MEDİMAGAZİN - "Birçok farklı medeniyetin değerli sağaltım deneyimleri olmakla beraber, Yunan medeniyeti modern tıbbın beşiği kabul edilmelidir. Hippokrates’in tecrübeyi (empeiria) merkeze alarak tıbbı, özellikle Platon tarafından şekillenen felsefenin alanından ayırma çabasının hedefine ulaştığı sonucu çıkarılmalıdır. Geçen yüz yıllarda tıp bağımsız bir disiplin olarak rüştünü ispatlamıştır.
Hippokrates’in tıbbı bir sanat (techne) olarak tanımlaması ve bu alanda geliştirdiği düşünceye biraz göz atmamız gerekecektir. Tıbbı tanımlayan “sanat” ifadesi (techne iatrike) anahtar öğelerinden başlayarak açıklanmalıdır. Bunun için öncelikle Aristo öncesi çağın sanat (techne) anlayışının temel öğelerini ortaya koymalıyız [1]:
- “Techne”, belirli bir alana ait bilgidir. Dolayısıyla bir çalışma nesnesi vardır ve bu nesnenin doğasını çalışır.
- Özgül bir hedefe göre düzenlenmiştir.
- Faydalı bir sonuç verir.
- Açıklanabilen ve dolayısıyla öğretilebilen genel rasyonel prensipler hakkında ustalık gerektirir.
Bu prensipler ışığında tıp sanatı, yani “techne iatrike” şu şekilde özetlenebilir:
- Özgül çalışma alanı hasta insan vücududur.
- Tıp sanatının hedefi iyileştirmek ve hastaya yardımcı olmaktır.
- Tıp sanatının ürünü (sonucu) bireysel olarak her hasta için sağladığı sağlık halidir.
- Tıp sanatı, genel prensipleri araştırır ve eylemlerinin rasyonel bir açıklamasını sunar.
Babası ve dedeleri tarafından Asklepiyen okulunun bir üyesi olan Hippokrates bu açıklamaları, döneminde aldığı bazı eleştiriler üzerine yapmıştır. O dönem, geleneksel şifacılık ve tapınak şifacılarının (dönemin dini şifa kurumları) tıp sanatı üzerine bazı itirazları olmuştur. Bunlara göre, tıp sanat değil ancak talih ile ilgiliydi. İyileşme, sanatın başarısı değil ancak talihle olmaktaydı. Hâlbuki yukarıda özetlediğimiz prensipler ışığında, sanatın ciddi bir farkındalık seviyesinde yapılmasının gerekliliği dikkat çekicidir. Eski Yunanda tıbbı bir sanat olarak ortaya koyan ve öğretiyi sistematikleştiren Hippokrates, başarılarıyla tüm Yunanistan’da saygı duyulan bir figür olarak Atina Senatosunda övülmüştür. Benim açımdan ilginç olan Hippokrates’ten yıllar sonra, yine bu coğrafyada tıp sanatını savunmak durumunda olmamızdır. Mevzu sadece teorik bir tartışma olsa, çok ilgili birkaç akademisyen arasında sonu gelmez bir tartışma olarak kalması kimsenin umurunda olmazdı. Ne yazık ki, durum bundan daha ciddi.
Hippokrates, öncelikle kendi çıkarları nedeniyle tıp sanatının geçerliliğini ve etkinliğini sorgulayanlara karşı “techne iatrike” esaslarını ortaya koyarken modern tıbbın öncüsü olduğunun muhtemelen farkında değildi. Hâlbuki Hippokrates’ten 2500 yıl sonra, aynı topraklarda başka bir taassubun saldırısı altındaki modern Asklepiyen rahipleri, yeni bir “techne iatrike” esaslarını ispatla memur kılındılar kendi iradeleri dışında. Hippokrates’in aksine, modern Asklepiyenlerin akıl ve izandan fayda ummaları boşuna olacaktır. Bu sefer gelen sorular akıl esaslarıyla yanıtlanamayacak gibi görünüyor. Hekimleri sorgulayan ve hekimliğin sorgulanmasına giden hareket 2022 Mart ayı itibariyle kitleselleşti. Bunda iletişim araçlarının yeri nedir sorusunu, bu konuyla ilgili profesyonellere bırakıp, sorunun hekimler için yıkıcı etkileri üzerine odaklanalım.
Cerrahın ölümü
Maktul olarak hekim
Hekimler uzun yıllar boyunca, birçok farklı ülkede de görüldüğü veya başka meslek gruplarında da olageldiği gibi, çeşitli şiddet olaylarına maruz kaldılar. Aşağıda, muhtemelen eksik olan listede, bizzat hastanede görevinin başında öldürülen birkaç hekim listelenmiştir.
2 Ağustos 1988: Kalp cerrahisi uzmanı Doç. Dr. Edip Kürklü (İstanbul-Topkapı Hastanesi)
11 Kasım 2005: Göğüs cerrahisi uzmanı Prof. Dr. Göksel Kalaycı (İstanbul-İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi)
15 Ocak 2008: Göğüs hastalıkları uzmanı Dr. Ali Menekşe (Giresun-Göğüs Hastalıkları Hastanesi)-Hastaneye adı verildi.
17 Nisan 2012: Göğüs cerrahı Dr. Ersin Arslan (Gaziantep-Avukat Cengiz Gökçek Devlet Hastanesi)-Hastaneye adı verildi.
30 Kasım 2012: Acil Tıp asistanı Dr. Melike Erdem (İstanbul-Ümraniye Eğitim ve Araştırma Hastanesi)-intihar nedenli ölüm sizi şaşırtmasın, SABİM şikâyeti için verdiği savunma sonrası girdiği bunalım nedeniyle hastanenin altıncı katından atlayarak hayatına son verdi.
29 Mayıs 2015: Göğüs cerrahı Dr. Kamil Furtun (Samsun- Samsun Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Hastanesi)
19 Kasım 2015-Kadın hastalıkları ve doğum uzmanı Dr. Aynur Dağdemir (Samsun-Büyük Anadolu Hastanesi)
2 Ekim 2018: Psikiyatri uzmanı Dr. Fikret Hacıosman (İstanbul- Medicana Hastanesi)
Prof. Dr. Haluk Eraksoy tarafından (muhtemelen 2016 yılında) hazırlanan meslek şehitlerimiz sunu slaytlarına ilgili internet adresinden ulaşılabilir [2].
Cerrahın yalnızlığı
Mağdur olarak hekim
2020 yılında Çukurova Medical Journal adlı dergide yayınlanan bir araştırma, 2018 yılında yapılan Beyaz Kod çağrılarını analiz etmiş ve ilgi çekici sonuçlar bildirmiştir [3]. Buna göre, sadece 2018 yılında 9108 beyaz kod olayı kaydedilmiştir. Bunların %77.5’i sözlü şiddet, %18.7’si sözlü ve fiziksel şiddet (1705 adet) ve %3.8’i (342 adet) fiziksel şiddet olayıdır. Bildirimlerin %53.3’ü devlet hastanelerinden ve %35.2’si eğitim ve araştırma hastanelerinden (toplamda %88.5) yapılmıştır. Beyaz kod olaylarının %37.9’u acil servislerden ve %29.8’i polikliniklerden yapılmıştır. Şiddet olayları %47.0 oranında hekime yönelik olurken %35.4’ü doktor dışı sağlık personeline yöneliktir.
Bu bildirimler sonucu yapılan 78 başvuru için adli işlem yapılmıştır. Bu 78 işlemde 76 kişi hakkında 122 suçtan kovuşturma sonucuna karar verilmiştir. Kovuşturmalar sonucunda 68 suça adli para cezası ve 54 suça hapis cezası verilmiştir.
Bu analizde de görüldüğü gibi, sözel şiddet olaylarının herhangi bir önemi olmadığını ve bu nedenlerle ceza verilmesi gerekmediğini (yani hastane personeline istediğiniz gibi küfür edebileceğinizi) farz edersek, fiziksel şiddet içeren toplam 2047 bildirim için 78 başvuru yapılabildiğini kabaca hesaplayabiliriz. Yani, şiddet içeren bildirimlerin %3.8’inin adli olarak bildirime konu olduğunu ve bu bildirimlerde tespit edilen suçlar içinde hapis cezası oranının %44.3 olduğunu görüyoruz. Bu tekil veri setinden şu sonucu çıkarabiliriz: Eğer hastanede bir doktoru döverseniz, karşılığında hapiste yatma riskiniz %1.7 gibi görünmektedir. Bunu %2 gibi kabul edersek, 50 doktor dövene kadar hapiste yatmazsınız sonucu çıkarılabilir. Türkiye’de 150bin doktor çalıştığını kabul edersek, tüm hekimleri dövseniz sadece 3000 vaka için hapis cezası çıkarken 147bin hekimi hiçbir şey olmadan (veya para cezasını ödeyerek) dövebilirsiniz. Sokak röportajında en büyük zenginliğim doktor dövmek diyen aziz vatandaş boşuna konuşmuyor gördüğünüz gibi...
Suçluyu koruyan hukuk olur mu?
Sağlık çalışanlarının maruz kaldığı şiddet olaylarına karşı ceza hukuku tedbirlerinin Türkiye ve Almanya arasında ne gibi farklar gösterdiğini araştıran Mehmet Arslan imzalı bir makale dikkat çekicidir [4]. Türk Ceza Hukukunda (TCK md. 35 f. 1) teşebbüs sorumluluğunun doğması için teşebbüsün tamamlanması ve tamamlanmasından önce icra ettiği eylemlerin elverişli olması gerekmektedir ki bu durum suç teşebbüsü nedeniyle oluşacak sorumluluğunun alanını daraltmaktadır. Alman Ceza Hukukunda ise (AlmanCK 22 f. 1) teşebbüsün başlamasıyla beraber sorumluluk doğmaktadır. Mehmet Arslan makalesinde şu örneği vermektedir:
Acil serviste bir hasta (veya hasta yakını) masanın üstünde gördüğü bir pet bardağı hekime fırlattığını düşünelim. Türk ceza hukukuna göre teşebbüs tamamlanmadığı ve pet bardak yaralamaya elverişli olmadığı için ceza sorumluluğuna gidilememektedir. Hâlbuki Alman ceza hukuku bardağın yaralamaya elverişli olması veya doktora isabet etmesi gibi ayrıntılarla ilgilenmemektedir. Burada hukuki literatüre daha fazla dalarak konudan uzaklaşmayalım ancak şu konuda aynı fikirde olabiliriz: Şiddet olaylarıyla mücadelede alınması gereken önlemler bellidir ve bizim ceza hukukumuz, teşebbüs doğrudan belirli gruplara (hâkim, savcı, asker, polis, vb) olmadığı sürece pek cezalandırıcı görünmemektedir. En azından birisi sizi öldürene kadar...
Ars longa, vita brevis
Hekimler hakarete uğruyor, darp ediliyor, yaralanıyor ve öldürülüyor. “Dayağı hak eden doktor” diye bir tanım var. Herhangi bir olayda, konu derhal hekimlerin ne kadar çok para kazandığına geliyor ve sanki birinin cebinden para çalan bir eşkıya gibi görülüyor hekim. Bir konuda hekimin (veya hekimlerin) suçlu olduğuna kanaat oluşmuşsa, konu “TTB kapatılsın” sloganlarına bağlanıyor. Hekim sendikaları veya hekimlerin haklarını savunması açgözlülüğün bir derecesi olarak değerlendiriliyor. Hekimler durumla dalga geçerek kendi ruh sağlıklarını korumaya çalışıyorlar. Son günlerde hekimlerin yükselttiği “#tıpfakültelerikapatılsın” etiketi bunun çok güzel bir örneği. Lakin, durum komik olmaktan çok uzak ne yazık ki.
Tıp sanatını, Hippokrates’ten 2500 yıl sonra, irrasyonel düşünceye ve gerçeklik ötesi tartışmalarına karşı savunmak zorundayız. Ancak, Hippokrates’in dediği gibi: “Ars longa, vita brevis, occasio praeceps, experimentum periculosum, iudicium difficile.” Türkçesi: sanat uzun, hayat kısa, fırsatlar geçici, deneyler aldatıcı, karar vermek zor."
Prof. Dr. Adil Polat
Mart 2022
Bağcılar, İstanbul
Kaynaklar:
1 Bjørn Hofmann. Medicine as Techne – A Perspective from Antiquity. Journal of Medicine and Philosophy 2003, Vol. 28, No. 4, pp. 403–425
2 https://www.klimik.org.tr/wp-content/uploads/2016/06/Meslek-%C5%9Eehitlerimiz-Haluk-ERAKSOY.pdf (21 Mart 2022 tarihinde ziyaret edildi)
3 Nazan Torun. Şiddete yönelik beyaz kod verilerin değerlendirilmesi. Cukurova Med J 2020;45(3):977-984 DOI: 10.17826/cumj.726340
4 Mehmet Arslan. Sağlık Çalışanlarının Maruz Kaldığı Şiddete Karşı Ceza Hukuku Tedbirleri Almanya Ve Türkiye Arasında Bir Karşılaştırma. TBB Dergisi 2019 (145) (http://tbbdergisi.barobirlik.org.tr/m2019-145-1882)-22 Mart 2022’de ziyaret edildi.