Yeni Danıştay Kararı Işığında Bir Kez Daha: Sağlık Çalışanının Hizmetten Çekilme Hakkı
Sağlık çalışanı, değişik sebeplerle hastaya tıbbi müdahalede bulunmak istemeyebilir. Nitekim Tıbbi Deontoloji Nizamnamesi’ne göre “tabip ve diş tabibi, acil yardım, resmi veya insani vazifenin ifası halleri hariç olmak üzere, mesleki veya şahsi sebeplerle hastaya bakmayı reddedebilir.”
Bu hüküm, kamu görevlileri açısından ret hakkını kabul etmemektedir. Bununla beraber, ben konuya farklı yaklaşılması gerektiği görüşündeyim. Örneğin; önceki muayene sırasında hekime sözlü veya fiili saldırıda bulunmuş bir hastayı tedavi etmeyi hekimin reddedebileceği görüşünü ifade ederek; bu takdirde aynı uzmanlık alanındaki bir başka hekimin hastanın tedavisini sağlaması gerektiğine de işaret etmiştim[1].
Konuya ilişkin hukuksal duruma ve görüşüme daha geniş olarak değinmek gerekirse:
Hekimin mesleki özerkliğinin bir sonucu olarak hekime özel durumlarda hastayı seçme hakkı da tanınmalıdır. Hasta Hakları Yönetmeliği ile tanınmış bulunan hekim seçme özgürlüğü hekimler bakımından da kıyasen kabul edilmelidir. Ancak bu özgürlük acil durumlar dışında özel bir sağlık kuruluşunda çalışan hekimler açısından mutlak iken; kamu kuruluşlarında çalışan hekimler, sadece acil hallerde değil, onun dışında da bir kamu görevlisi olmaları dolayısıyla hastaya bakmakla yükümlüdürler. Ancak bu yükümlülük, hekimin bazı haklı görülebilir nedenlerle hastayı ret hakkına engel değildir. Bununla beraber, bu ret hakkının kullanılabilmesi için hekim bakımından haklı görülebilecek nedenlerin bulunması ve hastaya aynı kurumda gerekli standartta tıbbi müdahalenin garanti altına alınmış olması gerekmektedir.
Önemle belirtmek gerekir ki, ifade ettiğim görüşler, herhangi bir açık yasal dayanağı olmayan görüşler olduğundan, konuya ilişkin olarak açık bir düzenleme yapılmasında zorunluluk bulunduğunu daha önce de vurgulamıştım.
Uygulamada verilen kararların ise farklı olduğu görülmektedir. Önceki ceza kanunumuz döneminde, annesiyle tartıştığı için hasta çocuğu muayene etmeyen hekim hakkında keyfi muamele suçunu düzenleyen eski TCK 228’den mahkûmiyet hükmü verilmiştir[2].
Konuya ilişkin idari yargının verdiği bir karar da vardı. Karara konu olayda, bir aile hekimi, devamlı sorunlar yaşadığı ve hakaretine maruz kaldığı hastasının, listeden çıkarılması için sağlık müdürlüğüne başvurmuş, sağlık müdürlüğü ise bu talebi reddetmişti.
Bu karar aleyhine açılan davada, İstanbul 1. İdare Mahkemesi, “sağlık hakkı, kişinin toplumdan, devletten sağlığının korunmasını, gerektiğinde tedavi edilmesini, iyileştirilmesini isteyebilmesini, sağlıkla ilgili devlet olanaklarından yararlanmasını, yaşamını sağlıklı bir şekilde sürdürebilmesini sağlayan en temel insani hak olup, tedavi edecek olan tabiplerin de hastaların arzu, şikâyetleri gözetilerek tıbbi kurallar çerçevesinde teşhis ve tedavisini yerine getirmek zorunda olunduğu, yukarıda anılan nizamnamede belirtildiği üzere mesleki veya şahsi sebeplerle tedavinin bitirilmesinden önce hastasını bırakabileceği ancak bu durumda hastasının sağlık açısından tehlikeye düşmemesi, hastalık haklarının korunması gerekmektedir. Dava konusu uyuşmazlıkta, aile hekimi davacı ile hastası arasında karşılıklı yaşanan diyaloglardan ve bu hususta tutulan tutanaktan, hekim hasta arasında olması gereken güven ilişkisinin ve duygusunun zedelendiği, bu durumun sağlıklı ve düzenli bir muayeneye engel olacağı, çalışma barışı ve düzenine zarar vereceği, hastanın kendisini muayene eden hekime güveninin olmaması halinin tedavide olumsuz sonuçlar doğurup ileride telafisi imkânsız zararlara sebebiyet vereceği açık olup, bu doğrultuda davalı idarece davacının haklı kabul edilebilecek olan başvurusunun değerlendirilip ilgili hastanın mağduriyet oluşmayacak şekilde aynı aile sağlık merkezi içerisinde bir başka hekim ile değiştirilmesi mümkün iken aksi yönde tesis olunan işlemde hukuka uyarlık görülmemiştir” şeklinde isabetli bir karar vermişti[3].
Bu karara karşı yürütmenin durdurulması talebiyle temyiz yoluna başvurulması üzerine Danıştay yürütmeyi durdurma kararı vermiştir.
Karardaki gerekçeler şunlardır:
Aile Hekimliği Uygulama Yönetmeliği’nin 8. maddesine göre, kişilere aile hekimini seçme hakkı tanınmasına karşın hekimlere hasta seçme konusunda hak verilmemiştir. Tıbbi Deontoloji Nizamnamesi’ne göre de, hastaya bakmayı reddetme resmi görevin dışında mümkündür. Aile hekimleri ise resmi görevli olduklarından hastaya bakma görevini reddedemezler[4].
Kanaatimce, karar somut olayı değerlendirmeden verilmiş olması itibariyle hatalı, buna karşılık mevcut yasal durum karşısında isabetlidir. Esasen mahkemenin tıp hukukunda belirttiğim görüşler çerçevesinde somut olaya göre hekime bu hakkı tanıması daha uygun olurdu kanaatindeyim. Kaldı ki, aile hekimi İstanbul gibi bir yerde çalışmakta ve hastaya bir başka aile hekimi olanağı sunulmaktadır. Hastanın sağlık hakkının bu anlamda bir ihlali söz konusu değildir. Buna karşılık, Sağlık Bakanlığının Çalışan Güvenliğinin Sağlanmasına İlişkin Genelgesi ile ancak şiddet durumunda hekime hizmetten çekilme hakkı tanınmaktadır[5]. Bu yönüyle de, karar isabetlidir. Bu şekilde yargı, sözlü şiddetin, hizmetten çekilme hakkı vermediğine işaret etmiş olmaktadır.
Bu durumda, kanaatimce sözlü şiddet halinde gerekli tutanaklar tutularak savcılığa suç duyurusunda bulunulmalıdır. Hasta hakkında mahkûmiyet kararı verilmesi halinde, Tıbbi Deontoloji Nizamnamesi’nde belirtilen mesleki ve şahsi sebeplere dayanılarak tekrar sağlık müdürlüğüne başvurularak, hasta listesinden çıkarılma talebi yenilenebilir. Bu durumda yargının bu kez Deontoloji Nizamnamesi’ni esas alarak daha olumlu bir karar vermesi beklenilebilir.
[1] HAKERİ, Hakan, Tıp Hukuku, 5. Baskı, Ankara 2012, s. 431.
[2]4.CD, 12.05.2004, 2003/7302.
[3]İstanbul 1. İdare Mahkemesi, 11.04.2012, 1007/743.
[4]Danıştay 5. Daire, 19.9.2012 tarih 2012/7854 esas nolu kararı.
[5]Bkz. 22.10.2012 tarihli yazım: http://www.medimagazin.com.tr/authors/hakan-hakeri/tr-saglik-calisaninin-hizmetten-cekilme-hakki-ve-saglik-bakanligi-genelgesi-72-64-3266.html
HABERİN İZİNSİZ KULLANILMASI HALİNDE YASAL İŞLEM YAPILACAKTIR.