9 Eylül Patoloji'deki değerli meslekdaşlarımın başarısı sayesinde patoloji eğitimi ve eğitim felsefesi konusundaki görüşlerimi aktarma olanağanı bulabildim.Patoloji yolunun başında olanlar, TUS'ta patolojiyi düşünenlere bir yararı dokunabilir. Patoloji kongrelerinde patolojinin felesefesinin tartışıldığına hiç tanık olmadım.Temel başlıklar:
1- Patologlar tıbbın kalecileridir. Dikkat buyurun: Kalecinin kaderidir. Kalecinin (patologun) başarısı skor değildir; başarısızlığı skordur. Forvetin(klinik daldaki hekimler) başarısızlığı skor değil başarısı skordur. Dolaysıyla kaleciler (patologlar) yedikleri göllerle (kaçırdıkları tanılarla) hatırlanır; forvet yüzde yüzlük fırsatları kaçırır kimse hatırlamaz, bir gol atar kahraman olur. Kaleci 1oo gole için vermez, bir gol yeter; "takımı yatırdı" olur. Ama futbolda tıpta takım oyunu vardır ve mutlaka kaleciye (patologa) ihtiyaç olacaktır. Kalecinin (patologun) önemi yokluğunda belli olur. Oyuncu değiştirme hakkı bitmiş bir maçta kaleci(patolog) sakatlanırsa yerine yeni kaleci almak için forvetten bir oyuncuyu çıkarmak gerekir. Kaleci(patolog) takımın/hastanenin güvenidir. İşte Van der Saar, Cech,Castellias, Muslera gibi kaleciler.
2- Kalecinin futboldaki önem ve değerini kulüp yöneticileri ve teknik direktörler çok iyi bilir de tıbbın kalecisi olan patologların önem ve değeri hastane(üniversite, kamu ve özel fark etmiyor) ve bakanlık yöneticilerinin de anlaması beklenir, umulur ve dilenir ancak gerçek ile dilek bu konuda pek örtüşmez.
Örnekler: Önem: Bir kamu hastanesine patolog tayin olur.Alet edavat ve mekan yoktur. Başhekim bodrumda bir yer bulur. Patolog cihaz gerekir der. Başhekimlik, "bizim patologa ihtiyacoımız yoktu ki seni neden gönderdiler, bize şöyle anjio vb yapan bir kardiyolog gerekirdi ki hastanemiz sükse yapsın, onu bekiyoruz ödeneğimiz o bölüm için bir yanda bekiyor patolog için kullanamayız.. Masal böyle devam eder.zaten çoğu kamu hastanesi patolğu iş açısından meşgül ve mutlu edecek cerrahi ve girişimsel medikal dallardan yoksundur. Böyle yerlerde patoloji gerçekten annlamsızdır. Atanmaması gerekir. Mecburi hizmet için olgu sayısı bol, patolog sayısı az bölge eğitim hastaneleri, yeni açılan tıp fakülteleri dururken olmadık bir ile tek patolog yollamnın mantığı nedir? Belki bir yetkili bunu dikkate alır.
2-Performans:Performansın kendisi hekimlik barışını bozan adaletsiz bir sistemdir.İş patoloji de daha vahimdir. Patologun hevesini kıran bir konudur. hastanelerde ne hikmetse performanstan/ tıp fakültelerinde döner sermayeden en az pay patologa verilir. Niye. Patolog iş yapmaz mı? Preperatı mikroskobun altına koyunca yazar kasa gibşi tanı otomatik mi çıkar. Patologa boş otuyor gözüyle bakan yöneticilerin patolojiyle bir işi olduğunda kendi hastanesi bir kenara bırakır, en ünlüleri birer birer dolaşır fikir alır.
3- Patologların kendileri: Patoloji yapısı gereği tek mekan ve yakın fiziki temas içinde çalışmayı gerektirir. Özellikle üniversitelerde patoloji bölümlerinde iç huzur her zaman mümkün değildir. Cerrahide hocaların , asistanların ,biri ameliyathanede,biri polinikte, diğeri, küçük müdahale odasında, diğeri serviste derken çoğu kez insanlar birbirini görmez ve olumsuz etkileşim içine girmezler ya da elektriklerini buralarda toprağa vererek desarj olurlar. Patolojide durum böyle değildir. Herkes elektriğini üstünde taşır, birbirine hatlar değer sigortalar atar. Bu durum eğitim ve hizmet için tehlike yaratır ama patolojinin gerçeği budur. PARAFİN PERDELER arkasına saklanmış, dünyayı lam-lamelden ibaret sanan anlamsız çıkar,unvan, kadro,yayın tartışmalarının patoloji eğitimine ve genç kusaklara hiç bir faydası yoktur.Tarih göstermitir ki patoloji bilimi bencilliği affetmez. Verici, paylaşımcı olmalıdır patoloji öğretim üyeleri.
4-Asla ve asla ayırımcı değilim ama son zamanlarda patolojinin hanım ağırlıklı bir yapıya bürünmesini patoloji bilminin egitim, hizmet ve klinklerle dayanışma-iletisim açısından sağlık bulmuyorum. Maaselef "gece nöbeti yok" bir eve bir knisyen yeter, bey kadın-doğumcu/cerrah olsun, hanım sen de uzmansız kalma patolojiyi yaz" mantığının sonucudur. Çok öykündüğümüz ABD ve Avrupa'da patolojide öğretim üyeleri arasında kadı oranı %30'rda giderken bizde %70-80-90 kadın olduğu eğitim hastaneleri (ünv/kamu)vardır.
TARİH VE SON: Türkiye'de patolojinin kurucusu Hamdi suat Aknar'dır.Osmanlının son zamanlarında Gülhane'nin Alman hocası tarfında Almanya'ya ihtisasa yollanır.Dönüşte bir konuda ters düştüğü için Yemen'e pratisyen hekim olarak sürgün edilir. Döner darüfününda prfesör olur. Bu kez 1933 reformunda 'tek tabanca' olmak isteyen Alman profesörlerin de dolaylı etkisi olsa gerek 'gerici' diye darülfünün'dan koğulur. Atatürk bunu öğrenir. Küpler biner. İstanbul Ünv dönmeyi redder, Vakıf Guraba'da çalışır. Patoloji işte böyle çileli başlar ve böyle de devam etmektedir.Ancak patoloji'de bugün vardığımız nokta bu çilelerin boşa gitmediğidir.
Şair'in dediği gibi (Necip Fazıl Çile Şiiri)
"Akrep, nokta nokta ruhumu sokmuş,
Mevsimden mevsime girdim böylece.
Gördüm ki, ateşte, cımbızda yokmuş,
Fikir çilesinden büyük işkence."