuna saygı ile arz olunur.
Dr.S.Ü.