Medimagazin logo

Önce eleştirildi, sonra anlaşıldı

Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi A.D Öğretim Üyesi Doç. Dr. Serdar Nasır, dünyada üçüncü tam yüz naklini yaptı, ancak dört ekstremite nakli yaptığı hastasını kaybedince, hem hekim camiası hem de kamuoyundan birçok eleştiri aldı. Başarılı ameliyatıyla değil, hep kaybettiği hastasıyla ilgili sorular soruldu. Yaşadığı büyük stresin ardından Medimagazin’e konuşan Doç. Dr. Nasır, “o dönemi” ve şimdiki yaşadıklarını anlattı.Yaşadığı süreçte uzmanlık derneğinden hiçbir destek görmediğini belirten Nasır, bunun yanı sıra kıdemlileriyle ilgili ise “Mikrocerrahi konusunda çok değer verdiğim bazı ağabeylerim bence sürece hiç katkısı olmayan, hangi amaca hizmet ettiği konusunda şüphelerim olan açıklamalar yaptılar.” diyerek sitem etti. “Hacettepe plastik cerrahiden ihtisasımızı birlikte aldık” dediği arkadaşı Prof. Dr. Ömer Özkan’ın da kendisine yönelik basında çıkan açıklamalarını eleştiren Nasır “Bence bir doktorun, bir doktor arkadaşına, hatta dostuna söylememesi gereken çok şanssız açıklamalardı.” diye konuştu.Doç. Dr. Serdar Nasır, diğer ekstremite nakli olan hastanın da kaybedilmesiyle kendisinin “daha iyi anlaşıldığını” belirtirken, Hacettepe’nin yeniden ruhsat alması durumunda bu nakillere hazır olduğunu belirtti.
Kaynak: MEDİMAGAZİN - Dr.İBRAHİM ERSOY
Önce eleştirildi, sonra anlaşıldı
Abone Ol:
Medimagazin google abone ol

Hastasını kaybeden ve basına bu şekilde yansıyan bir doktorun konuşması çok zordur. Bu süreçte, sizin de başınızdan geçen tüm olaylar basına yansıdı. Ancak biz biraz daha öncesinden başlamak istiyoruz.  Yüz nakli, kol ve bacak nakli bizim için çok ekstrem bir girişimdi. Daha önce böyle şeyler söylenseydi, açıkçası Türkiye’de bunun olacağına inanmazdık. Bu tür ekstrem ameliyatlarla ilgili Türkiye’deki genel durumu ve bu sürece nasıl geldiğimizi anlatabilir misiniz?

Dünyada ekstremite nakilleri yaklaşık yedi-sekiz yıldan bu yana yapılıyor. Özellikle İspanya’da bu ameliyatlar oldukça sık yapıldı. Bizde hem organ bağışçısının az olması hem de ekstremite ve yüz nakillerinin Türkiye için çok yeni olmasından dolayı bu kavramların biz doktorlar için biraz daha gelişmesi gerekiyordu. Bu süreçte birçoğumuz, yurt dışında aldığımız eğitimlerle bu nakilleri yapacak bilgi ve yetenek düzeyine geldik. Sonuçta bir ekstremite, yani kol ve bacak nakli ile normal bir hastanın kopan kolunu, kopan bacağını cerrahi teknikle yerine dikmek arasında hiçbir fark yok. Sadece, sizin de bildiğiniz gibi ameliyat sonrası hastanın uzunca bir süre bağışıklık sistemini baskılayıcı ilaçları kullanması gerekiyor. Biz bu sürece hazırdık, ancak yasal dayanağımız yoktu. Türkiye’de ilk kol nakli yapıldıktan sonra Sağlık Bakanlığı tarafından Kompozit Doku Nakli Yönetmeliği çıkarıldı. Buna göre naklin kimlere yapılacağı, neler yapılacağı, hastaların nasıl seçileceği ile ilgili kurallar belirlendi. Buna bağlı olarak da merkezler yeterlilik düzeyinde değerlendirildi. Hacettepe ile beraber Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Akdeniz Üniversitesi ve Gazi Üniversitesi kol-bacak nakilleri ile saç ve saçlı deri yüz nakilleri için hem hastanesini ruhsatlandırdı hem de buralardaki doktorlar, benim gibi bu işle uğraşacak doktorlar belgelerini aldı. Ardından da, Sağlık Bakanlığı Organ Nakli Genel Koordinatörlüğünden bağışçı çıktığında, bu nakiller ilk olarak Akdeniz Üniversitesinde, ardından da bizim hastanemizde yapıldı. Daha sonra, vefat eden hastamızda olduğu gibi dünyanın ilk iki kol ve iki bacak nakli de bizim hastanemizde yapılarak süreç devam etti.

 

Ekstremite nakilleri ve yüz nakli ile ilgili eğitiminizi nerede aldınız?

Benim zaten plastik cerrahide uğraştığım konular ağırlıklı olarak mikrocerrahi idi. Ekstremite ve yüz nakillerinin temeli mikrocerrahi girişimlerdir. Bundan dolayı bu cerrahi tekniğe uzak değildim. Ancak gerek kompozit doku nakilleri gerekse bundan daha önemli olan immünoloji ile ilgili olarak Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’nde ilk yüz naklini yapan ekiple çalıştım. Cleveland Klinikte Prof. Dr. Maria Siemionow ile beraber çalıştık. Ben ayrıldıktan üç ay sonra zaten bu ekip ABD’nin ilk yüz naklini yaptı. Ben orada tabii deneysel olarak çalıştım. Hayvanlar üzerinde, ilk başta sıçanlar, fareler ve daha büyük hayvanlar üzerinde yüz nakilleri ve ekstremite nakillerinin immünolojisi üzerinde çalıştım. Eğitimimi orada aldım, daha doğrusu, genel görgüm de orada gelişti. Türkiye’ye döndüğüm zaman eğer bir imkân olursa yüz ve kol-bacak nakli yapmak gibi bir düşüncem vardı.

 

Türkiye’deki ilk yüz naklinin Akdeniz Üniversitesinde yapıldığını siz de basından mı öğrendiniz, yoksa önceden bir bilginiz var mıydı?

Ben de basından öğrendim.

 

Peki, öğrendiğiniz zaman ne hissettiniz?

Tabii cerrahi bir hırsa sahibiz. Bir de ben bütün geleceğimi, kariyerimi bu iş üzerine kurmuş biriyim. ABD’ye gitmeden önce de düşünüyordum, orada daha da heveslendim. Tabii her zaman için ilk olmayı düşünüyordum, ama daha sonra ilk olmanın değil, bir cerrah olarak bu nakli gerçekleştirmenin manevi hazzı ağır bastı. İlk başta önce şaşırdım, sonra “Niye ben yapmadım?” diye düşündüm. Ama daha sonra sevindim, çünkü bu nakli yapan en samimi arkadaşımdı, onun adına sevindim.

 

Ömer Özkan ile arkadaşlığınız nereden geliyor?

Ömer ile ben Hacettepe plastik cerrahiden ihtisasımızı birlikte aldık. O benden altı ay kadar kıdemliydi. Sürekli aynı ekip içerisinde yer alıyorduk. Böyle bir yakınlığımız vardı. Akdeniz Üniversitesine geçmesinden sonra da her fırsat bulduğumuzda görüşürdük. Sürekli birbirimizi arardık o zamanlar.

 

O zamanlar derken, artık pek sık görüşmüyor musunuz? Şu anda çok sık görüşmüyoruz.

Sizin yaptığınız ameliyattan sonra Ömer Bey’in bazı açıklamaları oldu. Bu açıklamalar konusunda neler düşünüyorsunuz?

Bence bir doktorun, bir doktor arkadaşına, hatta dostuna söylememesi gereken çok şanssız açıklamalardı. Çünkü bu açıklamalar sonucunda ileride nelere yol alacağının tahmin edilmesi gereken söylemlerdi ki, sonucunda hasta yakınlarının bu haksız ve mesnetsiz açıklamalardan olumsuz etkilenerek bana ölüm tehditlerinde bulunduğunu düşünüyorum. 

 

Gördüğümüz kadarıyla bir kırgınlık söz konusu?

Sanırım her insan belli ölçüde kırılırdı o sözlere. Bunu kabul edebilmek, o sözleri sindirebilmek için insanın çok üst bir maneviyata sahip olması gerekir.

 

Şöyle bir durum var, bu Ömer Bey için de geçerli, sizin için de. Bir operasyon yapıyorsunuz ve ertesi gün tüm basının karşısına çıkıyorsunuz. Bütün Türkiye sizi tanıyor. Yani bir anlamda meşhur oluyorsunuz. O anda neler hissettiniz? Bu nasıl bir duygu uyandırıyor?

Ben ilk nakil yapıldıktan sonra basının ilgisini gördüğümde açıkçası, “Herhalde, bizim naklimiz de ilgi çekecektir.” diye düşünmüştüm. Ancak, biz bu iki ameliyatı birlikte yaptığımız sırada bildiğiniz gibi çok ciddi bir süreç geçirdik. Ben ameliyatın başlangıcından bitene kadar dört gün boyunca hiç uyumadım desem yeridir. Tüm ekip sürekli ameliyatın içerisindeydik. Ameliyat sonrası birinci ayda filan öğrendim ki, biz ameliyatı yaparken dışarıda canlı yayın arabaları varmış. Çok kalabalık bir basın topluluğu varmış. Ben orada sadece, ameliyat sonrası yapılan toplantıya katılan basın mensupları var sanıyordum. En azından canlı yayın bazında oldukça gündem oluşturmuş. Gerçekten bu kadar ilgiyi beklemiyordum.  En şaşırdığım ise biz bu ameliyatı yapacağımızı kimseye söylememiştik. Ben ABD’de de ilk yüz nakli gerçekleştirildiğinde yapılan işlemleri biliyordum. Orada da sadece bir televizyon kanalına yayın hakkı verilmişti. Ameliyat başından sonuna kadar çekilmişti. Ameliyat öncesi ve sonrası görüntüler vardı. Ameliyat bittikten bir ya da iki hafta sonra da basına açıklanmıştı. Bu süreç içerisinde hiçbir görüntü basına yansımamıştı. Ben de o düşünceyle bizim bütün çekimlerimizi TRT’ye verdim. TRT bizimle birlikte uçağa geldi. Ameliyatı, ameliyat sonrasını çektiler. Benim düşüncem, bir hafta-10 gün sonra açıklama yaparız şeklindeydi. Ancak, biraz gelişen süreçle ilgili biraz da benim dışımda gelişen bazı durumlardan dolayı basın toplantısı yapılmasına karar verildi. Oraya çıkınca da tabii herkesi gördük. Herhalde bir şeyler oluyor dedik. Hiçbir şeyin farkında değildim. Ne yapıyoruz, ameliyatta mıyım, basınla mı konuşuyorum, ne söylüyorum, o süreçte çok farkında değildim. Ama zaman geçtikçe yoğun ilginin olduğunu fark ettim. Ancak sürecimiz kötü geçtiği için de keşke olmasaydı, demeye başladım.  

Peki, bu hastayı kimseye duyurmadan sessizce ameliyat edelim, altı ay, bir yıl sonra basının karşısına çıkaralım diye düşünür müydünüz? Çünkü bununla ilgili prosedürler de var. Siz kötü bir süreç geçirdiniz.

 

Biz buna altı ay demeyelim de, en azından riskli süreç geçtikten sonra diyelim. Benim için o hastada riskli süre -tabii hastada gerçekleşecek duruma göre- bir hafta-10 gündür. Bu süre sonunda basına ilk sonuçları çıkarmayı isterdim. Hem de biraz daha yorgunluğumu atmış, biraz daha rahat düşünebileceğim bir durumda olmayı isterdim. Fark ettiyseniz süreç öyle bir gerçekleşti ki, biz yüz nakli hastamızı 67-70’inci günlerde basına çıkardık. Kol ve bacak nakliyle yüz nakli aynı zamanda basına bildirilmesine rağmen yüz naklinin ilk fotoğrafları 67-70’inci günlerde ortaya çıktı. Aslında önceden düşündüğüm zamanlarda yüz nakli hastasını bildirdik. Ama kol ve bacak nakli süreçteki olumsuzluk nedeni ile sürekli basını meşgul etti ve çok erken çıktı. En azından 15-20’nci günlerde, her şey yolunda gittikten sonra duyurmayı isterdim.


Bu süreç içerisinde, bir de hekimlerin kişisel hırslarıyla ilgili birtakım söylemler ortaya atıldı. Hekimlerin bu tür bilimsel hırslarıyla ilgili neler söyleyeceksiniz? Siz bunu bu süreçte nasıl yaşadınız? Aslında olması gereken bir şey mi, yoksa bir olumsuzluk mu?

 

Eğer hırs sizi ileri götürüyorsa, çalıştığınız branşı ileriye götürüyorsa, ben Türkiye’de çalıştığım için Türkiye tıbbını ileriye götürüyorsa çok iyi bir şey.  Ama hırsımız kendimize değil de karşımızdakinin başarısızlığına yönelikse, onun başarısızlığını istiyorsak veya onun başarısını engelleyecek ya da başarısını daha aşağı gösterecek girişimler yapıyorsak bunun hiç kimseye bir yararı yok. Hırs tabii ki olacak. Sonuçta hepimiz belirli bir hırs içerisinde, belirli eğitim düzeyinde bu işe angaje olarak giriyoruz. Özellikle plastik cerrahi biraz daha saldırgan bir bölüm. Dünyadaki ilkleri yapmaya çalışan, cerrahi olarak saldırgan bir bölüm. Böyle hırslar içermesi çok normal. Her insanda olduğu gibi, bizim de kültürel veya kişisel olarak hırslarımızı başkasının zararına olacak şekilde yönlendirmememiz lazım.

 

Kurumlar arası hırs var mı?

Ben kurumlar arası bir hırs olduğunu düşünmüyorum. En azından, lütfen yanlış anlamayın, ama bizim kurumumuzun, Hacettepe’nin bir kurumu hırslandıracak veya bir kurumu kendisine rakip olacak düzeyde gördüğünü düşünmüyorum açıkçası. Hacettepe zaten yıllardır marka olmuş bir kurum. O yüzden başka bir kurumla  rekabet edeceğine veya bir kuruma hırs duyacak, o kurumun kötülüğünü isteyecek bir şey yapacağına inanmıyorum.  Ama diğer kurumları bilemem, onlar kendileri değerlendirsinler.

 

Uzmanlık Derneğiniz üçüncü nakle kadar yüz nakillerini görmedi gibi geliyor bana. Her nakilden sonra Derneğin internet sitesine baktmış ya da bir açıklama var mı diye beklemiş, ama bir haber görememiştim. Derneğin bu tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Gerçekten de Derneğimizin o şekilde bir tavrı oldu.  Gerçi kendi içimizdeki yazışmalarda özellikle bizim olaya karşı destek olalım dendi, ama bazen insanlar desteği de, destek oluyormuş görüntüsü altında daha başka amaçlı, belki daha fazla eleştirme amaçlı da yapabiliyorlar. Hepimiz belli bir zekâ ve eğitim düzeyindeyiz. Herkesin ne yaptığını çok iyi fark edebiliyoruz. Ayrıca, mikrocerrahi konusunda çok değer verdiğim bazı ağabeylerim bence sürece hiç katkısı olmayan, ama kamuoyu ve basın önünde hem bizim hem Akdeniz Üniversitesinin ekstremite nakillerini eleştirerek hangi amaca hizmet ettiği konusunda şüphelerim olan açıklamalar yaptılar.  

 

Siz Dernek başkanı olsanız, Ömer Özkan da Akdeniz Üniversitesinde ilk yüz naklini yapsa, Derneğinizin internet sitesinde, ana sayfada duyurmanız gerekir mi?

Ana sayfasında duyururum, Dernek olarak ilk seferinde de orada olurum, hatta herhangi bir daveti de beklemem. Sonuçta bu arkadaşımız plastik cerrahi camiasının bir üyesidir. Başkan herhangi bir yere davet edilmek zorunda değildir, başkanın zaten her yere gitme yetkisi vardır. 

 

Ömer Özkan’a ve size karşı bir tavır var mı burada?

Bence Ömer Bey’i desteklediler, ama benimle ilgili şu ana kadar herhangi bir olumlu gelişme olduğunu hiç duymadım. Hatta sürekli olumsuz şeyler yapıldı diye düşünüyorum. Sonra Dernek olarak üçüncü yüz naklinde gittiler. Dernek başkanı da gitti. fiöyle söyleyeyim, telefonum herkeste olmasına rağmen ben ne bir tebrik amacıyla ne de yaşadığımız üzücü olayla ilgili bana destek olacak şekilde bir kez bile aranmadım.

Şu anda Dernek içerisinde gelişen olaylara bakıyorum, sürekli bana karşı olduğunu tahmin ettiğim bazı olumsuz şeyler de olduğunu tahmin ediyorum.

 

Peki, bu durum neden kaynaklanıyor, bunun bilmediğimiz geçmişe yönelik bir altyapısı var mı?

Hayır, bir altyapısı yok. Bu olayla ilgili olduğunu tahmin ediyorum.  Bir cerrahı veya bilim adamını en mutlu edecek konu, yaptığı şeyi meslektaşlarına sunmaktır.  Bunu sunarken de bir kongrede eşit olarak bir konuşma verilmesini beklersiniz. Eğer siz kendi kötü sonuçlanmış bir vakanızı ki, iki kol, iki bacak naklini kast ediyorum, dürüstlük içinde anlatacaksanız ve kongreyi düzenleyenlere “Ben tabii anlatayım, çünkü bu vaka ile ilgili önemli bilimsel çıkarımlarımız var.” diyorsanız, ama aynı zamanda “Biliyorsunuz yüz nakli de var, onu da anlatayım mı? dediğinizde “Hayır, onu başkası anlatacak ve o kişi seninle aynı panelde konuşmak istemiyor.” deniyor. Ben ne yapmışım bilmiyorum, ama benim için bu çok rencide edici ve üzücü bir durum. Ama Dernekten kimse bu duruma müdahale etmiyor. Ben bu ekstremite  naklini anlatıyorsam, aynı konuda eğer buna benzer bir vakaya sahip başka bir kişi de varsa, onun da konuşması lazımdır. Ama beni ekstremite nakli ile ilgili konuşturup, yüz nakli ile ilgili konuşturmama gibi durumlar yaşanır da, yüz naklini sadece başkaları yapıyormuş gibi gösterirlerse, bu bir çifte standardı gösterir.

 

Size deneyimlerinizle ilgili, yüz ve ekstremite nakilleri ile ilgili Plastik Cerrahi Derneğinin düzenlediği herhangi bir organizasyondan herhangi bir davet gelmedi mi?

fiu ana kadar gelmedi. Ancak yıllık kongremiz Ekim ayında yapılacak. Belki bir davet gelir. Bakalım zaman ne gösterecek, aslında ben de merak ediyorum bir davet gelecek mi, gelmeyecek mi diye. Gelmez ise demek ki yaptığınız nakiller Dernek için çok da önemli cerrahi girişimler değilmiş. Oysaki benim için çok önemli. Çünkü dünyadaki üçüncü tam yüz nakli bizimkisi. Bizim yaptığımız, dünyada 22’nci, total olarak da üçüncüydü ve dünyada da yalnızca beş, belki altı ülkede yapıldı bu ameliyatlar. İşin ilgincini söyleyeyim; bizim plastik cerrahide bir uzman yarışması vardır. Bu yarışmada deneysel bir çalışmayla iki kez ödül aldım.  Ben bunu ABD’de de görmüştüm. Boston’dan, en son yüz naklini yapan arkadaş da göndermişti Amerikan Mikrocerrahi Derneğine ve o arkadaş, yaptığı bu nakilden dolayı bir ödül aldı. Benim yüz nakli çalışmam Derneğimizin bilimsel kurulu başkanı tarafından yarışmaya uygun bulunmadı. “Bu yarışmaya uygun değil, tek bir vaka üzerinden değerlendiremeyiz.” dediler. Benim düşüncem, ki daha önceden de bilimsel kurul başkanlığı tarafından benzer değerlendirmelere maruz kaldığımdan bana karşı bir olumsuz bir tutum olduğunu düşünüyorum. Bu olay bana karşı olan tavrı daha iyi anlatmıştır size. 

 

Bir yanda da Sağlık Bakanlığı var. Sağlık Bakanlığının da hem size hem de Hacettepe’ye bu konuda haksızlık yaptığı düşüncesi var. Sağlık Bakanının tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz? İki kez komisyon toplantısı yapıldı. Sizi çağırdılar, aynı şekilde Ömer Özkan’ı da çağırdılar. Ancak iki toplantı arasında sonuç ve düzenleniş açısından farklar vardı.

Bizim toplantımızda beni en çok sıkıştıran ki, olması gereken de oydu, tıbbi etikten hocalar vardı, özellikle nefrolojiden hocalar vardı.  Diğer bilimsel kurulda sanıyorum tıbbi etikten hocalar yoktu. Nasıl bir toplantı düzenledi, nasıl bir karar verdi, tabii bu Sağlık Bakanlığının inisiyatifinde. O karar üzerinde bir yorum yapmayacağım, ama biz çok üzüldük. Sonuçta Allah rahmet eylesin, hastamız vefat etti. Akdeniz Üniversitesinin de hastası vefat etti. Biz o kol ve bacakları takmasak hasta vefat etmeyecekti. Aynı şekilde, Akdeniz Üniversitesinin hastası da vefat etmeyecekti. Akdeniz Üniversitesinde ameliyat edilen hasta iki çocuğu olan, onam formlarını elleriyle imzalayan, araba kullanabilen, yürüyebilen bir hastaydı. Belli bir yaşam kurmuş bir hastaydı. Belki o kol ve bacak takılmasa yaşamına devam edecekti. Hastalar arasında karşılaştırma yapmak doğru değil, ama ben insanlar daha iyi anlasın diye hep bunu söylüyorum, bizim hastamız yüzüne konan sineği kovamayan, o yaşına kadar altını annesinin temizlediği, çok daha yardıma muhtaç bir hastaydı. Sonuçta biz ona en azından kendi standart yaşamını kazandıracaktık. Kendisini Akdeniz Üniversitesindeki hastanın durumuna getirebilsek o bize yetecekti. En azından koltuk değneğiyle de olsa yürüyebilecek, kendi imzasını atabilecek ve çok mutlu olacaktı. Amacımız oydu, yani hastamızı Akdeniz Üniversitesindeki hastanın ameliyat öncesi durumuna getirmekti. Ancak ne yazık ki her iki hasta da vefat etti. Biz ruhsat iptali aldık, Sağlık Bakanlığı Akdeniz Üniversitesine vermedi.

 

Ruhsat iptalinin ardından yargıya başvurdunuz. Geçtiğimiz günlerde de dava sonuçlandı. Biraz bundan bahseder misiniz?

 Bölge İdare Mahkemesine itirazımız sonucunda ruhsatımızın iptaline yürütmeyi durdurma kararı çıktı. Hukuk müşavirliğimizden öğrendiğim kadarıyla, bu yürütmeyi durdurma kararının ardından, Sağlık Bakanlığının 30 gün içerisinde ruhsatımızı bize geri vermesi ve ameliyatlara geri dönmemiz lazım. Ancak esas yönünde de görüşme devam edecek. Benim umudum, 1. İdare Mahkemesinden de yürütmeyi durdurma kararı ile aynı yönde bir karar çıkması. Bir de şunu söylemek isterim,  Sağlık Bakanlığının bizim ruhsatımızı iptal kararının gerekçesinde de -çünkü kamuoyunda öyle bir intiba uyandı- hiçbir şekilde tıbbi bir hata ya da mesleki kusurumuz belirtilmiyordu.  Yani bizim ruhsatımız bu iki kol ve iki bacak naklinde herhangi bir hatamızdan veya tıbbi bir hatadan ya da mesleki kusurdan dolayı iptal edilmedi. İptal nedenimiz yüz nakli ile ilgili idi. Yüz nakli ile ilgili karar, yani ameliyat kararı kayda geçirilirken yapılan bürokratik bir hatadan dolayı ruhsatımız iptal edilmişti. Zaten biz de bu ruhsat iptalinin hukuksal bir hatadan dolayı yapıldığını söyledik. Çünkü bizim Yönergenin bağlı olduğu Yönetmelik, yani bir üst düzey Yönetmelik çerçevesinde böyle bir hatada sadece üç aylık bir yürütmeyi durdurma kararı veriliyor. Biz Yönergenin hukuksal yapılanmasında bir hata olduğunu söyledik ve mahkeme de bizi haklı gördü.

 

Ruhsatınızı geri aldığınızda yeniden bu işleri yapmaya hazır mısınız?

Ben hazırım. Ben ilk gün de hazırdım. fiöyle söyleyeyim, benim bir muayenehanem yok.  Burada ikinci bir kazancım ya da bunu ikinci bir kazanca yöneltecek bir durumum yok. Ünlü olma gibi bir amacım yok. Ben bu iş için kendimi adadım, ama yaşananlar beni çok yaraladı. Size başka bir şey daha söyleyeyim; ruhsatımızın iptal edildiği sıralarda hastalar bizi aradı, biz onları başka merkezlere yönlendirdik. Birçok hasta da, hem Hacettepe’nin adına güvendikleri hem de davadan haberleri olduğu için “Biz davanın sonucunu bekleyeceğiz. Eğer ruhsatınız iptal olursa ondan sonra başka merkeze gideceğiz.” dediler. Birçok hasta bizi ve davanın sonucunu bekliyordu. Bu yüzden benim o hastalara karşı manevi bir borcum vardı ve kendimi o hastalara karşı sorumlu hissediyordum. O nedenle ben çok hazırım bu ameliyatları yapmaya.

 

Birçok hekim arkadaşınız var, sınıf arkadaşlarınız var. Peki, bu süreçte hekim arkadaşlarınızın tavrı ne oldu size karşı?

Size şunu söyleyeyim, tavırları ameliyat sonrası erken ve geç dönem diye ikiye ayırmak lazım! Erken dönemde Hacettepe, benim yakın çevrem dâhil, genelde büyük çoğunluk başta beni suçluyordu: “Bu ameliyat böyle yapılabilir mi, niye böyle yapıldı?” ,“İki kol-iki bacak takılır mı, niye böyle hata yapılıyor?”, “Daha detaylandırılamaz mıydı?”  gibi. Ben herkese “Tıbbi bilginizle çok haklısınız.” diyordum. “Ama burası da Türkiye’nin, dünyanın sıradan bir hastanesi değil. Siz bunları düşünürken, biz bu hastayı kardiyoloğundan dâhiliyecisine 50-60 doktorla değerlendirdik. Ondan sonra simülasyonlarını yaptık. Toplantılar yaptık. Bu hastanın böbreği kaldırır mı, bu hastanın kalbi kaldırır mı? Her yönüyle değerlendirdik ve bunu yapacağımıza inandık. Çünkü benim eğitimim bu işlemin cerrahisini yapmak. Ben damarları elimden geldiğince en iyi şekilde dikerim, ama bu bir tek cerrahi değil, tıbbi sorun da yaratacak bir cerrahi girişim. Tıbbi sorunları da buranın her konudaki değerli profesörleriyle değerlendirdik ve hiçbir sorun olmayacağını düşünerek bu ameliyatları yaptık. Hastanın hemodiyalizini, plazmaferezini, her türlü hazırlığını yaptık, buna rağmen hastayı kaybettik.” şeklinde anlatıyordum, ama yine de insanlar bana inanmakta zorluk çekiyorlardı.

Daha sonra, Akdeniz Üniversitesindeki hasta da vefat ettikten sonra insanların bize karşı tavırlarında çok değişiklik oldu. Dediler ki, “Demek ki bu ameliyatlarda bu risk var.” Bizim hata yaptığımızı düşünüyorlardı, ama Akdeniz’deki hasta da vefat ettikten sonra tavırları değişti ve bize karşı biraz daha anlayışlı bakmaya başladılar. Daha sonra, dünyada  bizim gibi kol veya bacak seviyelerinden daha önce yapılmış nakilleri öğrendiklerinde tavırları iyice değişti ve bu ameliyatlarda riskin olabileceğini söylediler.

 

Yine dört ekstremite ameliyatı yapar mısınız? Çünkü herkesin aklında kardiyovasküler ve renal yetmezliklerle ilgili problem olduğu var. Yani “Bu hasta bu kadar yıl bu şekilde yaşamış, dört ekstremite yükü biniyor, şu kadar kan yükü geliyor, kalp ve böbrek bunu kompanse edebilir mi?” diye.

Kardiyoloğun bana söylediğini size aktarayım:  “Sen iki kol, iki bacak takarsan, iki kol için birer ünite, iki bacak için ikişer ünite kan verirsen; yani altı ünite kan verirsen kalp bunu karşılar. Kalbe hiçbir yük olmaz.” Bu kadar basit bir şekilde bunu açıkladı. Böbrek için de “Herhangi bir böbrek sorununda kreatinin yıkımı olacak, yükselecek, böbrek yetmezliği ortaya çıkacak. Bunun için de hemodiyalizimiz var. Gerekirse plazmaferez yaparız, sürekli hemodiyaliz yaparız ve yükü alırız, yine sorun olmaz.” Bir de cerrahi olarak bir detay belirteyim. Cerrahi olarak dokunun iskemi süresi ne kadar artarsa, o kadar metabolik yük olacaktır. Bir kolun ya da bir bacağın normal süredeki nakli yaklaşık 8-10 saattir. Biz dört ekstremiteyi üç ekip çalışarak 12 saatte bitirdik. Yani vücuda, böbreklere zararlı olacak bu iskemik olayın süresini kısaltmaya çalıştık ve kısalttık. On iki saat rekor sayılacak bir süre. Ama buna rağmen yine de bu metabolik sorun arttı, olay gelişti ve hastayı kaybettik. Ama şunu da söyleyeyim, özellikle bizim gibi bir ülke ve diğer ülke ABD’de; onların da gazileri var, bizim de gazilerimiz var. Bizim tıbbi düzeyimiz yüksek, onların da yüksek; nakil ihtiyacı olan hasta grubu varken, o yetenekte cerrahimiz, dâhiliyemiz varken bizler bu ameliyatları elbette yine yapacağız. Çünkü biz bu hastamızdan birçok tecrübe kazandık. Bunu rapor olarak Sağlık Bakanlığına gönderdik. Bu rapor ayrıca, bilimsel bir dergide de yayımlanacak. Benim düşünceme göre, iki kol ve iki bacak naklini yapacak dünyada bir merkez varsa, orası da Hacettepe’dir.

 

Yaptığınız yüz naklinin diğerlerinden farklı bir yönü var mı?

Yüz naklinde en önemli şey şu. Sonuçta kol ve bacak nakli yaptığımız zaman bizim için önde olan şey, fonksiyonel olması. Yüz nakli ise bazı bölgelerde fonksiyonel bir kazanç beklememize rağmen estetik kaygıların önde olduğu bir ameliyat. Yüz nakli yaptığınız insanın aynı normal bir insan gibi mimiklerini kullanabilmesi lazım. Kaşını kaldırabilmeli, gözünü, burnunu oynatabilmeli, gülebilmeli. Genelde gözlenen, bu ameliyatlardan sonra maske yüz oluştuğu. Çünkü mimik kasları gelişemiyor ve yüzünü oynatamıyor. Ancak yaptığımız ekstra tedavilerle ve uyguladığımız yeni metotla bizim hastamız çok erken dönemden başlayarak yüzündeki bütün mimik kaslarını oynatmaya başladı. fiu anda ben yüzümde ne yapabiliyorsam o hasta da yüzde 90-95’ini yapabiliyor. fiu ana kadar, 20-25 bilimsel toplantıda hastanın bu kadar geliştiği, bu kadar iyi sonuç alınan bir nakil olduğunu görmedim. fiu anda yüz nakli olarak çok iyi bir fonksiyonel sonuç elde etmiş durumdayız. Eğer hastanın boynunda ameliyat izini görmezseniz, yüz nakli olduğunu anlamanız kolay değil.

 

O hastaya yüz nakli gerekli değil dendi.  Siz bu konuda neler söylemek istersiniz?

Her insanın sorunu, kendisi için belki de en büyük sorundur. Kimisi yanağındaki beni sorun yapar kimisi akciğer kanserini sorun yapmaz. Yüz naklinin de bazı endikasyonları var. Sağlık Bakanlığının bunun için belirlediği ölçütler; gözde, burunda, ağızda kalıcı bir deformiteye yol açması ve sosyal fobi oluşturacak şekilde bir estetik kaybın oluşması. Bizim hastamızda dudağındaki çekilme yüzünden yemek yerken bir kaçış, tükürük kaçışı vardı. Önemli bir şey daha, kendisinin ve ailesinin söylediğine göre bu çocuk akrabalarının, amcasının dahi yanına gidemeyen, hiçbir sosyal ortama giremeyecek şekilde yüzünde yanığa bağlı  ciddi izleri olan bir hastaydı. Baktık, endikasyon ölçütlerine göre nakle uygun olduğunu gördük. Hasta da bunu istiyordu. Hastaya bütün riskleri, ölüm riski dâhil hepsini anlattık, onay formunu aldık. Bu ameliyatı niye yapmayalım ki? Örneğin; bir hastanın burnunu değerlendiren 10 plastik cerrahın belki beşi “Bu ameliyatı yapalım.”, beşi de “Yapmayalım.” der. Başkası gerek görmeyebilir, ama hasta gerek görüyor, doktoru uygun görüyor. Sonuçta ek ölçütleri de uyuyorsa bence yapılabilir.

Teşekkürler.

serdar nasır
hacettepe
yüz nakli
kol bacak nakli
ömer özkan
Yorum (5)
Murat
tıbbi deontoloji ilkeleri sadece kitaplarda yazan cümleler haline gelmiş.
0
Cevapla
uzman
hayatımda gördüğüm en hırslı kişi sonu hayır olur inşallah
0
Cevapla
ahmet er
insan hayatı ne kadar ucuz bu ülkede.
0
Cevapla
Halil İbrahim Dilek
Tıbbi kongrelerde ve meslek toplantılarında tartışılması gereken bir olayın televizyonlardan (ve hatta magazin programlarıdan) naklen verilmesi büyük bir yanlıştır. Yalnızca bir tek hasta şifalandığı (ya da öldüğü) halde tüm insanlık şifalanıyormuş (ya da ölüyormuş) gibi bir algı ile mesleğimizin abartılı güçlenmesi(yada itibarsızlaşması) büyük bir hatadır. Saniyenin çeyreği kadar bir sürede kaçırdığı gol yüzünden günlerce tüm medyada maskara edilen futbolculardan da mı ders almıyoruz.
0
Cevapla
Doktor Ankara
'Bilim tarihi aynı zamanda şarlatanlıklar tarihidir' demiş zamanında bir düşünür.
0
Cevapla
Yorum Yaz
0/300

Bu haberler de ilginizi çekebilir