Türkiye “aile hekimliği” uygulamasına geçiyor.
Bu çok güzel bir olay. Uzun yıllardır Avrupa’da başarıyla uygulanan – ve başarıyla uygulandığında sonuçları da peşinen başarılı olan - bir uygulamanın ülkemizde de hayata geçirilmesi sevindirici bir gelişme. Bunun için geç bile kalındığını söyleyebiliriz.
Uygulamaya göre, her ailenin bağlı bulunduğu bir doktor olacak. Almanya’da bu doktorlara “Hausarzt” (ev doktoru) diyorlar. Türkiye’de galiba isimleri “aile hekimi” (aile doktoru) olacak. İkisi de aynı “kapıya” çıkıyor sonuçta.
Türkiye, şu anda bu uygulamaya il il geçiş süreci yaşıyor.
Sözkonusu uygulama, 2005 yılında “pilot il” olarak seçilen Düzce’de başlatılmıştı. Eylül 2010 tarihine gelindiğine bu uygulamayı hayata geçiren illerin sayısı 62 oldu. 2010 sonuna kadar bütün iller uygulamaya adım atmış olacak ve böylece Türkiye’nin tamamı bu uygulamaya dahil olacak.
Balıkesir 11 Ekim’de, Van 18 Ekim’de geçmişti. İstanbul 1 Kasım’da geçti. Siirt 9 Kasım’da geçiyor. Diyarbakır, Kocaeli ve Mardin 15 Kasım’da. Şırnak 7 Aralık’ta geçecek. Uygulamaya Türkiye’de en son dahil olacak Şanlıurfa ise 13 Aralık’ı bekleyecek.
Türkiye’de aile hekimine en son kavuşacak olanlar, sevgili Ceylanpınarlılar.
Herkesin bir “aile doktorunun” olması, elbette ki müsbet bir olaydır ve çağdaş bir uygulamadır.
Ancak bugün doktorlarımızın yıllardır halledilmemiş sorunları vardır ve bu, çok daha önemli bir mes’eledir. Devletin ve hükûmetin ivedi olarak bu yönde de adım atması, ayrıca toplumun da bu hususta daha duyarlı olması gerekmektedir.
Bizler her ne kadar farkında değilsek de, bugün Türkiye’de doktorların karşı karşıya kaldığı çok önemli sorunlar vardır. Daha da kötüsü, doktorların ve sağlık personellerinin sorunları, ne yazık ki kendilerinden başka hiç kimseyi ilgilendirmemektedir.
Doktorların sorunları karşısında toplum da devlet de duyarsızdır; hatta doktorların pekçok önemli sorununun kaynağı bizzat devlettir.
Doktorlarımız bügün hiç de iyi bir konumda bulunmuyorlar ve geleceğe ilişkin de büyük bir kaygı içerisindedirler.
“Aile hekimliği” uygulamasını örnek aldığımız gelişmiş ülkelerde hiçbir doktor geçim sıkıntısı yaşamaz ancak bizde pekçok doktor, kazandığı ücretle geçinemediği için “ek iş” yapmaktadır. Bu durum bizler için bir utançtır, utanç vesilesi olmalıdır.
Avrupa’da yaşayan bir insan olarak, Avrupa’da yaşayan pekçok insanın burada doktor doktor, hastane hastane dolaştığı halde hastalığına çare bulamayıp sırf doktora gitmek amacıyla Türkiye’ye gittiğini ve Türkiye’deki doktorlarda tedavi olarak iyileştiğini yakinen biliyorum. Türkiye’deki doktorlar, emin olun, Avrupa’nın hiçbir ülkesinde yok. Fakat buna rağmen Avrupa’da doktorlar toplumun en fazla kazanan kesimleri arasındayken, Türkiye’de doktorlar ailesini geçindirebilmek için ekstradan çalışmak zorunda kalmaktadırlar.
Türkiye’de doktorlar hem çok çalışıyorlar, hem de az kazanıyorlar. Gelir yetersizliğinden dolayı pekçok doktor ikinci bir iş ile uğraşmak zorunda kalıyor. Kimi muayene açıyor, kimi ekstradan hasta bakıyor. Ailesini geçindirebilmek için ekstradan mesai yapmak zorunda kalan doktor, ailesine yeteri kadar zaman ayıramıyor.
“Ailenin doktoru” uygulamasına geçmek, “çağdaşlık” ile ilgili bir konudur ancak “medeniyet” değildir. Medeniyet, “doktorun ailesi” konusunu çözüme kavuşturmaktır.
“Çağdaşlık” ile “medeniyet” arasında kalın bir çizgi vardır. “Ailenin doktoru” konusunu çözmek, “çağdaşlık” ile ilgilidir ancak “doktorun ailesi” konusunu çözüme kavuşturmak, “medeniyet” ile ilgili bir konudur.
Her çağdaş atılım “medeniyet” değildir ancak her medenî atılım, medeniyet tüm zamanlarda ihtiyaç duyulan bir şey olduğu için aynı zamanda “çağdaşlık”tır.
Bununla birlikte, taciz ve fizikî şiddet, doktorlarımızın günlük yaşamının adetâ bir parçası haline gelmiştir.
Doktorlarımız Sosyal Güvenlik Kurumu’nun belirlediği protokollere göre değil, hastalarının gereksinimlerine göre hizmet vermek istemektedirler ancak bugünkü sağlık ortamında “piyasa koşulları” ile “hekimlik değerleri” arasında mesleklerinin gereğini yerine getirememenin gerilimini yaşamaktadırlar.
Doktorlarımız her şeyden önce devletten 5 konuda güvence istemektedirler ki bunlar, iş güvencesi, can güvencesi, gelir güvencesi, meslekî bağımsızlık güvencesi, herkese eşit ve ücretsiz sağlık güvencesidir. Hiç kimse zaten sahip olduğu bir güvenceyi talep etmeye kalkmayacağına göre, bunların hiçbiri henüz kâmil mânâda güvence altına alınmış değildir.
Bu da yetmiyormuş gibi, devleti yönetenler, sağlık alanında yaşanan sorunlarda doktorları ve sağlık çalışanlarını hedef göstermekte, halkı sağlıkçılara karşı kışkırtan söylemlerde bulunmakta, bu da doktorlarımızı, mesleklerini yapmada daha da müşkül durumda bırakmaktadır.
Özellikle Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde görev yapan doktorların sorunları katlanarak artmakta, ancak bilhassa bu konu kamuoyunun gündemine pek yansımamaktadır. Devleti yönetenler, Anadolu’ya ve Doğu illerine gitmekten, oralarda görev yapmaktan çekinen doktorları “korkaklıkla, rahatına düşkünlükle” suçlamakta, hatta onları, eğer Güneydoğu’ya gitmezlerse, yurtdışından “ithal doktor” getirmekle tehdit etmektedirler.
Oysa doktorlarımız, terörden korktukları için veya rahatlarına düşkün oldukları için değil, bizzat devletten korktukları için Güneydoğu’da görev yapmaktan çekinmektedirler.
Devlet, Güneydoğu’da görev yapan doktorları “vatana ihanet” ile “mesleğine ihanet” kıskacına almakta, iki “ihanet” arasında tercihe zorlamaktadır.
Güneydoğu’da, tedavisi yapılan bir kişinin sonradan “örgüt üyesi” olduğunun ortaya çıkması bile, o tedaviyi gerçekleştiren doktorun gözaltına alınması, soruşturulması, hatta hapsedilmesi veya sürgün edilmesi için yeterli sebep olabilmektedir. Oysa her doktor, mesleğe başlarken “Hipokrat yemini” etmektedir ve bir doktor, insan olarak hangi dünya görüşüne sahip olursa olsun, beyaz önlüğünü giydiği andan itibaren onun için dünyada sadece iki insan vardır; sağlıklı insan ve tedaviye ihtiyacı olan insan. Doktor, mesleğini yaparken, karşısındaki kişinin kimliğine bakmaz. Fakat bizdeki ideolojik devletin ilk baktığı şey bu olduğu için, sadece yaptığı bir tedavi bile doktorun hayatına ve istikbaline mal olabilmektedir.
Dolayısıyla devlet, bölgede görev yapan doktorları iki “ihanet” tercihi ile karşı karşıya bırakmaktadır: Doktor ya karşısındaki kişi acilen tedaviye ihtiyaç duyduğu halde bunu yapmayı reddedip “mesleğine ihanet” edecek, ya da karşısındaki kişinin kimliği ne olursa olsun, mesleğinin gereğini yapıp tedavisini gerçekleştirecek ve bu sefer de “vatana ihanet” (!) etmiş olacak.
Bakın, örneğin Diyarbakır Tabip Odası’nın açıkladığı verilere göre, 1991 – 2001 arasındaki 10 yıl içinde Güneydoğu bölgesinde görev yapan 116 doktor ve sağlık çalışanı gözaltına alındı; kimisi tutuklandı, kimisi de hüküm giydi. 20’ye yakın doktor ve sağlık çalışanı “faili meçhul” cinayete kurban gitti. 58 doktor ve sağlık çalışanı ise çeşitli illere sürgün edildi.
Devlet Güneydoğu’da görev yapan doktorlara hem bu zûlmü yapmakta, hem de Güneydoğu’da görev yapmak istemeyen doktorlar sanki can korkusundan gitmek istemiyorlarmış veya rahatlarına çok düşkün insanlarmış gibi, doktorları hedef alan tehditler savurmakta, yurtdışından yabancı doktorlar getirmekle tehdit etmektedir. Oysa doktorlar, devletten korktukları için Güneydoğu’da görev yapmakten çekinmektedirler.
Güneydoğu’da görev yapmış olan doktorlarla konuşulursa, onların bölgede görev yaparken nelerle karşılaştıkları daha iyi anlaşılacaktır. Hemoroidli bir hastanın muayene ve ameliyatını yaptı diye ama tedavi ettiği kişinin “örgüt üyesi” olduğunu anlamadığı için gözaltına alınan doktorlardan tutun da, muayene ettiği hasta “örgüt üyesi” çıktığında “yardım ve yataklık” suçlamasıyla 3 yıl hapis yatıp kamu hizmetinden men edilen doktorlara varıncaya, bir güvenlik görevlisinin çocuğuna acil serviste enjeksiyon yapmadığı için hakarete uğrayıp dayak diyen doktorlardan tutun da, adlî raporu kurallara uygun olarak düzenlediği için ölümle tehdit edilen doktorlara varıncaya kadar, her çeşit eziyet ve cefayı çekmiş doktorlar bulabilirsiniz orda.
Güneydoğu’da görev yapmış / yapan doktorlarla konuşursanız, eziyet ve meşakkatin her çeşidini yaşamış olanlarıyla tanışırsınız: Dîn, dil, ırk, mezhep, siyasî düşünce ayrımı gözetmeksizin hizmet verdiği için sürgün edilen doktorlar mı istersiniz, onbinlerce insanın yaşadığı yerleri terk edip göçmen durumuna düşerek karşılaştıkları sağlık sorunlarına çözüm gücü olmaya çalıştığı, sıtma, tifo, tüberküloz vak’alarının bölgedeki sıklığını belirttiği için “bölücülükle” suçlanan doktorlar mı? Her çeşidini bulabilirsiniz.
Hastaların Türkçe, doktorların da Kürtçe bilmemesi başlı başına bir sorun zaten. Kürtçe bilen doktorların hastalarıyla Kürtçe konuştuğu için gözaltına alınması da işin cabası. Fakat hastalarıyla Kürtçe konuşan doktorları gözaltına alan devlet, demek Kırgızca ve Özbekçe konuşulmasında bir sakınca görmüyor ki, Güneydoğu’ya gitmekten çekinen doktorları ağır bir “dil”le eleştirerek, Kırgızistan ve Özbekistan’dan “ithal doktor” getirmekle tehdit ediyor.
Devlet de ve ne yazık ki toplum da sanıyor ki bu ülkede doktorlar el bebek gül bebek yaşıyorlar. Oysa ki, zaten hemen hemen herkesten daha kutsal ve daha saygın bir görevi ifa eden doktorlar, hem herkesten daha fazla çalışıyorlar, hem ailelerini herkesten daha fazla ihmal ediyorlar, hem de bütün bunlara karşılık dağ gibi sorunlarla boğuşuyorlar.
Oysa toplum olarak doktorların sorunlarına karşı daha bir duyarlı olmamız gerekmez mi?
Biz nasıl bir toplumuz ki, her hastalandığımızda kapılarını çaldığımız doktorların bir seferliğine de sorunlarını dinlemek, içinde bulundukları yaşam koşullarını öğrenmek için kapılarını çalmayız?
Karşılarına geçip saatlerce ağrılarımızı saydığımız, saatlerce şikâyetlerimizi sıraladığımız doktorların bir kereliğine de şikâyetlerini dinlemek, bu kadar mı zor? Hayatımız boyunca hep biz mi onları karşımıza alıp sorunlarımızı, şikâyetlerimizi sıralayacağız? Bir kerecik de onlar bizi karşılarına alıp sorunlarını anlatsalar, şikâyetlerini sıralasalar, ne olur sanki?
Ailemizin bir doktorunun olması güzel bir uygulamadır, elbette. Fakat doktorumuzun da bir ailesi var, değil mi? Onun da ailesiyle birlikte olmaya, ailesiyle birlikte insan gibi yaşamaya hakkı var.
En değerli varlığımız olan sağlığımızı emanet ettiğimiz doktorlarımızın binbir sıkıntı ve eziyet içinde mesleğini yapmaya çalışması, ailesini geçindirebilmek için ekstra işler yapmak zorunda kalması, utanç duymamız gereken bir durum olmalı değil midir?
“Ailemizin doktoru” uygulaması sadece “çağdaşlık”tır, fakat “medeniyet” değildir.
“Medeniyet” odur ki, “doktorumuzun ailesi”ni de düşünerek, onların yaşam koşullarını iyileştirmek, yaşadıkları sorunları çözüme kavuşturmaktır.
“Ailemizin doktoru” konusu 13 Aralık’a kadar tüm yurt çapında tamamlanmış olacak.
Peki ya “doktorumuzun ailesi”?