Uzmanlık eğitimi için çekirdek eğitim programları (ÇEP) belirleniyor. Tüm kurumlar için gerekli ve geçerli olacak, tıpta uzmanlık öğrencileri tarafından da en baştan bilinerek eğitimin sürdürüleceği bir ÇEP olması akılcı. Standart sağlamak için önemli bir adım. Yapılanma sırasında ayrıca her bir işlemin ne düzeyde öğrenileceğinin de belirlenmesi yararlı. Örneğin uzman kişinin konu hakkında bilgisi mi olmalı, yoksa bunu bizzat yapacak düzeyde mi yetişmiş olmalı gibi tanımlamalar da olumlu.
Eğitici olarak uzmanlık eğitimi içeriğinde neler olmalı sorusuna yanıt ararken zor bir durum ortaya çıkıyor. Basit bir mantık güdelim:
Siz bir uzman yetiştiriyorsunuz,
Bu alanda ülkemizde bir üst uzmanlık eğitimi ve yeterliliği söz konusu değil.
Oysa diğer ülkelerde bu alanda 10-15 üst uzmanlık alanı var.
Bu durumda o dal ile ilgili herhangi bir bilgi ya da beceriyi, uzmanlık eğitimi dışında tutabilir misiniz?
Tutarsanız bunları kim öğrenecek, kim uygulayacak ve kim sizin eksik beceri ve bilgi ile yetiştirdiğinizi kabul ve beyan ettiğiniz uzman doktorun bu durumda sevk etme hakkını koruyacak?
Üst uzmanlık eğitimi bulunmayan, üst uzmanlıkları kabul edilmeyen ve üst uzmanlık eğitimi verilmesine izin verilmeyen birçok anabilim dalının ortak sorunu bu. Çok sayıda uzmanın çalıştığı ve hasta sayısının yüksek kurumlarda, kişiler arasında bir anlaşma sağlanarak, yurt dışı ve içi görevlendirmelerle eğitim alarak, bu konudaki hastalara bakarak, bu konulardaki bilimsel toplantılara katılarak kendilerini geliştirebiliyorlar ama yıllarca emek verseler de ellerinde hiçbir belge yok. Belgeleri olmadığı için bu konuda deneyimi olmayan bir meslektaşlarının da hastalarını onlara sevk etme hakkı yok. Hatta başka bir kurumda çalışmaya gittiklerinde, bir alanda çok deneyimli biri olduklarının kabul görmesi kuşkulu. Şef, Şef Yardımcısı, Profesör, Doçent olmanız da hiçbir şeyin kanıtı değil. Bir uzmanın yapamayıp da bir profesörün yapabileceği bir beceri, bilmesi gereken bir şey tanımlanmış değil. Eğer üst uzmanlık yoksa herkes eşit.
Örnek verelim bir dâhiliye uzmanı, romatolojik bir hastalık ön tanısı ile bir hastayı Romatoloji Bilim Dalı bulunan bir kuruma sevk edebilir. Romatolojik hastalıkların tanısı çok güç olmakla birlikte gastroenterolojide gereksinim duyulan endoskopi gibi cihaza dayalı yöntemler içermez. Dâhiliye üst uzmanlık alanları oturmuş ve çok da geniş bir alandır.
Sorunla ilgili örnekleri hem dâhiliye gibi çok geniş bir içeriği olduğu, hem de Patolog olduğum için kendi alanımdan vermek istiyorum.
Patoloji Uzmanı değerlendirmesi için kendisine gelen bir kemik biyopsisini sevk edemez. Çünkü bu alanda bir üst uzmanlık alanı yoktur. Rapora ben bunu anlayamadım, deneyimli birisi baksın mı yazacak? “Deneyimli kişi” için resmi bir tanımlamamız yok ki, böyle bir yazıyı kabul edip işleme sokalım. Bu durumda bir patoloji uzmanının tüm patoloji bilim dalını bilmesi ve her şeyin ÇEP’nda bulunması gerekiyor sonucu ortaya çıkmıyor mu? Bu sonuç da alabildiğine olanaksız çünkü Patoloji Anabilim Dalı tüm organizmayı ve tüm hastalıkları kapsıyor.
Bir diğer örnek verelim: Bir kurumda organ aktarımı yapılmaya başlanıyor. Doğal olarak biyopsi gereksinimi ortaya çıkıyor ve bir biyopsi bir anda bu konuda hiçbir deneyimi olmayan patoloğa gidiyor. Patoloğun buna bir hepatopankreatobilier sistem transplantasyon patoloğu bakmalı, ben bu vakayı kabul etmiyorum, sevk edeceğim deme hakkı var mı? Zaten diyemez çünkü ortada bu şekilde yasal bir uzman yok. Yapabileceği tek iki şey var, okuyup araştırıp, elinden geldiğince iyi bir tanı vermeye çalışmak; ki bu yeterli eğitimi olmadığı için çok riskli… Ya da iyi iletişimi olan bu konuda deneyimli meslektaşlarından değerlendirme için yardım istemesi, rica etmesi ve teşekkür etmesi; onların da zor durumda olan meslektaşlarını yarı yolda bırakmamak için görev ve sorumlulukları olmadığı halde bilgilerini karşılıksız olarak kullanmaları. Kısa vadede ve tekil olgular için bu bir sorun değil gibi görünse de, geniş çaplı düşününce, hem danışan hem de danışılan hekimin uğradığı haksızlık açıktır. Bu açık olarak “angarya” olarak tanımlanabilir.
Durum böyleyken bir de malpractice yasasını hatırlamak zorundayız. Siz bir konuda uzmansanız ve sevk etme hakkınız yok ise, dünyada bu hastanın sorunu için üst uzmanlık yetkinliğinin gerektiği kabul ediliyorsa ne yapacaksınız? Kendinizin ve hastanızın kaderi mi diyeceksiniz?
Öte yandan herhangi bir hastaneye iki patoloji uzmanı atayıp her işi yapmalarını beklemek işverenler açısından çok ucuz bir çözüm değil mi? Siz uzmansınız ve her şeyi yaparsınız… Diğer ülkelerde üst uzmanlık programları gereksiz, onlar beceriksiz oldukları için üst uzman oldular.
Üst uzmanlık alanları kabul edilip uygulansa, geliştirilecek farklı, akılcı, çok da pahalı olmayan çözümler var. Bölgesel uzmanlık merkezleri sorunu çözüp, hastaları ve uzmanları kadere terk edilmekten kurtarabilir.
Verdiğim örnekler Patoloji ile ilgili olmakla birlikte diğer Anabilim Dalları’nda da şu an sürdürülen sevklerin ilerde ne derece geçerli olacağı tartışmalı. Sevklerin çoğu cihaza bağlı gerekçelerle yapılabiliyor. Çalıştığınız kuruma alınan bir cihaz, bir anda sizin bir işlemi yapabilir hale gelmenizi gerektirebilir.
Türkiye’de sevk zincirinin çalıştırılması hedeflendiği ve malpractice uygulamaları başlatıldığı göz önüne alındığında, bir an önce çağdaş üst uzmanlık alanları eğitimlerinin ya da belli işlemler için yeterlilik belgelerinin oluşturulması ve uzmanlıklar bazında kentsel, bölgesel yapılanmaların başlatılması gerekiyor. Ancak o zaman ÇEP’ları gerçekçi olabilir.
Prof. Dr. Sülen Sarıoğlu
Dokuz Eylül Üniversitesi
Tıp Fakültesi
Patoloji AD