Geçen hafta yayınladığımız hekim ve hekimlik değerinin temel esaslarına yönelik değerlendirmeden sonra, bu hafta hekimler arası kuşak farkının getirdiği sorunlar ve çözüm önerileri üzerinde duracağız.
Bu haftaki konuklarımız, Ankara Meslek Hastalıkları Hastanesi, Ortopedi ve Travmatoloji Kliniğinden Op. Dr. Emrah Ceviz, Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Ana Bilim Dalından Uzm. Dr. Fatih Mutlu ve Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesi Dermatoloji Kliniğinden Uzm. Dr. Arzu Karataş
Arzu Hanım, hekimlerde bir kuşak farkı görüyor musunuz? Bu farkı nasıl tanımlarsınız?
“Kuşak farkı” tanımlaması kendi başına tartışmaya açık bir kavram… Geçmişte kuşak farkının oluşması için onlarca yıl gerekirken, günümüzde bilgi birikimi-hayat tarzı değişikliklerinin hızına paralel olarak bu süre birkaç yıla indi. Doktorluk yapacak bireylerin doğdukları andan itibaren içinde bulundukları ortamın farklılığı bir yana, günümüzdeki tıp eğitimi de geçmiştekinden çok farklı. Bir yandan hekim adayının eğitime daha aktif katıldığı, araştırmaya, düşünmeye iten eğitim programları oluşturuluyor, öte yandan geçmişte 20-30 olan sınıf mevcudu, günümüzde 200-300’e çıkarılmış durumda. Bu sayılar, bırakın hocalarla usta-çırak ilişkisinde olmayı, kendi dönem arkadaşlarınızın bile tümünü tanımamanızla sonuçlanıyor. Uzmanlaşmanın, hatta süper uzmanlaşmanın gittikçe “mutlaka olması gereken özellikler” gibi algılanması da geçmişteki “silah arkadaşlığı” diye tanımlanan güçlü arkadaşlıkların eriyip gitmesiyle sonuçlanıyor…
Emrah Bey, Arzu Hanım’ın da söylediği gibi aslında yaşanan gelişmelere paralel olarak “kuşak farkı” kavramı da değişiyor. Siz hekimlerde bir kuşak farkı görüyor musunuz?
Op. Dr. Emrah Ceviz: Tıp bilimleri sürekli kendini güncelleyen bir alan. Hasta ve hastalık var olduğu müddetçe bu güncelleme devam edecektir.
Hekimlik mesleği, tıp fakültesinden mezun olduktan sonra başlayan ve emekliliğe/yaş haddine kadar devam eden, sıklıkla 30 yılı aşan bir süreçtir. Tıp fakültesinden mezun olduktan sonra hekimlerin gerek yoğun eğitim-öğretim süreci gerekse yıpratıcı mesleki yaşantılarından dolayı mezuniyet sonrası eğitim süreçlerini yeterince takip edememeleri nedeniyle yeni mezun/eski mezun hekimler arasında mesleki kuşak farkının oluşması kaçınılmaz olmaktadır.
Bu kuşak farkı gerek bürokratik gerekse derneksel bazda temsiliyet açısından kendini göstermektedir.
Sağlık sistemindeki son 10 yıldaki değişimler dikkate alınacak olursa, hekimlik kavramından tutun da, sağlık hizmetine ulaşım kavramına kadar çok geniş bir spektrumda değişiklikler yaşanmıştır. Genç hekimler gözlerini bu yeni sağlık sisteminde açtıkları için bu değişime ayak uydurmakta çok sıkıntı çekmemektedirler. Ancak, daha önce mezun olmuş ve bundan önceki sağlık politikalarını görmüş hekimlerin yeni sağlık sistemine ayak uydurmaları daha zor olmaktadır. Sağlık politikalarındaki her köklü değişim de hekimler arasında kuşak farkı oluşturmaktadır.
Fatih Bey, sizin bu konudaki düşünceleriniz neler?
Uzm. Dr. Fatih Mutlu: Günümüz hekimleri ile çok değil, bir kuşak önceki hekimler arasında çalışma, başarı anlayışı ve genel hekimlik değerlerine yaklaşım arasında önemli farklılıklar görülmektedir. Giderek hızla artan hasta sayısı ve bununla beraber yeni uygulanmaya başlanan performans sistemi, özellikle işin mutfağındaki genç hekimleri oldukça olumsuz etkilemiştir. Daha fazla iş yükü ile daha fazla yorulan genç hekimlerin başarısı da maalesef hastalardaki olumlu gelişmelerden, hasta sayısına doğru kaymıştır. Bu yoğunluk içerisinde tedavide daha önceki güzel sonuçlar alınamayınca da, günümüz genç hekimleri kıdemlileri tarafından “başarısız” olarak değerlendirilmiştir. Daha kıdemli hekimlerin “Biz sizin gibi iken” ile başlayan cümleleri meşhurdur. Oysa ki fazla değil, 20 yıl önce bir hasta için bugün yapılabilen tetkiklerin yüzde 1’i bile yapılamıyordu. Haftada yapılabilen vaka sayısının iki katı bugün bir günde yapılabiliyor. Bu kadar yoğunluk içinde hekimliğin olmazsa olmazı olan kalite, ister istemez azalıyor. Kuşak farkı, bu yoğunluğu anlamayan ya da anlamaya dirençli birtakım insanlardan kaynaklanıyor. Ne olursa olsun, hekimliğin elinin altındaki işin insan olduğu unutulmamalı ve asla kaliteden ödün verilmemelidir. Çünkü ödün verilmeye başlanırsa işin sonunun “Önce zarar verme” ilkesine zarar vereceği, unutulmaması gereken çok açık bir gerçektir.
Genç bir hekim olarak sizin sahip olmadığınız, ancak “kıdemlilerinizin” sahip olduğu olumlu ve olumsuz özellikler neler?
Uzm. Dr. Arzu Karataş: Var ve yok değil de, daha çok sahip olunan ve olunmayan özellikler dersek eğer; ben kıdemlilerimizin bizden çok daha özerk çalışabilme yetisi ve cesaretiyle donatıldıklarını düşünüyorum. Bu yeti ve cesaret, günümüzde ancak o branşın asistanı olursak yaptığımız uygulamaları öğrencilik dönemlerinde yapmış olmaları, halk sağlığı intörnlük stajlarının günümüzdekinden çok daha aktif çalışılarak yapılıyor olmasından kaynaklanıyor olabilir.
Günümüz hekimliğinde ise uzmanlaşmanın belki de hak etmediği bir önem kazanmasının sonucu olarak sürekli ellerinde test kitapçıklarıyla gezen doktor adayları mezun olduklarında, hemen asistanlığa başlamaz da, “doktor” sıfatıyla atanıp, belki de yöneticilik yapmaları gereken bir konuma getirildiklerinde hissettikleri tek duygu “yetersizlik korkusu” olmaktadır.
Kıdemlilerimizin olumsuz özelliklerine gelecek olursak; bahsettiğimiz özgüven tıbbi uygulamalarda; “kanıta dayalı tıp uygulamaları”ndan uzaklaşıp “Ben yaptım oldu, uygulamaları” ile klasik tedaviler dışındaki tedavilere defansla ve hastalara belirgin paternalist yaklaşımla sonuçlanıyor. İdarecilik uygulamalarında ise kendinden farklı düşünene tahammülsüzlük, yeni fikirlere defans ve idare ettiği grubun kayıtsız şartsız biatını beklemek olarak çıkıyor karşımıza.
“Sizden önceki hekimlik anlayışı” sizin pratiğinize ne tür olumsuzluklar getiriyor?
Uzm. Dr. Arzu Karataş: Hekimlik anlayışından çok; grup çalışması gerektiğinde ortaya çıkan sorunlar... Kıdemlilerimizin grup çalışmasına çok yatkın olmadıklarını, yöneticilik ve idarecilik tanımlamaları konusunda kafalarının karışık olduğunu düşünüyorum. Geçmişteki paternalist tıp uygulamalarının yansıması olarak biz kıdemsizleriyle olan ilişkileri de gereğinden fazla kontrol etme güdüsü içeriyor.
Emrah Bey, sizin genç bir hekim olarak “kıdemlilerinizle” ilgili değerlendirmeleriniz neler?
Op. Dr. Emrah Ceviz: Mesleğinde kıdemli hekimlerimizden almamız gereken elbette çok ders var. Aktif mesleği icra ederken hangi hastaya nasıl yaklaşılacağını en iyi şekilde kıdemlilerinizden öğrenebiliyorsunuz. Özellikle cerrahi branşlarda hangi hastaya cerrahinin yapılması gerektiğini, hangi hastaların cerrahiden sekonder kazanım beklediklerini ayırt etmekte kıdemlilerimizin tecrübeleri hiçbir kitapta bulunmuyor.
Hekimlik maalesef uzun yıllar yapılabilecek bir meslek değil. Özellikle cerrahi branş hekimlerinde olsa da tüm hekimlerin ameliyathane, poliklinik, servis arasında mekik dokuması ve ağır cerrahi müdahaleler nedeniyle bedenen ve ruhen yıprandıkları bir gerçektir.
Tüm hastaların stresini, sıkıntısını dinleyip, bunları beyinlerindeki hayali öğütücüde yok etmediklerine göre; bu sıkıntıların meslektaşları ile ilişkilerinde, en önemlisi de aile yaşantılarında problemler yaratması kaçınılmazdır.
Kıdemlilerle ilgili olumsuz anlamda neler söylersiniz?
Op. Dr. Emrah Ceviz: Elbette kıdemlilerimizin, anlayamadığımız ya da olumsuz olarak değerlendirdiğimiz tarafları da yok değil. Kimse doğuştan hekim doğmuyor. Hekim olmadan önce hepimiz hasta idik, yani masanın hasta tarafında kalmakta idik. Tıp fakültesini bitirince masanın hekim tarafına geçiş yaptık. Dolayısıyla hasta kapıdan girdiğinde o hastanın bizim tıp fakültesini bitirmeden önceki halimizi düşünerek davranmamız gerekiyor, daha popüler bir ifadeyle, empati yapmamız gerekiyor.
Ancak meslekte yıllar, dolayısıyla yaş ilerledikçe gençlik yıllarındaki empati yeteneğinin köreldiğine inanmaktayım. Öte yandan mesleki tecrübe arttığı için hastanın ne anlatmak istediğini daha kısa zamanda kavrayabilmektesiniz.
Genel olarak hastanın kültür ya da daha doğru bir ifadeyle bilinç seviyesinin toplumuzda düşük olduğunu düşünürsek, hastalar doktorla sanki oğullarıyla dertleşirmiş gibi dertleşmek istiyor. Ancak mevcut hekim sayısının azlığı ya da hasta sayısının fazlalığı göz önüne alındığında hekimin bu hastalarına geniş zaman ayırabilmesi çok mümkün olmuyor.
Görevine yeni başlamış bir hekim, hastası ile ilgili tanıya daha fazla soru sorarak, zaman ayırarak ulaşmakta iken, mesleğinde tecrübesi fazla hekimler daha kısa zamanda hastasına tanı koyabilmektedir.
Sizden önceki hekimlik anlayışı sizin pratiğinize ne tür olumsuzluklar getiriyor?
Op. Dr. Emrah Ceviz: Ben mesleğinde 1,5 yıllık bir uzman hekimim. Lise yıllarında tıp fakültesi yazarken, bulunduğum ilçede hekimlerin sosyoekonomik durumlarına bakarak karar verdim.
Ancak şu anda 15 yıl önceki durumdan çok farklı bir sağlık sistemi ile karşı karşıyayız.
Özel muayene + devlet hastanesi döngüsünün sonlandırıldığı bir sistem mevcut. Sağlık Bakanlığı bu sistemi sonlandırırken “Özelden kazanacakları parayı biz vereceğiz” dese de, artık hekimlerin eski sisteme göre çok çok az kazandıkları bir gerçektir.
Bakanlığın hekime vereceği ücreti çok düzeltebileceğine de inanmıyorum.
Bizler hiç muayenehane açmamış hekimleriz. Dolayısıyla devletten özele, özelden devlete hasta transferi nedir, bilmeyiz. Ama gerek Bakanlık gerekse hastalar muayenehane açan-açmayan tüm hekimleri aynı kefeye koyup, aynı ön yargılarla yaklaşmaktadır.
Hastalar tüm hekimlere paracı gözüyle bakıyor. Oysa biz devlette maaşla çalışan memuruz. Özel işimiz yok, saat 17.00’dan sonra çalışamayız. Hekim sayısı ülkede yetersiz olabilir, ama biz hekimsizlikten kırılsak da, maalesef saat 17.00’dan sonra hasta bakamayız. Artık bu kanunen yasaktır. Hekimlerin muayenehanede çalışması geçmişte kaldı.
Hastalar “Hekime para vermeden ya da özel muayenehanesine gitmeden bize özen göstermez” anlayışından kurtulamamışlardır.
Hâlâ poliklinikte “Özel muayenehaneniz var mı hocam?” diye soruyorlar.
Fatih Bey, genç bir hekim olarak sizin sahip olmadığınız, ancak “kıdemlilerinizin” sahip olduğu olumlu özellikler neler?
Uzm. Dr. Fatih Mutlu: Bu kuşağın genç hekimleri, kıdemlilerinin sahip olduğu olumlu özelliklerin hepsini kıdemlilerinden almayı bilmişlerdir. Fakat uygulamada onlar kadar hassas olamamışlardır. Bunu sadece, günün bize getirdiği yoğun çalışmaya bağlamak yanlış olur. Çağ ve kavramlar hızla değişmektedir. Değer yargıları ve algıda temel farklılıklar ortaya çıkmıştır. 2000’li yıllarla insanların gerçekten sanala kaymış olduğu görmekteyiz. Günümüzde artık mektup, bankacılık işlemleri, yazı, alışveriş gibi birçok şey gerçek alemden sanal aleme kaymış durumda. Genç nesil gerçekten de daha çok sanal alemde zaman geçirmektedir. “Tıklamak” enerji kaybettiren temel faktör olmuştur. Bu şartlarda yetişen genç nesil, kıdemlilerinin hassasiyetini kavramakta ve uyum sağlamakta oldukça zorlanmaktadır. Görev verildiği zaman onu yapma ciddiyeti kıdemlilerde zamana ve kaliteye hassas iken, kıdemsizlerde verilen sorumluluktan kurtulmaya kaymıştır. Zamana ve kaliteye hassasiyet, kıdemlilerin genç nesillere aktarması gereken en önemli özelliğidir.
Peki ya olumsuz özellikler?
Uzm. Dr. Fatih Mutlu: Kıdemlilerdeki en önemli olumsuz özellik ise “fleksibiliteyi”, yani esnekliği anlayamamış olmalarıdır. Eminim ki bu nesil geçmişte çalışsa idi, sorunları daha pratik yollardan daha kısa zamanlarda çözerdi. Günümüzde genç hekimler bir koltukta on karpuz taşımaya talip olmak zorundalar. Hem de bu durum üniversiteye girerken başlıyor. Hekim olabilmek için herkesten daha fazla soruya doğru yanıt vermelisiniz. Tıp fakültesi okurken herkesten fazla okula gelmelisiniz ve daha fazla yıl eğitim almalısınız. Bitirdiğiniz zaman ise herkesin daha TUS’u kazanamamış bakışları altında çalışan eski adı pratisyen, aile hekimlerisiniz. TUS’u kazandıktan sonraki asistanlık yıllarını hatırlamak isteyen klinisyen yok denecek kadar azdır. Bu kadar engeli aştıktan sonra uzmansınız ve mecburi hizmet yapmak durumundasınız. Bunun çok zor ve dayanması sabır gerektiren bir durum olduğu ortadadır. İş yaparken de aynen böyle on parçaya ayrılması gereken genç hekimler esnek olmayı öğreniyorlar. Kıdemlilerinden bu esnekliği anlamalarını beklemektedirler. Fakat onlar bu şartlarda yetişmediklerinden dolayı bunu anlamakta ve uyum sağlamakta zorluk çekmektedirler.
“Sizden önceki hekimlik anlayışı” sizin pratiğinize ne tür olumsuzluklar getiriyor?
Uzm. Dr. Fatih Mutlu: Daha önce de söylediğim gibi iki kuşak arasında çalışma, başarı anlayışı ve genel hekimlik değerlerine yaklaşım açısından önemli farklılıklar görülüyor. Çalışma ortamındaki katı kurallar işin akışkanlığını önemli oranda bozuyor. Çok sert ve katı kurallar çerçevesinde yaptırılmaya çalışılan işler beraberinde kurnazlıklar ve kıdemliyi kandırma ve bu kandırmada anlaşılmasın diye ona övgüler yağdırmaya sebep oluyor. Bu kısır döngü içinde en fazla zarar gören ise hastalar oluyor. Oysa ki daha yumuşak çalışma şartları yalancı övgüleri kırarak, hasta-kıdemli-kıdemsiz arasında hakiki sevgi ve samimiyetin oluşmasını sağlayacaktır. Bu durumdan hem hasta hem kıdemsiz hem de kıdemli yüksek faydalar kazanacaktır. Başarı anlayışı sayıya endekslenmemeli, yapılan işin kalitesi ile ölçülmelidir. Bu ise günümüz şartlarında zor görünmektedir. Performans sistemi ile daha fazla hasta bakmanın daha fazla gelir getirmesi kıdemlilerde yoğunluktan bıkma anlayışını azaltmaktadır. Aynı zamanda kalitenin de azaldığını fark ettirmemektedir. Ülkemizin bu konuda yapılacak çalışmalara ihtiyacının olduğu açıktır. Genel hekimlik değerlerine yaklaşım da bu eksende azalmaktadır. Çünkü “Ne kadar fazla çalıştığınızı ispat ederseniz o kadar fazla para alırsınız” şartında hastaya ayıracağınız zaman, bakacağınız hasta sayısından daha önemsiz hale gelmektedir. Aynı zamanda yoğunluk da sizde bir bıkkınlık oluşturmakta ve istemeseniz de kaliteniz ve hastaya yaklaşımınız değişmektedir.
ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
Bildiğiniz gibi bu yazı dizisinde sadece sorunları ortaya dökmekle kalmıyor, sizlerden çözüm önerileri de istiyoruz. Hekimlikte her iki kuşağın birlikte hareket edebilmeleri ve olumlu yönlerin birbirlerine katkısı için neler yapılmalı?
Uzm. Dr. Arzu Karataş: Birlikte hareket edebilme yetisi kazanmamızın hepimize ve hekimlik mesleğine çok faydası olacaktır. İnsanlar birbirlerini en iyi yolculuklarda tanır derler, ben birlikte çalışmanın da insanların birbirlerini tanımasını ve birbirlerine değer vermesini sağladığını düşünüyorum. Kuşakların birlikte eşit mevkilerde çalışacağı projeler de birbirimizi tanımak, sahip olduğumuz özellikleri fark etmek ve bunlara saygı duymayı öğrenmek için bir fırsat olacaktır… Bir piramidin farklı basamakları değil, bir yelpazenin birbiriyle devamlılık gösteren parçaları olduğumuzu anlayıp, bayrak yarışında bizden önceki ve sonrakilerle iletişim ve paylaşım kurmamızın zamanı geldi de geçiyor bile…
Peki sizin önerileriniz neler?
Op. Dr. Emrah Ceviz: Mezuniyet sonrası eğitimlerin hekimlerin kendi takdirine bırakılmadan, Bakanlık ya da uzmanlık dernekleri tarafından belirli periyotlarla yapılması gerekir. Bu eğitimin tüm masraflarını da ilaç firmaları değil, bizzat Bakanlığın hizmet içi eğitim bütçesi kaleminden karşılanması gerekir.
Hekimleri yaş, çalıştığı kurum (devlet hastanesi, üniversite ya da özel), unvan gözetmeksizin savunacak bir kavrama ihtiyaç bulunmaktadır. Sadece hekimlerin sorunlarıyla ilgilenen, hekim sorunları dışında başka sorunları kendine vazife edinmeyen bir oluşum, birlikteliği sağlamak konusunda başarılı olacaktır.
Performans sistemini, hekimlere “Alın bu ay bu kadar parayı size ayırdık, bunu kendi aranızda pay edin” sisteminden çıkarmak gerekiyor. Puanlama sonucu doğan bu yaklaşım tarzı hekimlerin mesleki barışını ve dayanışmasını olumsuz etkilemektedir.
Hekimlerin meslektaşları ile barışı sağlayabilmesi performans sistemindeki değişimler ile mümkün olabilecektir.
Hekimlikte her iki kuşağın birlikte hareket edebilmeleri ve olumlu yönlerin birbirlerine katkısı için siz neler önerirsiniz?
Uzm. Dr. Fatih Mutlu: Öncelikle her iki kuşağın birbirini anlaması gerekmektedir. Genç hekimler kıdemlilerinin hassasiyetlerine özen gösterirken, kıdemliler de genç hekimlerin derdini samimi olarak dinlemelilerdir. Anlamak için dinlemeliler ve olayın kırılma noktasını tespit ederek çözmelilerdir. Uzun çalışma saatleri makul seviyelere kıdemliler tarafından çekilmeli ve “Biz siz gibi iken” söylemine son verilmelidir. Kıdemliler kıdemsizlere “yapmak zorunda” gözü ile değil, eğitim alan meslektaş gözü ile bakmalıdırlar. Onları rakip değil, gelecekte onların yerini alacak, kendi çocuk ve torunlarına hizmet edecek meslektaşlar olarak görmeli ve yetiştirmelidirler. Çıraklarının onlardan daha ileri gitmesi ve hekimlik mesleğinin saygın kalması için çok daha fazla gayret göstermelidirler. Genç meslektaşlarının hatalarında şefkatle doğruyu göstermeli ve başarılarında “Benim yetiştirdiğim talebem” diye övünmelidirler. Genç hekimler de kıdemlilerinin değerini bilmeli, tecrübe ve hassasiyetlerine özen göstermelidirler. Her iki kuşağın da birbirine samimi olarak göstereceği sevgi ve saygı, olumsuzlukların pratik bir şekilde çözülmesini sağlayacak, beraber hareket etme ise mesleğin inceliklerinin daha iyi anlaşılması sonucu hastaların yararı ile sonuçlanacaktır.
Üçünüze de soruları içtenlikle yanıtladığınız için ayrı ayrı teşekkür ederim.