Geçtiğimiz hafta bir toplantıda buluştuğumuz Prof. Dr. Öktem Vardar, “Rifat Bey, YÖK yeniden yapılanmaya dair bir açıklama yaptı ve bu kadar önemli bir konuyu siz dahil kimse yazmadı” diyerek beni uyardı.
Konuyu uzunca bir süre yurt dışında olduğum için atladım ama yine de biraz utandım. Ve tabii Öktem hocanın uyarısını dikkate aldım.
YÖK önce özeleştiri yapmış ve 30 yıl önceki anayasayla 2547 sayılı yasanın artık üniversiteleri yönetmeye yetmediğini, ülke ihtiyaçlarına cevap vermediğini, dünya ile rekabeti sağlamaktan da uzak olduğunu vurgulamış. Ayrıca sadece Bologna sürecinde yer almanın yeterli olmadığının da altını çizmiş. Burada defalarca sorduğum soruya ise sonunda cevap vererek YÖK’ün resmi web sitesindeki, 2006’da hazırlanmış olan “Türkiye’nin Yükseköğretim Stratejisi”ne sahip çıkmış.
Elbisedeki delikleri yamamak değil yeni elbise dikilmesi gerekir diyerek de meseleyi (doğru olarak) özetlemiş.
Başlangıçta tarafların (bence en önemli sözcük bu: taraflar kim olacak ve kim tespit edecek) katılımı ile model geliştirilmeli, kamuoyunda tartışılmalı ve siyasi iradeye sunulmalıdır denmiş.
Amaç ve ilkeler: “bireylerin dünyanın değişen koşullarına uyum sağlayabilecek bilgi, beceri ve yetkinliklerle donatılması, girişimde bulunmaktan ve sorumluluk yüklenmekten kaçınmayan, eleştirel düşünme becerilerine sahip, insan hakları ve demokrasi; çevresel, kültürel ve estetik değerler konularında duyarlı aktif yurttaşlar olması, ayrıca verilen eğitimin geniş kitlelere erişerek ülkenin yarışmacı potansiyelini geliştirmesi, yapılan araştırmaların uluslararası düzeyde saygınlığı olan bilim ve sanat üretimine yönelmiş olması, ülkenin rekabet edebilirliğine destek olması, topluma hizmet faaliyetlerinin etkin ve sürdürelebir kılınmasını amaçlaması” olarak belirlenmiş.
YÖK yeniden yapılandırma çabasını paydaşlar açısından (çok doğru bir deyiş) 5 temel prensip üzerine kurmuş:
1. Çeşitlilik
2. Kurumsal özerlik ve hesap verebilirlik
3. Performans değerlendirmesi ve rekabet
4. Mali esneklik ve çok kaynaklı gelir yapısı
5. Kalite güvencesi
***
Benim düşünceme ve yorumlarıma gelince:
1. “Çeşitlilik” de birkaç kategoriye bölünmeli: Üniversitenin işleyişi ve sahibi: Devlet, vakıf, ve özel diye ayırılmalı. Eğitimin veriliş biçimi ve platformu:
Fiziksel, uzaktan eğitim ve hibrid (fiziksel ve uzaktan). Üniversitelerin çeşitliliği: (Şu anda hepsi üniversite) araştırma, öğretim (teaching), yüksek okul, enstitü vb.
2. Kurumsal özerklik, eğitim kurumlarının en temel haklarından biri. Son 30 yıldır da yükseköğretimde en çok tartışılan konu. Eğitim kurumları akademik ve idari anlamda özerk olup gerektiğinde hesap verebilmeli. Özerkliğin sağlanması, dünya ile rekabet anlamında geleceğe dönük temel taşlarından birisi olacaktır.
3. Performans değerlendirmesi en zorlu mesele. Temel prensip açısından hele Türkiye’de çok su kaldıracak bir tartışma; en başta da performansı kimin değerlendireceği ve ölçüm birimleri açısından. Bu konunun da hesap verebilirliğin bir parçası olduğunu içtenlikle düşünüyorum. Rekabet modeli ise ABD’nin baz aldığı, yaşam tarzına uygun bir model. Alternatif olarak belki de Finlandiya modelinin incelenmesinde fayda görürüm.
4. Mali esneklik ve çok kaynaklı gelir yapısı bakımından dünyada çok değişik örnekler var. Türkiye’nin geçmişi (eğitim ücretsiz) ve gelenekleri de göz önüne alındığında üniversiteye para aktarılması yerine öğrenciye para verilerek “EŞİT” rekabet yaratılması çok önemli. Zira devlet, vakıf ve özel üniversitede öğrenciyi çekebilmek adına daha rekabetçi ve kendini geliştiren bir metot uygulamak zorunda kalacak. Şili‘deki gibi öğrencinin mezun olduktan sonra ve çalıştığı sürece çok uzun vadeli faizsiz geri ödeme düşünülebilir. Ya da devlet maliyetin tamamını veya bir kısmını karşılayabilir. Mali esnekliğin en önemli unsurlarından biri “burs”tur. Yüklendiği önemli görev nedeniyle bursun tanımı ihtiyaç ve başarı esasına oturtulmalıdır ve burada da özerklik çok önemlidir.
5. Kalite güvencesi ise akreditasyonla ve sürekli yenilenebilirlikle sağlanabilir. Hâlihazırda bir kere üniversite olundu mu, ilelebet devam ediyor; fakülteler de öyle. Yeni kurulan üniversitelere üniversite demenin çok yanlış olduğunu da yeri gelmişken vurgulamakta fayda var.