Medimagazin logo

Hekimliğin geleceğini neler bekliyor?

Eskiden hastalara tanı koymak için sadece anamnez ve fizik muayene yapılırken, günümüzde artık teknolojinin nimetlerinden fazlasıyla yararlanılıyor. Gün geçtikçe gelişen teknolojinin, hekimliğin geleceğini ne şekilde etkileyeceği konusunda farklı görüşler var. “İdealist Hekimler Yazı Dizisinin” son bölümünde konuşan Prof. Dr. Bülent Görenek, hekimlerin ileriki yıllarda teknolojinin ya da endüstrinin istediği doğrultuda düşünmek ve sadece belli alanlarda araştırma yapmak durumunda kalabileceğine dikkat çekiyor
Hekimliğin geleceğini neler bekliyor?
Abone Ol:
Medimagazin google abone ol

Eskiden hastalara tanı koymak için sadece anamnez ve fizik muayene yapılırken, günümüzde artık teknolojinin nimetlerinden fazlasıyla yararlanılıyor. Gün geçtikçe gelişen teknolojinin, hekimliğin geleceğini ne şekilde etkileyeceği konusunda farklı görüşler var. Prof. Dr. Bülent Görenek, hekimlerin ileriki yıllarda teknolojinin ya da endüstrinin istediği doğrultuda düşünmek ve sadece belli alanlarda araştırma yapmak durumunda kalabileceğine dikkat çekiyor. Gelecekte hekimleri bekleyen risklerden en önemlisinin işsizlik ya da daha az ücretlere çalışmak olabileceğini dile getiren Görenek, çözümün hekimden niteliksel beklentileri sayısal beklentilerinin üzerinde tutmak olduğunu vurguluyor. Görenek, “Unutmamalıyız ki,  hekimlik çok özel bir meslek, hatta daha da ötesinde bir yaşam biçimidir. Bu bilinci hep muhafaza etmeli, az kazansak da hekimliğin saygınlığını ön planda tutmalı, nerede ve hangi koşullar altında çalışırsak çalışalım, hekimlik üst kimliğimizi muhafaza etmeliyiz” diyor.

 

Uzm. Dr. M. Özgür Niflioğlu ise gelecekte, teknolojinin tıptaki tanı koydurucu işlevinin daha da artacağını, ancak “sosyal hekimlik” ve “telkin temelli iletişim”in  teknolojinin soğuttuğu hekim-makine-hasta ilişkisini ısıtmak için önemli bir araç olacağını ifade ediyor. Hekimlerin bu iki yöntemi ustaca kullanabilmek için olağanüstü çaba harcamak zorunda kalacağını belirten Niflioğlu, “İşte bu noktada, bilim ne kadar gelişirse gelişsin, teknolojinin nimetlerini  insani değerler ile birleştirebilen hekimler gerçekten başarılı olacak” diye düşünüyor.

 

Sayın Hocam, gelecekte hekimlik anlayışında neler değişecek?

Prof. Dr. Bülent Görenek: Gelecekte hekimlik anlayışında ciddi değişiklikler olacağını söylemek yanlış olmaz. Aslında, son yıllarda bazı değişiklikler kendini göstermeye başladı bile. Artık eski Türk filmlerinde olduğu gibi hastayı evinde ya da hastanedeki yatağında görüp sadece anamnez ve fizik muayene ile tanı koyan hekimlik uygulamaları çok azaldı. Günümüzde laboratuvar incelemeleri ön plana çıkıyor ve gelecekte daha da öne çıkacak gibi görünüyor. Tabii bu konuda sadece beyaz ya da siyah yok. Yani laboratuvar tetkiklerinin artmasını “Çok iyi bir şey” ya da “Hekimlik sanatı için bir felaket” olarak algılamamak lazım. Gereksiz tetkik savunulacak bir şey değil elbette. Ancak, anamnez ve fizik muayenenin yönlendirmesi doğrultusunda gereken tahlilleri istemenin yanlış olmayacağını düşünüyorum. Örneğin; kardiyolojide bazen fazla yapıldığı için eleştiri alan ekokardiyografi ve koroner anjiyo işlemleri sayesinde kalp krizi, kapak hastalıklarına bağlı kalp yetmezliği gibi pek çok ciddi sağlık sorununun zamanında, “treni kaçırmadan” önlenebildiğini veya tedavi edilebildiğini biliyoruz. Nitekim, artık asistanlık yıllarımdaki kadar sık iskemik kardiyomiyopati olgusu ile karşılaşmıyorum. Ancak bu noktada dengeleri çok iyi  kurmak, bir “teknisyen” değil  “hekim” olduğumuzu unutmamak gerekiyor.

Gelecekte hekimler gelişen teknolojinin esiri olmadan, ancak onu bir “öcü” gibi de görmeden mesleklerini yapma konusunda biraz zorlanacakmış gibi geliyor bana.

 

Özgür Bey, siz gelecekte hekimlikte ne gibi değişiklikler öngörüyorsunuz? Teknolojinin hekimliğe vereceği fayda ve zararlar neler olacak?

Uzm. Dr. M. Özgür Niflioğlu: Değişen dünya ve gelişen teknoloji, hekimlik pratiğini de kökten etkilemiş durumda. Batı Anadolu topraklarında, “asklepion” adı verilen tababet merkezlerinde başlayan “telkin” temelli hekimlikten günümüzde eser yok. Cepte taşınan ultrasonla ya da çoğu kez dokunmadan yapılan ve hastayı “meta” haline getiren hekimlik pratiğinden hastalar ne kadar memnun, o da ayrı mesele.

 

Asklepion’dan bahsetmişken hatırlatmakta fayda var. En büyük nekropoller asklepion girişlerinde yer alırmış. Çünkü iyileşmeyeceğine inanan ya da inanılan hastalar hastanelere alınmazmış(!). Günümüzdeki pasif ötanazi ya da “kendi isteğiyle taburcu edilme telkininin(!)” temelinde bu düşüncenin yattığını söylemek çok da iddialı olmayabilir.

 

Antik Çağ’dan günümüze yaşanan gelişmeleri göz önüne aldığımızda, geleceği öngörmek bir o kadar zor oluyor. Ancak teknolojideki ilerlemeden hastaların ne kadar mutlu olduğu, gerçekten tartışılmaya değer bir konu.

“Yayılmaya değer fikirler” başlığı ile yayın yapan ABD kaynaklı bir web sitesinde, Dr. Abraham Verghese’nin klişe olmuş konuşması bu konuda oldukça yol gösterici. Verghese’ye göre “meta” haline gelen, laboratuvar verileri ile birlikte bilgisayar ekranından değerlendirilen hastalar, dokunulmamaktan ve dinlenmemekten çok şikâyetçi. Türkiye’de ise durum biraz farklı olabilir; belki de bir araştırma yapsak, hekimlerin dokunmaya ve dinlemeye fırsat bulamamaktan şikâyetçi olduğunu görebiliriz (!)

 

Bilişim dünyası şu an en çok “yapay zekâ” üzerine çalışıyor. Japon otomotiv sektörünün  “Asimo” adlı robotla bu kadar uğraşmasının, IBM’in insanlarla satranç oynayan yazılımlar  geliştirmesinin altında da bu mantık yatıyor. Bir gün gelecek,  verdiğiniz idrar tahliline karışan epitel hücrenizdeki “DNA’nızdan” evrensel veri tabanına ulaşılıp, babanızın adını söylemek bile mümkün olacak. Makineler belki de yüzde yüz doğrulukta tanı koyacak. Ama hastalar mutlu olacak mı?

 

Hocam, sizce teknolojinin hekimliğe vereceği fayda ve zararlar neler olacak?

Prof. Dr. Bülent Görenek: Teknoloji az önce de değindiğim gibi doğru kullanılırsa hem hekime hem de hastaya yararlı olacaktır. Ancak bu noktada hekimlerin dikkatli olmasını gerektiren önemli bir husus, endüstrinin ve teknolojinin yönlendirmelerine karşı dikkatli olmalarıdır. Günümüzde büyük çalışmaların bir kısmı endüstri destekli olarak gerçekleştirilmektedir. Bu tüm dünyada böyledir. Teknolojik gelişmelere paralel olarak gelecekte bu tür çalışmaların sayısının artacağını söyleyebilirim. Hekim maalesef, ileriki yıllarda teknolojinin ya da endüstrinin istediği doğrultuda düşünmek ve sadece belli alanlarda araştırma yapmak durumunda kalabilir.

 

Peki, hekimlerin branş veya çalıştıkları yere göre (aile sağlığı merkezi, üniversite, Bakanlık hastaneleri gibi) ayrılması hekimler arasında bir bölünme getiriyor mu? Getiriyorsa bir “üst hekim kimliği” nasıl oluşturulur?

Prof. Dr. Bülent Görenek: Hekimlerin branşa göre ayrılmasını bir bölünme olarak görmemek gerekir. Bu durum sadece hekimlikte değil, örneğin; mühendislikte ya da öğretmenlikte de söz konusu. Aynı branştan olan, aynı tür hastalıklarla ilgilenen, aynı bilimsel dili konuşan kişilerin ilişkileri doğal olarak daha sıcak, nadiren de daha soğuk, yani farklı olacaktır. Branşlaşma, bilgi üretmeyi ve mesleki iş birliğini kolaylaştırmaktadır. Bu bir bölünme değildir. Çalıştıkları yere göre ayrılmalar da bir bölünme tehlikesi değildir. Artık günümüzde bir hekim, örneğin; üniversitede çalışırken bakıyorsunuz, Bakanlık hastanelerine ya da özel hastanelere geçmiş. Bunlar sık oluyor ve gelecekte daha da sık olacak gibi görünüyor. Tıpkı aynı branştan hekimlerde olduğu gibi, aynı kurumda çalışan hekimlerin de ilişkileri başka kurumlarda çalışanlardan farklı olacaktır. Ancak, bunun  hiçbir zaman bölünme noktasına geleceğini düşünmüyorum.

 

 

Özgür Bey, siz bu konuda ne söylemek istersiniz? Hekimlerin branş veya çalıştıkları yere göre ayrılması bir bölünme getiriyor mu?

Uzm. Dr. M. Özgür Niflioğlu: Günümüzde hekimler hastalarını ilgi alanlarından “tutar” halde. Nükteyle ifade etmek gerekirse, kardiyologlar atan kalpten, oftalmologlar gözden, ortopedistler kemikten başka bir şey görmüyorlar. Bir de dâhiliye, pediatri ve genel cerrahi gibi neyi göreceğini şaşıran “bütüncül yaklaşan” bölümler var. Bu durumun bir ortası var mı derseniz, cevap basit: Yok. Çoğu zaman,  dâhiliye kökenli yan dal uzmanları bile, temel dâhili bilgileri ile çözebilecekleri sorunların tedavisini düzenlemekten kaçıyorlar. Bu bölünme, bir anlamda parçalanma,  hastaları çoğu kez mağdur ediyor.

Benzer durumun yansıması, çalışılan kurumdaki “aidiyet” duygusuna paralel olarak da görülebiliyor. Hekimler kendi yetki alanlarını buna göre belirleyebiliyor. Perifer bir devlet hastanesinde/aile sağlığı merkezinde çalışan bir pratisyen ya da uzman hekim, yasal sorumluluk almamak adına, üstesinden gelebileceği pek çok vakayı, bir üst kuruma sevk edebiliyor. Üniversite hastaneleri “üst düzey” çalışmalarda bulunurken, toplumun gereksinimlerinden uzaklaşabiliyor. Nihayetinde, verilen tıp eğitiminin içeriği temelden değişebiliyor. Karşılıklı yaftalamalar, yakıştırmalar ve “beğenmezlik” ile hayatını sürdüren tababet dünyası, çoğu zaman “Hepimiz hekimiz” kavramından uzaklaşıyor. Bir de bu duruma, “Ben … uzmanıyım”,  “Tabii ki de senden fazla kazanacağım” , “Zaten bütün gün oturuyorsun” gibi ekonomik üstünlük mücadeleleri eklenince; iş içinden çıkılmaz bir hal alıyor.

 

Çözüm önerileri

Peki Hocam, geleceğe ait hekimlikte riskler ve fırsatlar nelerdir? Risklerin minimuma inmesi, hekimlikteki bölünmeyi gidermek ve “üst hekim kimliği” oluşturmak için neler yapılmalı?

Prof. Dr. Bülent Görenek: İleride bizi bekleyen risklerden bence önemlisi, işsizlik ya da daha az ücretlere çalışmak zorunda kalmak olabilir. Çünkü artık ülkemizde çok kalabalık ve çok iyi donanımlı bir hekim ordusu var. Böyle bir ortamda gelecekte rekabet giderek artacaktır. Rekabeti sadece özel sektör için değil, üniversiteler de dâhil tüm kurumlar için ifade ediyorum. Kendini yenilemeyen, bilimsel açıdan bekleneni veremeyen bir öğretim üyesi ile belki üniversitesi artık çalışmak istemeyecektir. Bu durum bizim gibi öğretim üyesi olan hekimler için işsizlik gibi bir riski beraberinde getirse de, kişileri yeni bilgiler üretmeye teşvik etmesi ya da zorlaması sebebi ile ülkemizin bilimsel düzeyini yükseltme açısından bir fırsat da olabilir. Bununla birlikte hasta tanı ve tedavisi konusunda sayısal artışlar hekimden istenirse bu durum gelecekte etik sorunlara sebep olabilecek, hekimlerin hukuki problemlerle, “malpraktis” davaları ile daha fazla başı ağrıyacaktır.

Çözüm ise hekimden niteliksel beklentileri sayısal beklentilerinin üzerinde tutmakla olacaktır. Bizim yapabileceğimiz ise önümüzdeki yıllarda giderek artacak rekabet ortamında hekimlik ilkelerimizden taviz vermeden “iyi hekim” olmak için kendimizi yetiştirmek, sürekli geliştirmektir. Unutmamalıyız ki, hekimlik çok özel bir meslek, hatta ötesinde bir yaşam biçimidir. Bu bilinci hep muhafaza etmeli, az kazansak da hekimliğin saygınlığını ön planda tutmalı, nerede ve hangi koşullar altında çalışırsak çalışalım “hekimlik üst kimliğimizi”  muhafaza etmeliyiz.

 

Özgür Bey, sizce geleceğe ait hekimlikte riskler ve fırsatlar nelerdir? Risklerin minimuma inmesi için neler yapılmalı?

Uzm. Dr. M. Özgür Niflioğlu: Gelecekte, teknolojinin tıptaki tanı koydurucu işlevi kesinlikle daha da artacak, ancak “sosyal hekimlik” ve “telkin temelli iletişim” teknolojinin soğuttuğu hekim-makine-hasta ilişkisini ısıtmak için önemli bir araç olacak. Hekimler bu iki yöntemi ustaca kullanabilmek için olağanüstü çaba harcamak zorunda kalacak. İşte bu noktada, bilim ne kadar gelişirse gelişsin, teknolojinin nimetlerini  “insani” değerler ile birleştirebilen hekimler gerçekten başarılı olacak.

Hekimlik, teknoloji ve yapay zekâ karşısında “kaybetmemek” için, sahip olduğu beş duyuyu verimli bir şekilde kullanmalı; bu bağlamda, fizik muayeneyi tüm görüntüleme yöntemleri ve tetkiklerden önce merkeze oturtmalı; yasalar, maliyet etkin çalışabilmek ve “bilgisayar  hekimliğinden” kurtulabilmek için, “kendine güvenen hekimlere”  biraz olsun ayrıcalık tanımalıdır. Yasa koyucular da, hekimliğin mühendislik gibi  net bir “hesabı-kitabı” olmadığı konusunda iyice aydınlatılmalıdır.

 

Hekimlikteki bölünmeyi gidermek ve “üst hekim kimliği” oluşturmak için neler yapılmalı?

Uzm. Dr. M. Özgür Niflioğlu: Bu bağlamda, “üst hekimlik” algısının oluşturulması gerçekten gereklidir. Sağlık sisteminde çalışan herkesin; ister özel  ister devlet isterse de üniversite hastanesi; büyük bir ekibin parçası olduğu algısını kaybetmemesi oldukça önemlidir. Yürütmenin de bu hissiyatı pekiştirmesi, çalışan motivasyonunu arttırıcı maddi ve manevi önlemler alması  hem toplum sağlığını hem de iş barışını arttıracaktır.

“Üst hekimlik” algısının, zihinlere yerleştirilebileceği en iyi yer, tıp fakültesidir. Bu fırsatı kaçıran hekimler ise  bizzat Sağlık Bakanlığının organize edeceği gayriresmi küçük bölgesel toplantılarla, sosyal etkinliklerle biraraya getirilmelidir. Bu vesile ile gelişecek kişisel ilişkiler  umulmadık sonuçlar  yaratabilir. Örneğin; hastalarını sevk ettiği uzmanla tanışan bir aile hekimi, belli bir zaman sonra artan diyalog ortamı sayesinde, bu hekimle telefonda fikir alışverişi şansını bulabilir. Bu sayede, son günlerde oldukça fazla tartışılan sevk kotasına ihtiyaç bile kalmayabilir. Uzman hekim de bazı hastalarının takibini aile hekimine devrederek verimini arttırabilir. Görüldüğü üzere, ekip çalışması nelere kadirdir.

Uluslararası şirketler, işe yeni başlayan elemanlarında bu algıyı yaratabilmek adına hiçbir masraftan kaçmamaktadır. Türkiye’de hekimler kendilerini yalnız ve çaresiz hissetmektedir. Bu ülke, ne kardan yolu kapanan bir köyde vatandaşına hizmet eden pratisyen hekimin  ne 33 saat uyumadan çalışan asistan hekimin  ne bilgisini becerisini nitelikli sağlık hizmeti sunmak için kullanan uzman hekimin  ne de kaliteli hekimler yetiştiren öğretim görevlilerinin madden hakkını ödeyebilir. Ancak manen çok şey yapılabilir. Bizim ihtiyacımız olan ise  uluslararası şirketlerin yaptığı masraf değil, kucaklamadır. Oluşturulacak “üst hekimlik” anlayışı, her türlü sorunun çözümünün başlangıcı noktasında  önemli bir katkı koyacaktır.

Sağlık hizmetlerinde çalışan ve temel işi “insan” olan bir meslek grubunda, hümanist değerleri ön plana çıkarmak gerekir. Hak ararken de hümanist değerlere vurgu yapmak ve talepleri bu çerçevede sıralamak ideolojiden daha fazla yarar getirecektir. Tarih, nice devletler nice liderler görmüştür, görecektir. Hekimlik hiçbir zaman, herhangi bir ideolojiye “kurban” edilecek alelade bir meslek değildir. Bu hataya düşmek, “üst hekimlik” kavramında birleşmemek, tababeti felakete sürükleyebilir.

Bugün Hipokrat, “hekimliği her şeyin üzerinde tutması” ve “hümanist değerleri” sebebiyle “tıbbın babası” olarak kabul edilmektedir. Onunla başlayan ve genç hekimlerin, “asklepiad”lara kabulünde okunan yemin bugün bile kabul görmektedir. Bugün, Türkiye’de hekimlerin yegâne ihtiyacı, sözü edilen bu tarihi birlikteliği yeniden hayata geçirmektir.

Teşekkür ederim.

hekimliğin
geleceğini
neler
bekliyor?
Yorum (1)
Ali Kartal
"pratisyen hekimin ne 33 saat uyumadan çalışan asistan hekimin ne bilgisini becerisini nitelikli sağlık hizmeti sunmak için kullanan uzman hekimin ne de kaliteli hekimler yetiştiren öğretim görevlilerinin madden hakkını ödeyebilir." Bunu sadece bizim düşünmemiz yetmez. Bakanlığınız da böyle düşünmeli ve hissetmeli. Peki sizce bu mümkün mü? Bence kesinlikle HAYIR
0
Cevapla
Yorum Yaz
0/300

Bu haberler de ilginizi çekebilir