Akciğer nakli, en düşük başarı oranına sahip organ nakillerinden biri olarak kabul edilir. Nakil sonrası hastalar, immünosüpresif ilaçlar kullanmalarına rağmen, vücutlarının yeni organı reddetme riskiyle karşı karşıya kalabiliyor.
ABD’de bir grup cerrah ve organ nakli uzmanı tarafından yapılan yeni bir araştırma, bu reddin arkasındaki olası nedenlerden birini ortaya koydu.
Science Translational Medicine dergisinde yayımlanan çalışmada, nakil hastalarında sık rastlanan Pseudomonas aeruginosa bakteriyel enfeksiyonunun, akciğer reddini tetikleyebileceği tespit edildi.
Araştırmacılar, hasta geçmişlerini inceleyerek bu bakteriye yakalanan hastaların akciğer naklini reddetme oranının beklenenden yüksek olduğunu belirledi.
Fareler üzerinde denendi
Elde edilen bulgular üzerine bilim insanları, fareler üzerinde laboratuvar deneyleri gerçekleştirdi. Sağlıklı farelere Pseudomonas aeruginosa enfeksiyonu bulaştırıldı ve ardından bu farelere başka bir fareden alınan akciğer nakledildi. Takip edilen süreçte, enfekte farelerde bakterinin lenfoid dokulara yayıldığı ve bağışıklık sisteminde önemli bir rol oynayan CD4+ hücrelerini öldürdüğü tespit edildi.
Bu durum, CXCR3 proteini taşıyan B hücrelerinin artışına yol açarak, bağışıklık sisteminin nakledilen akciğere saldırmasına ve organ reddinin gerçekleşmesine neden oldu. Ancak araştırmacılar, CXCR3’ün baskılanmasını sağlayan ilaçlar kullanarak, bu mekanizmayı engelleyebildiklerini ve akciğer reddini önleyebildiklerini keşfetti.
Yeni bir tedavi yöntemi geliştirilebilir
Araştırma ekibi, elde edilen bulguların, akciğer nakli sonrası reddi önlemek için yeni bir tedavi yöntemi geliştirilmesine ışık tutabileceğini belirtiyor. CXCR3 proteininin bloklanmasını sağlayan ilaçların, bağışıklık sistemini hedef alarak nakledilen organın korunmasına yardımcı olabileceği düşünülüyor.
Bilim insanları, bu yöntemin insanlar üzerinde etkili olup olmadığını belirlemek için daha fazla klinik araştırmaya ihtiyaç olduğunu vurguluyor. Eğer benzer sonuçlar elde edilirse, akciğer nakli sonrası başarı oranları önemli ölçüde artırılabilir ve hastaların yaşam kalitesi yükseltilebilir.