Prof. Dr. Mustafa Bakır
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi
Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı
Çocuk Enfeksiyon Hastalıkları Bilim Dalı Öğretim Üyesi
Elbette sağlık personelinin sorunları sadece hocaların tam gün çalışma sisteminden ibaret değil. Şu an bu sorunun çözümü masada olduğu için tartışılıyor. Darbeler ülkesi olduğumuz için darbelerde söz sahibi olanlar kendilerinin ve ilişkisi oldukları kamu çalışanlarının özlük haklarını cebren geliştirmişler. Hiç sevmedikleri sağlık personelinin özlük hakları da her darbe döneminde darbe almış. İtibar erezyonu, toplumun genelinde olan ahlaki dejenerasyon yanı sıra son hükümetler döneminde uygulanmakta olan sağlıkta dönüşüm (Dünya Bankası) projesi ile birlikte zirve yaptı. Hekimler bilgi ve tecrübelerinden doğan güçlerini birleştirme alışkanlığı kazanamadı, örgütlenemedi, haklarını ve itibarlarını koruyamadı.
Tabip odası sağlık çalışanlarının hakları için mücadele eden bir meslek kuruluşu yerine sergilediği siyasi imaj ile gerek meslekdaşlar nezdinde gerekse hükümetler nezdinde ciddi bir muhatap olarak karşılanmadı. Hekim iş gücünün ve emeğinin ucuzlaması ile sonuçlanan sağlıkta dönüşüm projesi hekimlerin bütününün maddi manevi itibar kaybı, şu an sonuçları halk sağlığına yansımayan ancak 10 yıl içinde ciddi bir biçimde hissedilecek olan defansif tıp davranışı, sağlık hizmetinin en önemli unsuru olan kalite (doğru teşhis ve sonuç alıcı tedavi) düşüklüğü ve en nihayet sağlıksız toplum ile sonuçlanmaya adaydır.
Onyıllardır sağlık hizmetlerine ulaşmada önünde ciddi engeller olan halkımız, performans uygulaması ile bu ihtiyacını gidermek ötesinde sağlık sistemini aşırı kullanmakta, saygınlığı azalan sağlık personeline şiddet uygulamaları giderek yayılmakta, bunun yanısıra sistem hekimi de gereksiz uygulamalar yapmaya teşvik etmektedir. Bugünün siyasetçisinin bunu görme ve 50 yıllık projeksiyonla politika geliştirme sorumluluğu vardır. Önerilen çözümler sistemin bütünü ve geleceğini değil günü kurtarma çabası şeklinde bir görüntü veriyor. Sağlıkta dönüşüm projesi sağlık kurumları altyapısı ve ülkenin her köşesine sağlık hizmeti götürülmesi yanısıra sağlık hizmetlerine ulaşımın kolaylaştırılması gibi unsurları ile başarılı olmakla birlikte, sağlık hizmetinin merkezinde bulunan hekimlerin ve yardımcı personelin kalteli hizmetin temeli olan eğitim, özlük hakları ve çalışma şartları ile ilgili olarak başarısız olmuştur. Bir balonun tamamı içine hava üfleyerek değil, bir tarafı diğer tarafının aleyhine sıkıştırılarak genişletilmiştir. Halbuki toplam kalite yönetiminin temel kuralı hizmeti alanların memnuniyetinin sürekli olabilmesi için hizmeti üretenin de güçlendirilmesi ve motive edilmesidir.
Sağlık hizmetlerinin merkezinde hekim ve yardımcı sağlık personeli vardır, ancak bu merkezin oluşturulması ve kaliteli biçimde sürdürülmesi bu kişileri eğiten ve yetiştirenlerin çok çalışması ve motive edilmesi ile mümkündür. Bugün geldiğimiz noktada 2000 öğretim üyesi ifadesi ile rakama indirgenen eğitici kadrosu sağlık hizmetlerinin kalitesini ve geleceğini temsil etmesine rağmen 655 sayılı KHK ile, onur kırıcı bir uygulama sonucu en çok istifade edilmeleri gereken yaşlarında sistemden adeta uzaklaştırılmıştır. Bu arada öküzünü satıp özel hastanede ameliyatını yaptıran hastalar sağlığına kavuşmaya devam ederken öküzünü satıp ahlaksız müteahhitin yaptığı eve sahip olan kişiler depremde o evin içinde ölmeye devam etmektedirler.
Dönüşen sağlık sistemimizde halkın memnuniyeti politikacı açısından önemli bir başarı kriteri olarak görülebilir. Ancak politikacı sadece bu kriteri kullanırsa ülkenin geleceğini tehlikeye atabilir. Örneğin vergilerin %50 oranında düşürülmesi de halkın çoğunda memnuniyet yaratır, ancak 10 yıl sonra devletin kasası boşalınca ülke ekonomisi çökecektir. Ülkemiz maddi ve insan kaynaklarını akıllı kullanmak zorundadır. Nasıl ki zenginlerden alınacak vergilerin iki kat artırılması halkın çoğunu memnun etse bile ülke ekonomisini çökertecektir, bunun gibi sağlık personelinin tek sermayesi olan bilgi ve tecrübesinin karşılığı olan emeğinin değersizleştirilmesi de halkın sağlığını kaçınılmaz olarak olumsuz etkileyecektir. Sağlıksız toplumun zengin olması ise istenen bir şey olmasa gerektir. Kaldı ki sağlık hizmetlerinin gereksiz kullanımının doğuracağı maliyet ekonomik gelişmenin önünde bir engeldir.
Hekimlik mesleğinin lise mezunları arasında hala ilk tercih olmasının başta gelen nedenleri mesleğin saygınlığı ve halen ülkemizdeki hekim açığı olmasının bir sonucu olan iş garantisidir. Zorunlu devlet yükümlülüğü uygulamasına rağmen bu durum devam etmektedir. Hekim açığı devam ettiği sürece ülkemizin her köşesine hekimler ve yardımcı personel zorunlu olarak hizmet götürecektir. Hekimin mesleki gelişiminde bunun önemli bir yeri vardır. Ancak hekim bu hizmeti verirken maddi ve manevi olarak desteklenmelidir. Emekliliğine yansıyacak özlük hakları hekim kadar eğitimli diğer kamu görevlilerinin altında olmamalıdır. En az 10 yıl eğitim sonucu bir dalda uzman olmuş hekim hayata yeni atılmakta, aile hayatı yeni başlamaktadır. Adil olmayan bir özlük sistemi ileride mesleğin cazibesini azaltacaktır. Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?
Tartışılan tam gün konusuna gelince, üniversitede veya EAH'de akademik performans (eğitim, araştırma, yayın, topluma katkı vs.) ve sağlık hizmeti performansının (eğitimin gerektirdiği sayı ve kalitede bizzat hasta hizmeti) eşit eğirlıklı olarak değerlendirilmesi sonucu elde edilecek skorlarını belgeleme karşılığında mesai sonrası iyi denetlenen bir özel çalışmanın (Özel hastane veya özel ofis) kimseye zararı olmaz. Özel ofislerin kapı genişliği ve diplomanın asıldığı duvar gibi kriterlerin bile ayda bir denetlenebildiği düşünülürse denetim ile istismarların önüne geçilmesi ve meslek etiğine aykırı davranışların cezalandırılması (Özelde çalışmanın ilgili kişiye süresiz olarak yasaklanması) hiç de zor olmayacaktır.
Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi,
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi.
O halde sıhhatin değeri, sıhhat hizmetini bizzat verenlerin saygınlığı ve değerli olmasıyla sürekli olabilir.