Pelin Batu, Harun Tekin ve Cem Mumcu’nun Habertürk'teki televizyon programı “Kısa Devre” zaman zaman kısa devre yapmaya başladı bile.
Öfkenizi artık daha fazla kontrol etmek zorundasınız, değil mi?
Bilmem! Böyle düşünmedim hiç. Ama itiraf etmeliyim ki konuk olduğum programları sonradan izlediğimde başka bir Cem görüyorum orada. Sanıyorum özellikle ev sahibi konumuyla ilgili bu. Çok daha yumuşak, çok daha anlayışlı çok daha alttan alan bir Cem var orada. Bir de tabii daha çok sorulan sorulara cevap veren ve anlatan biriyim aslında. Oysa programda durum değişiyor: soru soran pozisyonundayım. Aslında program öncesi “büyük kafalar fikirleri, orta kafalar olayları, küçük kafalar kişileri konuşurlar” sözüyle yola çıkmıştım. Ama şimdi anlıyorum ki medya ve rating sözcükleri yanyana geldiğinde fikirlerin, kavramların fazlaca bir anlamı yok! Olaylar önemli, ama kişileri de içermeli... Bu, kafalar küçük olduğu için mi, yoksa kafalar küçülsün diye mi böyle? Bu ayrı bir tartışma konusu...
Siz daha çok edebiyat dünyasına ait bir kişiliksiniz. Televizyon ekranı sizi yormuyor mu?
Yorduğu zamanlar oluyor. Yine de Habertürk gibi bir kanalda olmanın pek çok avantajı var. Hakikaten şu ana kadar hiçbir müdahele ve manüplasyonla karşılaşmadım. Şaşırtıcı derece de düzgün ve özgür buluyorum orayı. Özellikle Erdoğan Aktaş, Hüseyin Özcan ve Yasemin Özçelik’in adlarını telaffuz etmek ve teşekkür etmek isterim burada. Ama henüz edebiyattaki kadar istediğim şeyi yapabilmiş değilim. Bu asla kanaldan kaynaklanmıyor. Belki bir kısmı benim deneyimsizliğimdendir ama önemli bir kısmı adı konmamış -doğruluğu ise asla sınanmamış- medyaya ait inanışlarla ilgili. Ama etkin ve dişe dokunur bir program yapmanın önünü kesen pek çok engeli deneyimliyorum. Gerçi edebiyat dünyasında da eserler ve onların içerdiği kavramların konuşulduğu dönem de çoktan geride kaldı. Yazdıklarınızın ulaştığı halis bir okur kitlesi dışında asıl konuşulan hep başka şeyler. Bir yazar olarak yapmanız gereken yazmak.. Oysa yazı dışında yaptıklarınız(?) merak ediliyor, onlar öne çıkarılmaya çalışılıyor. Bunlar -ne yazık ki- neredeyse ve hatta mümkünse asla yazarlıkla ilgili olmamalı ve hatta daha da ileri gidersek tenasül hayatınızla ilgili olmalı... Yani yine fikirler değil, olaylar ve insanlar gündemi kaplıyor. Televizyonda da öyle: en temel kavramları da didiklesen ertesi gün orada burada aklına gelmeyen bir ayrıntı manşet oluyor...
Edebiyatçılarla aranız nasıl şu anda?
Benim öyle meslek, dernek, hemşehri vs gibi gruplara dayalı arkadaşlıklarım yoktur hatta o tür birliktelikleri sevmem. Dahası bu tür ilişkilerin kariyeristik anlamda avantaj yaratsa da bireysel tekamül açısından azaltıcı olduğunu düşünürüm. Lobi sevmem, üst kattaki yatak odalarını tercih ederim! Tabii ki edebiyatçı arkadaşlarım var. Ressam, hamam sahibi, gazeteci, kuaför, bilgisayar mühendisi, turizmci, reklamcı, boyacı arkadaşlarım olduğu gibi.
Son yıllarda ülkemizde şiir okurunun azaldığını gözlemliyoruz. Siz bunu neye bağlıyorsunuz?
Kötü şairlere ve şiir olmayan şiirlere öncelikle... Zihinle yazılan, damarsız, müziği olmayan, insana dokunmayan, güçsüz şiirler yazılıyor. Onlar da doğal olarak halkla buluşmuyor, zaten artık öyle bir mecra da bulamıyorlar kendilerine. Bu algı bombardımanı ve reklam sloganlarının arasında bir şiirin duyulması için ciddi bir ses bulmuş olması lazım şairin... Ama zaten toplum topyekün şiirini kaybetmiş durumda. Hoyrat ve derinliksiz bir dönemdeyiz.
Cem Yılmaz geçenlerde size konuk oldu. Arog filmi hakkında söylemek istediğiniz farklı bir şeyler var mı?
Arog, ne yapmak istediyse onu başarmış gayet düzgün bir film. Ama nedense Cem Yılmaz’a karşı yine hoyratça bir saldırı var. Bence oturup bu saldırının dinamiklerini tartışmalı bir ara. Garip biçimde filmin içinde Cem Yılmaz sanki olacakları biliyormuş gibi yazmış senaryosunu, Arogan’lar aracılığıyla dillendirmiş bu meseleyi. İsimleri de Arogan olunca hayli ironik doğrusu...
Terapist olmanızın en temel nedenini anlatır mısınız?
Buna çok kez cevap verdim ama yine söyleyeyim. Edebiyat ve yazı hep ana meselemdi. Tıbbın içinden kafamı çıkarabileceğim ve yazıyla buluşabileceğim en büyük delik de psikiyatriydi...
Terapistlik sizde nasıl bir duygu uyandırıyor?.
Zor bir soru... Çünkü özetlenmesi güç birçok farklı duygu yaşıyorum o tarafta.
Cem Mumcu insanları anlayan insan olmayı ciddi bir şekilde başarabiliyor. İnsana insan olduğu için değer veren insanlar azalıyor, değil mi?
Korkarım öyle. Dedim ya çok hoyrat bir dönem yaşıyoruz. Dahası hoyratlık moda olmuş durumda... Köşe yazarının iyisi hoyrat yazanı, Televizyon programcısının iyisi hoyrat olanı... Edepsizlik en hızlı prim yapan şey. Eleştiri yapmak artık “ayar vermek”...
Biliyorsunuz bir dönem ülkemizde Irvin Yalom kitapları sıkça okunuyordu ve hala okunmaya devam ediyor. Yalom’un Aşkın Celladı adlı öykü kitabını hastalarınıza öneriyor musunuz?
Önerdiğim oluyor zaman zaman. İnsana ölümlü olduğunu hatırlatan her türlü sesi kullanırım ben. Çünkü iyi bir insan olmanın, mutlu bir yaşam sürmenin, yaratıcı olmanın, hayatı anlamlı kılmanın bu en temel bilgiyi unutmamaktan geçtiğini söylemeye çalışıyorum biteviye...
Ekonomik krizin olduğu bir dönemde bir de bir yayınevi yönetiyorsunuz. Okuyan us yayınlarına dışarıdan ekonomik destek veriyor musunuz?
Bu yıla kadar verdim. Yani yaklaşık on yıldır. Ama artık Okuyan Us kendi yağıyla kavruluyor.
Yazmaktan mı Kısa Devre’den mi yoksa doktorluktan mı daha çok keyif alıyorsunuz?
En çok yazmaktan peşine de hekimlikten.
Size gelen birçok ünlü insan var. Hasta psikoterapi ilişkisi size yeni öyküler kazandırıyor mu? Ünlülerin doktoru olmak nasıl bir duygudur? İlişkilerinizde dominant olmayı başarabiliyormusunuz?
Bana kimin geldiğini kim nereden biliyor? Böyle bir bilgiyi kim nereden ediniyor? Bu çok saçma ve kim nereden uyduruyor bilmiyorum. Ben zaten bana gelen birini açıklamam, açıklayamam. Etik diye bir şey var... Dolayısıyla ünlülerin doktoru lafı bana küfür gibi geliyor. Zaten “ünlü” lafı da çağın temel hastalıklarından birini imliyor. Sorunun ikinci kısmını da sevmiyorum doğrusu. Öncelikle ben mesleki kitaplar yazmıyorum. Edebiyatla meşgulum ve kurgusal eserler yazıyorum. Başkalarının hikayelerini kendi yazıma katık etmem ve bu tür bir yazma eylemi de zaten çok zevksiz olur.
Romantik bir yazar olmak, bu şekilde bir imaj yaratmak tehlikeli değil mi? Hayat sevenlerin yanında olamıyor her zaman değil mi?
Romantik bir yazar mıymışım ben? Doğru okumamışlar...
Türk basınında sizi çok seven gazeteciler var. Size neden bu kadar ilgi var? Sizin hakkınızda yazan gazeteciler ilgi çekmeye çalışıyorlar, değil mi?
Bunu ilk kez duyuyorum. Öyle miymiş? Sevenler varsa sağolsunlar. İlgilerine mazhar olduysam yine sağolsunlar. Benim hakkımda yazanların bunu ilgi çekmek için yaptıklarını sanmam. Hiçbir gazetecinin derdinin de ilgi çekmek olduğunu düşünmem, düşünmek istemem. Ben öncelikle gazetecilerin rızkları peşinde alınteri döken, emek veren insanlar olduğunu düşünüyorum. Çok zor bir sektör ve orada var olmak maalesef tiraja katkıda bulunmakla birebir ilişkili. Bu sistemin içinde sevgi, değer vermek, adil olmak vs gibi kavramların sürecin içine girmesi çok güç. Her an işine son verilmesi ihtimali olan, güven içinde olmayan bir insanoğlundan da bunları beklemek zaten zor. Ben medyanın sorunlarının kaynağının içinde çalışan bireylerin insani zaafları olduğunu da düşünmüyorum. Zaaf, sistemde, sistemin kurgulanışında. Yoksa çok değerli insanların kendi değerlerinin çok altında iş ürettiklerini, başka şansları olmadığı için böyle yaptıklarını görüyorum. Ama çocuğunuzun okul taksidi, evin kirası gibi temel ihtiyaçlarınız tehdit altındayken istediğiniz gibi iş üretmenizin de olası olmadığını düşünüyorum.
Habertürk